Geçen haftaki yazının tersine bu hafta Batı’dan başlayıp giderek Avrupa ve Asya coğrafyasında tırmanmakta olan gerilimlere göz atmaya çalışalım.
NATO Varşova zirvesi
Erdoğan’ın da katıldığı bu zirve, Varşova Paktı’nın kurulduğu binada yemek yenilmesini de hesaba katarsak “yeni soğuk savaş istemiyoruz” nidaları eşliğinde Rusya ve müttefiklerine (ama asıl olarak Putin yönetimine) karşı Batı tarafından gündeme getirilen en büyük meydan okuma diye değerlendirilebilir.
Gündemdeki ana mesele Avrupa’nın güvenliği bahanesiyle Baltık ülkelerinde ve Polonya’da asker sayısını artırmak, Akdeniz’e yeni uçaklar ve donanma, üye ülkelerin savunma bütçelerini büyütmek (yüzde 3) oldu. Ayrıca Irak ve Afganistan yönetimlerine desteği sürdürmek de bu kararlar arasında yeraldı.
AB ve NATO arasında imzalanan stratejik işbirliği anlaşması güçlendirilmesi diye ifade edilen ve taraflarca imzalanan ortak deklarasyon AB’nin geleceğini şimdiden güvenlik endeksli politikalar girdabına mahkum edeceği görünüyor. Bunun ilk sonuçlarından biri AB kapsamında gelişmekte olan milliyetçilik ve otoriter yönetim tarzlarının (başta Polonya olmak üzere) sorgulanamayacak ve bu durumun giderek dağılmayı zorlayacak oluşu. Bir diğer sonuç ise ekonomik krizle yeterince başa çıkamayan AB’de yaşayanların askeri bütçelerin artırılması paralelinde sosyal alanda kayıplarının çoğalmasının kaçınılmazlığı. Yani Brexit sonrası ne yapılması gerekiyorsa tam tersi istikamette bir tercih.
AB’nin iyice NATO’ya yaslanmasını sağlayan bu deklarasyona rağmen; İtalya, Almanya ve Fransa, Rusya’ya karşı görece farklı tutum içinde. Rusya ile diyaloğu ön plana çıkarıyorlar.
Bu yönelim özellikle Almanya’nın hem Rusya ile ticari ilişkilerini hem de AB içindeki hakim pozisyonunu zorlayan olasılıkları barındırıyor. Fakat diğer ülkelerin Pentagon siyasetine teslim olan yaklaşımını ne derece zorlayabilecekleri/zorlamayı isteyecekleri şüpheli.
NATO ve IŞİD
Gündemlerden biri de elbette teröre karşı mücadeleydi. İlk sırada kaçınılmaz olarak IŞİD vardı. Fakat bu konuda ne yapılacağı Suriye ve Irak’ta NATO üyesi ülkelerin (başta Türkiye olmak üzere) şu ana kadar sergiledikleri politikalara baktığımızda her ne söylerlerse söylesinler çok bir önemi yok. Olmayacak bir iş yapıp geçmişi bir kenara bıraksak dahi şu günlerde Minbiç kuşatmasını yarmak için IŞİD’e Türkiye’nin yardım etmeye çalıştığı bölgede çalışan gazetecilerin haberleri arasında yeralıyor. Bunları başta ABD olmak üzere NATO dahilindeki güçler görmezden geliyor. Böyle yaparak IŞİD’i gerçekten ortadan kaldırmaya mı çalışıyorlar sizce? Belki de “görmezsek varolmaz” gibi bir “felsefi” inançları var.
FBI tarafından hasıraltı edilen Hillary Clinton’un (müstakbel ilk kadın aBD başkanı) suçlarını (Bunlardan en önemlileri arasında Honduras’ta askeri darbe örgütlemek de var.); sonra Bush-Blair savaş suçu ortaklığını hadi unutalım gitsin.
Peki, Pankisi Vadisi’ni ne yapacağız? Dünyanın bu güzide köşesi hakkında Ümit Kıvanç ayrıntıları ile yazdı. Pankisi Vadisi başta Çeçenler olmak üzere IŞİD’in örgütlendiği, eleman ihracı yaptığı, Gürcistan sınırları içinde bir bölge. En az yüz kişinin bu vadiden IŞİD ve El Nusra saflarına katılmak için Suriye’ye gittiği sanılıyor. Belki, Atatürk Havalimanı’nda kendini patlatanlar dahil bir çoğunun tedrisat merkezi.
Gürcistan nerede derseniz, eh Türkiye'nin kuzey doğu sınırında, NATO’nun kanatları altında, daha yeni AB’ye vize serbestisi almış, şirin, yeşil bir memleket. Pankisi Vadisi yıllardır var ve gerek IŞİD videoları gerekse bu konuda yapılan araştırmalarla tescilli bir merkez. NATO yetkilileri acaba burayı kendi askerleri için dinlenme tesisine mi dönüştürmeyi planlıyor, yoksa üretimi artırıp düşen “terörist” rekoltesi açığını buradan mı karşılamayı düşünüyor?
Rusya
NATO’nun “yeni bir demir perde” yükseltmesinden ilk elde kazananlar arasında yukarıda değindiğim gibi otoriter yönetimler ve bir de silah endüstrisi var. Çelişki gibi gözükmesine rağmen Putin yönetimi de kazananlar arasında. Hafta içinde yeni çıkarılan internet yasası mesela özgürlükleri kısıtlarken, Putin’e daha bir güç kattı.
Putin’in yaptığı açıklamaya göre silah satışlarından da bir hayli memnuniyet söz konusu. Hem Almanya gibi artan silah ihracat rakamlarından rahatsızlık duyup protesto falan yapan da yok.
Hal böyle olsa da Rusya yönetimi NATO’nun kendisini “tehdit” olarak tanımlamasından rahatsız. Önümüzdeki Çarşamba NATO-Rusya konseyi toplantısı gerçekleşecek. Bu cenahta çekişmenin artarak süreceği, her iki tarafın egemenlerinin duvarları yükseltmekten zevk duyarak bu zemini kullanacaklarını tahmin etmek zor değil.
Güney Kore
Bu durumla bağlantılı yeni bir gelişme de Güney Kore üzerinden yaşandı. Güney Kore ve ABD, Kuzey Kore tehdidini gerekçe göstererek Bölge Yüksek İrtifa Hava Savunması (THAAD) füzelerinin Güney Kore’ye yerleştireceğini açıkladı. Buna Kuzey Kore, Çin ve Rusya tepki gösterdi. Rusya ve Çin asıl tehdidin kendilerine dönük olduğunu dile getirdi. Rusya sert ifadeler eşliğinde askeri güç ve füze sistemleriyle karşılık vereceğini açıkladı.
Güney Çin Denizi
Bu bölgedeki gelişmeler de giderek tansiyonu artıracak nitelikte. Çin hafta başında ABD’ye dönük Çin'in bölgesel egemenlik ve güvenlik çıkarlarına karşı eylemlerden kaçınması çağrısında bulundu.
Filipinler'in bölgedeki egemenlik hakları tartışması üzerine Çin'e karşı Uluslararası Tahkim Mahkemesi'nde görülen dava, 12 Temmuz'da sonuçlanacak. Çin davaya taraf olmadıklarını, çıkacak olası bir kararı kabul etmeyeceklerini ve kararın da yasal bağlayıcılığı olmayacağını vurguladı. Arkasından bu bölgede 5-11 Temmuz tarihleri arasında askeri tatbikat gerçekleştirdi.
Çin-Tayvan arasındaki gerilimse belki de her iki ülkenin de Departak Tayfunu’nun baskınına uğraması nedeniyle bu hafta fazla büyümedi. Fakat Tayvan’ın başkenti Taipei’deki metroda nedeni belirsiz olduğu ifade edilen bir patlama yaşandı. En az 21 kişi yaralandı.(1)
Rojhilat
Bu hafta içerisinde Doğu Kürdistan’da KDP-İ (İran Kürdistan Demokrat Partisi) ve Komeleyê Zahmetkêşan güçleriyle İran arasındaki çatışmalarda artış yaşandı. Fakat çatışmaların seyri peşmergelerin bu savaşı çok da sürdüremeyeceğini gösteriyor. Bunda birçok neden bulunmakla birlikte ilk göze çarpan şey taraflar arasındaki güç dengesizliği.
Geçtiğimiz hafta içinde İran KDP’si Genel Sekreter Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Hasan Şerifi ile Demokrat Haber’de bir röportaj yayınlandı.
Şerifi’nin söyleşisi birçok açıdan önemli, fakat yine de savaşın bugün neden tercih edildiği sorusunun yanıtı çok açık değil. Kaldı ki giderek şehir devletlerine bölünen Güney Kürdistan’ın geleceği şu aralar çok daha sıkıntılıyken.
Bu konuda bir başka iddia ise Yeni Özgür Politika sayfalarında geçtiğimiz Pazartesi günü Halit Ermiş imzasıyla yayınlandı. Ermiş şöyle diyor:
"(…) Aslında İ-KDP, KDP’nin elinde bir koçbaşı olarak kullanılıyor. Fakat temel soru şu neden bu süreçte?
"İplerin gerilme nedenleri petrol boru hatları. KDP mevcut durumda Kerkük-Yumurtalık boru hattında günlük olarak milyonlarca dolar tutarında petrol sevkiyatı yapıyor. Ancak İran ile Kürdistan bölgesi arasında bir süre önce yaşanan görüşmelerde petrolün Süleymaniye üzerinden İran’a akması için proje hazırlandı. Eğer bu proje pratiğe geçerse KDP Güney petrolleri üzerindeki tekelini büyük oranda yitirmiş olacak. Tabi bu durumda anlaşmanın merkezi Irak hükümetinin de onayı alınarak YNK-Goran ve İran arasında yapılacak olması. İşte zurnanın zırt dediği yer tam da burası. Eğer bu proje gerçekleşirse KDP bölgede sadece petrol üzerindeki hakimiyetini değil, siyasi hakimiyetini de tümden yitirmiş olacak.”
Artan IŞİD saldırıları
Bu hafta içerisinde Suriye, Irak, Suudi Arabistan, Yemen, Malezya, Bangladeş ve Nijerya’da IŞİD’le bağlantılı olabileceği düşünülen saldırılar gerçekleşti. Yüzlerce insan hayatını kaybetti. Dünyanın bir kısmı IŞİD’i vb’lerini kınamayı sürdürüyor…
Hisse
Dünyanın doğu cephesindeki tırmanmakta olan gerilimli hava, postmodern yeniden paylaşım savaşında tarafların öncelikle askeri güçler aracılığıyla birbirinin alanını daraltmaya çalışacağını gösteriyor. IŞİD gibi asimetrik oluşumlarınsa akıbeti ve ne yapacakları belirsizliğini koruyor.
Biz ne yapacağız?
Bunun yanıtını kendimce bir arkadaşın sosyal medyada paylaştığı bir haberde buldum. Arkadaşımızın sözleriyle ifade edecek olursak özetle durum şu:
“Chiapas'ta bir kasaba daha siyasi partisiz ve belediye başkansız özerk yönetime geçti. Birleşmiş Milletlerden gelen heyeti karşılamaya gidecek protokol yoktu, bunun üzerine halk bir temsilci heyet kurdu, ama sadece özerk olmayan dünyayla ilişkilenmeye.”
Evet, polisin, devletin olmadığı böylesi arayışlar dünyanın çeşitli yerlerinde var. Kolektif mülkiyetin üzerine oturan doğrudan demokrasinin şekillendirdiği arayışlar. Bunlar sonuçta güzel, ama birer ada. Yine de dünyanın bütünü değiştirmek için bir yerlerden başlamak lazım. (AS/HK)
(1) Tayvan patlamasına dair elimizde kanıt yok ama dünya siyaseti kaderin eliyle bir çok şeyin tecelli ettiği ne bir Yeşilçam melodramı ne de Orhan Pamuk’un son kitabı “Kırmızı Saçlı Kadın” kıvamında.