18-24 Mart Yaşlılar Haftası vesilesiyle bianet’e ne yazayım diye düşünürken, yaşlandıkça dünyamın -bir nebze- küçüldüğü içimden geçince, kendi yaşlanma sürecime dair bir şeyler yazmaya karar verdim.
Ne zaman yaşlılığa dair bir şeyler yazacak –konuşacak- olsam genellikle söze; yaşam sürecinin son ve kaçınılmaz dönemi olan yaşlılığın çok yönlü kayıp ve gerilemelere yol açtığı, bu sürecin her bireyi farklı oranda etkilediği, yaşlanan bireyin kendindeki fiziksel, zihinsel, sosyal ve psikolojik değişimleri fark edip kabullenmesi gerektiği mealindeki bir cümleyle girerim.
Bu fazlasıyla kişisel yazıya da böylece başlangıç yapmış oldum.
* * * * *
Yaşım 60 (yazıyla altmış) oldu. Dünyamın bir süredir –hızla- küçülüyor olması doğal yani. Kendimde gözlediğim, ayrımına vardığım yaşlılık belirtileri sıralamak çok kolay olmadı. Kabulümdür, dağınık olduğu. İtirafımdır; yanıtımın çok samimi olduğu.
Gürültüye tahammülüm neredeyse hiç yok. Evde bir eşyanın yerini değiştirdiysem -yanlış yere koyduysam- bulamıyorum. Kafama takılıyor, acaba nerede, diye. Bulduğumda sevindirik oluyorum.
Ağır bir şey kaldırmaktan imtina ediyorum, belim ağrır diye. Yere eğilirken inliyorum, dikilince de. Bir arkadaşıma, torunu, oyuncaklarını yerden toplarken inlediği için “Ay ay, of of dede” diye sesleniyormuş. Yakında torun Atlas da “Ay ay, of of a’nane” derse itiraz edemem.
Yaşamım boyunca hep tombik oldum. Hasbelkader –zorunlu- diyete başladım bir süre önce, tık demedi tartının ibresi. “E, metabolizman yaşlandı, uğraşma boşuna” deyip eski düzene döndüm hemence.
İnsanın önce elleri yaşlanıyor malum. Lekelendi, buruştu. Tembelliğim krem sürmemi engelliyor. Cildim az problemli - yaşasın genetik miras- olsa da, yaşlanma karşıtı ürünlerin safsata olduğuna inansam da, dermo kozmetik ürünleri tercih ediyorum. Cilt kuruluğu için -her derde deva- , kırmızı kantaron yağı imdadıma yetişiyor. Para ayırabilecek olsam çene ve ağız bölgeme botoks -ya da başka işlemler- yaptırmaktan çekinmem; bazı akranlarımın –gönüllü- uğradığı estetik felaketlere gülümseme hakkımı saklı tutarak.
Kötü olan kişi, kitap, film adlarını vb. unutmam. İyi olan, bu adları kısa sürede hatırlamam.
Yaşlanma belirtisidir; öğle uykusuna ihtiyaç duymak. İşyerinde bazen, saat üç gibi –kısa süreli- içim geçiyor.
Yakın gözlüğüm yokken, bir ‘hiç’ olduğumdan çantamda, iş yerimde, mutfakta, yatak odamda, örgü sepetimde, seyahat çantamda birer tane var.
Akranlarımdan çalıntı, basmakalıp bir hayalim vardı; bahçeli bir evde çiçek-börtü böcekle uğraşsam, yorulduğumda salıncağa atsam kendimi. Gerçekleşince hayalim anladım ki –en azından bana- kolay değilmiş, bahçe işi. Bu yıl soğan ve maydanoz ekeceğim sadece. Zira bu iş sadece yorgunluk değil sorumluluk da getiriyor insana. Yaşlandıkça insana mevcut sorumluluklar bile ağır geldiğinden, yenilerini üstlenmekten imtina etmek gerekiyor.
Hava durumu, ülkede ve dünyada olan biten kadar önemli oldu, son yıllarda. Karlı ve buzlu havalar kabus, düşme fobim arttığından. Günlük yaşamda sırt çantası kullanma nedenim, takıp çıkarmanın kol ve omuz kireçlenmeme iyi gelmesi değil. Yağmurluk, şal, ilaç kesesi, yağmur şapkası, bere, su şişesi -neyse ki makyaj çantam yok- vb. koymam. Eklem ağrılarımın tek –ve en önemli- nedeni yaşlanmak değil, aynen ilaç kesemde artan ilaç sayısının da müsebbibi olmadığı gibi.
Genetik miras sayesinde saçlarım pamuk. Boyamıyorum artık. Kulaklarım –henüz- büyümedi. Burnum yerçekiminden etkilenmeye başladı, galiba. Burun hariç kulak içi ve çene kıllanması da yakındır. “Yaşınıza göre maaşallahınız var”, “Hiç değişmiyorsunuz” minvalindeki cümleler duymak –o anki ruh halime göre- sinir bozucu olabiliyor, masumca söylense bile alt metni farklı olduğundan.
Nadiren –zira gençken bana itici gelirdi- ‘benim zamanımda diye başlayan cümleler kuruyorum. İtirafımdır; ‘yakınmacı’ diye yaftalanmamak için artı kontrol geliştiriyorum; benden küçüklerin yanında.
Yürüyerek gidebileceğim her yere, zaman sorunum yoksa, yürüyorum ama karşıdan karşıya geçişlerde ve otobüsten, dolmuştan inerken –artık- daha dikkatli olmaya çalışıyorum.
Teknolojik aletlerle ilişkim hep mesafeliydi. Mesela ‘akıllı’ denilen telefonları kullanmamak için epey direndim. Öncesinde de ‘ebleh’ler için yapıldığı söylenen telefon markası kullandım hep.
Dışarıda, sandalye üzerinde saatlerce oturmak, ayak uzatma gereksinimi duyduğumdan cazip değil artık. Arkadaş buluşmalarımızı evlere kaydırdık son zamanlarda. Gece dışarı çıktığımda, geç yattığımda düzene girmem iki-üç günü alıyor.
Tercih(li-siz) yalnız yaşayan akranlarım evcil hayvan besliyor, benim asla yapamayacağım bir şey.
Gençlerle -ve illaki çocuklarla- iletişim sorunum yok. Günlük yaşamın içinde –her zamanki gibi- karşımdakine düşüncemi söylüyorum ama bir farkla; artık ‘sen bilirsin’ diye ekliyorum lafımın sonuna. Daha sık kullanıyorum; “bakarız”, “hele bi olsun, düşünürüz” türü genel geçer lafları, itidal gerektiren durumlarda.
Herhangi bir iş söz konusu olduğunda durumdan vazife çıkarıp ‘‘ben yaparım”’ demiyorum eskisi gibi, atlamıyorum yani.
Sağlık kontrollerim mecburiyetten düzenli. Beslenme notum düşük. Az ve sık değil, çok ve aralıklı yiyorum. Kahvaltı kaynıyor arada. Akşam hafif yemeyi başarmam gerekiyor. ‘Üç beyaz’ın, ‘un’ olanını seviyorum. Balık ve bakliyat tüketimimi arttırıp, sigarayı sıfırlamam şart. İlaçlarımı düzenli, vitamin-oksidanları düzensiz kullanıyorum. Yürüyüş dışında yaptığım bir spor yok. Elimde olmayan nedenlerle güneşten pek yararlan(a)mıyorum.
Stres ve kaygıyla baş etme konusunda kat edeceğim yolum var daha. Kendim dışımda herkese sevgili ve saygılı olmaya çalışırken, kendime hoyrat davranmaktan vazgeçmem gerekiyor.
Su kenarında küçük bir kasabaya yerleşme hayali kuracak olsam, Ankara’ya ihanet edemem diye vazgeçiyorum. İnsanın her daim bedenini diri, ruhunu duru tutması zor olduğundan içinde bulunduğum yaş grubundakilere meditasyon, yoga filan öneriliyorsa da ben hiç yapmadım.
Özgüvenimin azaldığı ve arttığı alanlar var. İnsanlarla güvene dayalı ilişkilerimin alt limitini aşağıya çektim –gördüğüm lüzum üzerine-, son yıllarda.
Bazen kendime küsüyorum, farkına vardığımda çabucak barışmaya çalışıyorum. Akran kayıplarından fena etkileniyorum. Seçili alanlarımda ve ilişkilerimde alınganlığım ve kırılganlığım artıyor, sairlerinde azalırken. Kendinden küçüklerin üstünde ‘yaş hiyerarşisi’ kuranları hep itici gelir bana. Bu hiyerarşi türünden kaçınıyorum, özellikle. Hayatımın önceki dönemlerinde bulamadıklarımı yaşlılık dönemimde bulma umudum var mı? Hayır. Olmalı mı? Evet.
Son yıllarda geçmişe dayalı alacaklarımın tahsilatına kalkıştım. Bu biraz yıkıcı, çokça rahatlatıcı. Öneririm ilgililere. Benden alacağı olanlara da yavaştan ödeme yapmaya başladım. Son zamanlarda 'mecburi' beraberliklerimi temizleme işine de kalkıştım. Evet, zor ama müthiş iyileştirici. Göze alabileceklere hasseten önerilir. ‘Geçmiş kazançlarının tadını çıkar’ diyenlere yanıtım: Her zaman mümkün olamıyor, maalesef. Yalnızlıkla baş etmek de öyle…
Geçmişteki hatalarımı düzeltmeye çalışırken yeni hatalar yapıyorum. Hayat bataryam eskidiğinden en ufak bir sevimsizlikte hızla bitiveriyor, ufacık bir güzellikte hızla doluveriyor. Her daim dolu şarj, hayatın tabiatına aykırı zaten.
Artan yaşımla birlikte mecburiyetlerim azaldı. Aslında tercih edilesi olan bu durum, nadiren olumsuz duygulara neden olmuyor değil. Daha çok –ya da daha iyi- anlaşılmak istiyorum. Karşımdakileri anlamaktan yorulduğumdan, artık biraz daha az anlamak istiyorum.
Yaşayacağım süre, yaşadığım süreden daha az olduğundan –ah, sağlığım ve cüzdanım daha çoğuna da izin verse keşke- beni keyiflendiren şeyleri yapmak için özel çaba harcıyorum. Keyfimi kaçıran şeylerden uzaklaşmayı daha iyi başarmak hedeflerim arasında. Acelem var; bir sürü kitabı okumaya, bir sürü şeyi öğrenmeye, bir sürü yeri gezip görmeye, bir sürü bilmediğim yeni tatları tatmaya, bir sürü yeni kokuyu koklamaya.
Yaşlılığımın ileri dönemlerine dair korkularım ve kaygılarım var, elbette. Mesela, üç gün yatak, dördüncü gün toprak, diliyorum kendime. Aklım başımdayken, tedavisi olanaksız bir hastalığa yakalanmam durumunda ne yapmam gerektiğinin yanıtını uzun zaman önce verdim. Evimde, bağımsız yaşam sürdürürken hafiften zorlanmaya başlarsam insan onuruna yaraşır bir huzurevinde yaşamımı sürdürmek isterim. Çocuklarımdan tek beklentim; yaşam konforumu artıracak yeniliklerden -mesela daha işlevsel bir tekerlekli sandalye ya da yatak- haberdar olup edinmemi sağlamaları. Aklım başımdan gidecek, Alzheimer olacak olursam, kesinlikle bakımevine yerleştirilmeliyim.
Yaş ayrımcılığıyla karşılaştığımda gülüp geçiyorum. Nadiren, çocuklarım bana annelik yaptığında, çaktırmadan mutlu oluyorum. Yaşımın bana verdiği emirlere kuzu kuzu uymaya çalışıyorum. Uzun yıllar yaşlılık alanında çalışmanın getirisi kazanımlarımdan biri; yardım istemenin –aslında- büyüklük olduğu. Bir diğeri de insanın yaşam sonu planlamasını yapması ve yakınlarına ilan etmesi.
Emeklilik –birazcık- ürkütüyor; bu döneme dair yaptığım planlamaları ekonomik, sağlık vb. nedenlerle hayata geçiremezsem kaygısıyla. Torun Atlas’ın -ve olası diğer torunlarımın- keyfini çokça yaşamak ve onlara anlatacağım yeni yaşantılar deneyimlemek istiyorum bolca, kalan yaşam süremde.
* * * * *
İnsanın kendi yaşlanma sürecini değerlendirmesi zor ve yorucuymuş meğer. Unuttuğum şeyler vardır mutlaka; yaşlılığıma verin, lütfen.
Yaşlılığa dair yazı ya da konuşmalarımı genellikle, yaşlanınca dünya –bir nebze- küçülüyor diye ‘ah’lamak ya da ağlamak yerine bu dönemi ‘oh’layarak geçirin” mealindeki bir cümleyle bitiririm. Bu yazı da böyle bitsin; isterse okur da boşluklarını doldursun. (ŞD/EKN)