Paris saldırısı sonrası ilk elden söylenenlere göz attığımızda karşımıza bunun Avrupa en azından Fransa tarafından savaş olarak yorumlandığı (eğer ilk anın heyecanıyla yapılmış bir politikacı saçmalaması değilse) ve Avrupa’nın 11 Eylül’ü gibi değerlendirileceği gözüküyor. Bu durumun ilk sonuçlarından biri Fransa’nın ABD’nin yanına daha fazla yaklaşması oldu. Obama her türlü desteği vereceklerini açıkladı. Sonuçta bunun anlamı daha militarize bir süreç izleyeceğimizdir önümüzdeki dönemde.
Diğer bir sonuç ise son bir kaç yıldır Orta ve Kuzey Avrupa’da yükselmekte olan milliyetçi ırkçı yaklaşımların daha da kuvvet kazanacağı gerçeği oldu. Bu durumun ırkçı şiddeti tetiklemesi kaçınılmaz. Göçmenler arasında da bunlara karşı direnme ve karşı şiddet geliştirme eğilimleri gündeme gelebilir. Aynı zamanda Güney Avrupa’da görece güç kazanma eğilimi gösteren solun önüne de milliyetçi kesimlerin barikat kurabilmesinin daha fazla olanakları serilmiş olacak.
Peki, bu olan bitenden kim ne kadar sorumlu? Bu sorunun yanıtını IŞİD nereden çıktı, nasıl güç kazandı ve bugüne kadar nasıl ayakta kaldı? Sorularında arayalım. Etken unsurlara bakalım.
IŞİD’in varlık zemini
İlki, IŞİD ve benzeri grupların çıkmasına İslam’da müsait bir zeminin varlığı. Tabii İslam’ı illaki onların tarzında yorumlamak gerekmez, fakat yağma ve katliamlara cevaz veren bir zemin de mevcuttur. İslamın ilk dönemlerinde dahi pekala Müslümanlar yağma ve İslamı yaymak adına fetih savaşlarına girişebilmişlerdir. Sonrasını zaten tartışmaya bile lüzum yok. Bu tür şeyleri için bol bol örnek bulunabilir.
El Kaide türevi olan örgütün asıl güçlendiği alan Irak’ın El Ambar eyaleti oldu. Örgütün sosyolojik varlığını şekillendiren süreç, ABD’nin geliştirdiği Irak’a müdahale kapsamında yerinden oynattığı fay hatları üzerinde şekillendi. ABD işgali kolaylaştırabilmek ve direnişi kırabilmek için iç gerilimleri tırmandırarak mezhep savaşını körükledi. Şii ağırlıklı Irak yönetimi Sünni bölgelere karşı ayrımcılık uyguladı. Bu süreçte Irak El Kaidesi’ne AKP’nin destek verdiği de Wikileaks belgelerine yansımıştı. Suriye’deki savaşla birlikte bu grup giderek El Nusra-El Kaide’den bağımsızlaşarak kendi yapısını kurdu. 2013 yılında Irak’ta etkinliğini artırdı. Bu dönem Batı basınına da fazla yansımayan sivil halka dönük katliamlar (günde 50-60 kişiye varan bombalı saldırılar) yaşandı. Ölenlerin Şii olması nedeniyle görmezden geliniyor, adeta “Irak’ı bırak Suriye’ye bak” oyunu oynanıyordu. Kimsenin elinde belki somut kanıtlar yok ABD’nin IŞİD’i yarattığına dair, fakat dönemin ABD istihbarat raporlarına bugün bakıldığında en azından gelişmelerin ön görüldüğü ve IŞİD’i engelleyecek bir şey yapılmadığı rahatlıkla söylenebilir.
Somut gerçek olansa şu ABD, Türkiye Suudi Arabistan ve Katar ve benzerlerinin finansmanıyla silahlanan güya muhalif unsurların zamanla ağırlığının IŞİD saflarına katıldığı ve asıl önemli olan yaratılan savaş ortamının bu tarz çetelere zemin hazırladığıdır. Bir kez daha altı çizilmesi gereken bir gerçek ise Ahrar El Şam, El Nusra gibi grupların da gerçekte IŞİD’den hiç bir farkı olmadığıdır. Bunu belirtmemin nedeni Türkiye, Batılılar ve Körfez ülkeleri sahada kendi adlarına savaşacak pek kimseyi bulamayınca yılana sarılır gibi bunlardan medet ummaları, bu grupları ılımlı muhaliften saydırmaya çalışmalarıdır.
IŞİD'in karnı nasıl doyuyor?
IŞİD’in beslendiği büyüdüğü kanallardan bir diğeri ise bölgeye yapılan yabancı savaşçı transferleri oldu. Dünyanın dört bir tarafından bölgeye üyeler taşınırken, başta Türkiye olmak üzere Batılı ülkeler de bu sürece yardımcı oldular, en azından göz yumdular. Bugün Avrupa ülkelerinde Suriye’de ya da Irak’ta katliamlara ortak olmuş örgüt unsurları elini kolunu sallayarak Avrupa’da gezebilmekteler. Bu trafiğin nerelerden nasıl sağlandığı onlarca kez belgelenmesine rağmen homurtunun ötesinde bir tedbir alınmadı. Örgüt unsurlarının Türkiye ve İsrail’de tedavilerinin yapıldığı dahi açığa çıkarıldı. Ama nafile.
IŞİD’in ve diğer örgütlerin gelir kanalları hiç bir zaman engellenmedi. Petrol ticaretine göz yumuldu. Silah sevkiyatları dünyanın gözü önünde yapıldı.(1)
Peki, hiç bir şey üretmeyen IŞİD ve benzeri örgütlerin karnı nasıl doyuyor dersiniz dua ile mi? Yoksa çevreden (özellikle Türkiye’den) düzenli olarak yapılan yardımlarla mı?
Rusya’nın Suriye’deki bombardımanları sonrası bir başka gelişme daha yaşandı. Türkiye üzerinden kaçan örgüt artıklarının kimi evlerine (ağırlıkla Avrupa’ya) dönerken, asıl yekunu tutan kısım uçaklarla Libya ve Yemen’e taşındı. Libya’da IŞİD önceden de kentler işgal etmişken, Yemen’de IŞİD Suudilerle birlikte Husilere karşı bildiği yöntemlerle (camileri bombalamak başta geliyor) savaş veriyor. Yemen El Kaidesi ise bazı askeri bölgeleri denetimi altında bulunduruyor. Bu örnek dahi en azından IŞİD ve El Kaide’nin bir kısmıyla ABD ve müttefiklerinin pekala iyi geçinebildiğini gösteriyor.
Peki ABD öncülüğünde kurulan IŞİD karşıtı koalisyon ne yaptı? Gerçekten IŞİD’i yok etmeyi hedeflediler mi? Bugüne kadar ciddi bir çaba içinde oldukları söylenemez. Kısmi Kobani’de olduğu gibi yardımlarının dışında IŞİD’e karşı ciddi bir saldırı yapılmadı. Hadi diyelim (Afganistan; Pakistan ve Yemen’de vurdukları düğün alaylarını, hastaneleri bir an unutalım) sivilleri öldürürüz diye Rakka vb leri yerleri bombalamadılar, peki IŞİD açıktan çölden ilerlerken ne yaptınız? Yoksa sizin insansız hava araçların gözü mü kamaşıyor çölde?
Soru şu, IŞİD’le başından beri iç içe olan başta Türkiye olmak üzere Batılı ülkeler ve müttefikleri Paris, Ankara ve benzeri katliamlardan ne kadar habersiz olabilir? Gerçek sorumlu bütün bu zeminleri organize eden politikacılar mı, yoksa IŞİD midir? Madem katliamlarda bir zafiyet görülmekte neden hiç bir politikacı ya da istihbarat yetkilisi istifa etmemiş, ya da istifaya davet edilmemiştir? İşlerini iyi yapıyorlar demek ki. Birçok katliamın yanı sıra Paris’te üç Kürt kadına düzenlenen suikastın izleri yine Belçika’da Molenbeek’e çıkarken, bu mesele neden hala yeterince soruşturulmamıştır? Soru çok elbette, son bir tanesini daha yazalım: Dış siyasetinin kaderini adeta IŞİD’e endekslemiş olan Erdoğan rejiminin gerçekten Paris, Ankara, Suruç vb katliamlardan habersiz olmasını düşünmek mümkün mü?
Batılılar karşılarında belli rasyonellere sahip bir iktidar olduğunu varsayıyorlar ve bu yüzden çoğu kez Erdoğan rejimine dönük beklentileri boşluğa gark oluyor. Türkiye’de olan biten katliam, baskı politikalarını ve dış siyasetteki birçok akıldışılığı bir kenara bıraktım, gerçekten bu iktidarın çıldırdığına Vietnam’a gönderilen silahlar meselesiyle birlikte karar verdim.(2) Bu yüzden Erdoğan rejimiyle ilgili düşünürken “artık o kadar da olmaz diye” boşuna çırpınmayın, çünkü her şey mümkün.
Elbette IŞİD ve benzeri grupların birebir kontrol edildiği iddia etmiyorum. Ama çeşitli devletler ve istihbarat örgütlerinin bu grubun bu günlere gelmesinde az zahmet çekmedikleri ortada.
Olası gelişmeler
Suriye’de artan giderek güçlenen Esad cephesi ve Rusya diplomatik ataklarla birlikte Batılı güçleri kendi yanına çekmeyi başaracak gibi gözüküyor. Bu gidişle IŞİD’in Suriye ve Irak’taki askeri varlığı sonlanmaya doğru evrilecek. Arada tökezlemelerin olmayacağını, ABD ve benzerlerinin süreçte yeni inisiyatif alanları açmak için yeni girişimleri gündeme taşıma çabalarını bütünüyle askıya alacağını sanmak yanıltıcı olur.(3)
Öte yandan Rusya’nın diplomatik çözüm önerisi mevcut durumu (yani gerçekte bölünmüş olan ülkeyi) ne kadar kaynaştırabilir belirsizdir. Çünkü ortada kolay kolay onarılamayacak bir kamplaşma mevcut. Dolayısıyla bu durumun mutlaklığını varsaymasak dahi herkesi kapsayan bir yönetim anlayışının gündeme gelmesi şart. Bu da bir süredir Rojava’da uygulanan/uygulanmaya çalışılan kantonlar ve öz yönetim anlayışına dayanan bir federal yönetim olabilir. Şimdilik (Şimdilik dememin nedeni kolektif mülkiyet anlayışı ile birleşmeyen bir öz yönetimin eşitlik ve özgürlük idealini gerçekleştirmek için yeterli zemin olamayacağına işaret etmek içindi) bu mevcut durumdan çıkışta yegane yoldur. Yoksa sistemden dışlanan kesimlerin ilk başvuracağı şey yine silah olacaktır. (AS/HK)
(1) Bir kaç ay önce uluslararası basına İngiltere’ye ait uçakların IŞİD’e Irak topraklarında silah indirdiği ve Irak Hava Kuvvetleri tarafından tespit edildikleri haberleri yansıdı, fakat bir süre sonra üstü kapatıldı. Rusya’nın ortaya attığı bir soru vardı “IŞİD’in kullandığı Toyotalar onların eline nasıl geçti?” diye; ABD yanıtlayamadı. Yakın zamanda Rusya’nın Suriye sürecine doğrudan dahil olması sonrası El Nusra ve Ahrar El Şam gibi guruplara ABD tarafından Tow tanksavar ve Cruise füzesi sevkiyatı yapıldı. Bu durum ABD’nin aynı zamanda birçok ata neredeyse bütününe oynama ve aynı zamanda düşmanına mümkün olduğu kadar zarar verme zayıf düşürme siyasetinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Örnek çok elbette, inkar edebilirler bu da zor değil. Fakat şöyle bir gerçek var IŞİD’in kullandığı silahları üretecek bir fabrikası yok!
(2) Son 2 yıl içinde iki defa “yanlışlıkla” THY aracılığıyla Vietnam’a mühimmat ve silah sevkiyatı yapılmıştı. Fakat bu kargolar havaalanında yakalanıyor, THY ceza alıyor yasadışı tehlikeli madde taşımaktan. Tabii bu aklımıza daha önce Nijerya’ya THY aracılığıyla yapılan silah sevkiyatını getiriyor. Hadi orada IŞİD’e bağlı Boko Haram var, peki Vietnam’da ne olacaktı o silahlara, ya da kimler alıp hangi ülkeye taşıyacaktı, Tayland ya da Myanmar olabilir mi? Bunlar birer sınama mıydı? Ya yakalanmayan sevkiyatlar gerçekleştiyse, kim bilir kimin canını almakla meşgul bu silahlar?
(3 ) ABD’nin son dönemde Kürtler ve Irak güçleriyle giriştiği hamleler bu çabaların bir parçası olarak görülmeli. Öte yandan Sina Yarımadası’nda düşürülen Rus uçağı meselesini Rusya ilk günlerde bir biçimde kapatmaya çalışırken, ABD’nin Obama’nın ağzına kadar varan açıklamaları ve düşürüldüğünde ısrar etmesi halisane niyetleri ortaya koyuyor. IŞİD’in bir sonraki hedefinin Rusya olmayacağını kim söyleyebilir?
* Fotoğraf: Ali Hafavi - Lazkiye/AA