İnsan hakları hukuku insanlar içindir. Her zaman ve her mekânda, yaşamın var olduğu her yerde uygulanır. İnsancıl hukuk ise; çatışma durumlarında uygulanır, uygulanmalıdır. İnsancıl hukuk savaşanları esirgemek amacıyla yüzyıllardır süren savaşlardan edinilen acı deneyimlerin yazılı hukuk kurallıdır. “Uluslararası İnsancıl Hukuk” (İnternational Humanitarian Law) yaşanarak ve ölünerek öğrenilenlerden geriye kalandır. Savaş ve barış; bu hukukun öğretisidir.
İnsancıldır; çünkü bu hukukun temel amacı yalnızca düzenli devlet ordularındaki askerilerin değil ve fakat aynı zamanda savaş dışında kalmış dahi olsa asker, sivil tüm insanların esirgenebilmesi için ortaya çıkmış uluslararası hukuktur. İnsan ve insan yaşamının “olabildiğince” ve en iyi şekilde sürmesi amacıyla var olagelmiş hukuktur. İnsan yaratısı olan tarihi, kültürel varlıkları, sanatsal yapıtları, müze ve dinsel ibadet yerlerini, arkeolojik yapıları ve barajları, suları koruma altına alan uluslararası insancıl hukuktur. İnsan hakları ulusalararası sözleşmeler ve ilkelerle her kişiyi korur. Uluslararası insancıl hukuk yalnızca belirli insancıl hukuk anlaşmalarına ve silahlı çatışma tarafı olan devletlere bazı haklar tanır. Aynı zamanda bu hukukla korunan kişiler ve kişi grupları vardır. Kategorize edilirler ve bu kişi gruplarına tanınan bazı haklar vardır (SAV, Özden. Savaş ve Barış Hukuku. TBB.Temmuz 2015).
Bu alanda, yargı kararlarının bir işlevi ve bir özelliği var mıdır?
Vardır ve uluslararası İnsancıl Hukuk ile ortaya çıkan yargı kararlarının en önemli özelliği; “silahlı çatışmalar” sırasında işlenen, insanlığı ilgilendiren, insan vicdanını, adalet duygusunu inciten, rahatsız eden ve ağır suçlar işleyen faillerin cezasız kalmasını (impunity) önlemektir. Kararlar, yaşamı, insanlığı ve insan haklarını koruyabilir. Böylece hem uluslararası insan haklarını koruyan sözleşmelerin ve hem de ulusalararası insancıl hukukun yaşama geçirilmesi yargı kararlarıyla mümkün olabilir. Yoksa bu hukuk hiçbir işe yaramaz.
Bu amaçların gerçekleşmesi için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1. Maddesi, “insan haklarına saygı yükümlülüğü” başlığını taşır. Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme’nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar. Görev ve sorumluluk devletlerindir.
İşte hukuk, buna yarar…İnsan, insan haklarını yaratır, onu koruyabilen hukuku inşa eder!
İşte ancak o zamanlarda, o mekanlarda; insan ve yaşam için hukuk, hukuk olabilir.
Devletlerin insan hakları ve insancıl hukuk amacına hizmet etmek için görevleri nedir?
Adalet Bakanlığı tarafından 2015 yılında yapılan gayri resmi çevirilerinden birisinin konusu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine taraf olan devletlerin insan hakları bakımından “Sınır-Ötesi Yargı Yetkisi” ile ilgilidir.
Acaba devletlerin (AİHS) alanının dışında gerçekleşen yani “yurt dışında faaliyet gösteren Devlet güvenlik güçleri” bakımından “Sınır-Ötesi Yargı Yetkisi” hakkında yargısal örnekler var mıdır?
Örneğin AİHM Büyük Daire Öcalan / Türkiye (12 Mayıs 2005) kararında başvuranın, Nairobi havalimanının uluslararası bölgesinde Türkiye’de kayıtlı bir uçakta Türk güvenlik güçleri tarafından tutuklandığını, Kenyalı yetkililer tarafından Türk yetkililere teslim edildikten sonra, başvuranın Türk yetkisi ve bu nedenle, o sırada Türkiye yetkisini toprakları dışında kullanmasına rağmen, Türk yargı yetkisi altında olduğu kabul edilmiştir.
AİHM Büyük Daire’si Bankovic ve Diğerleri / Belçika (19.12.2001) kararına konu olan Başvuru, Belgrad, Sırbistan’da yaşayan altı kişi tarafından Sözleşmeci Devletler olarak bilinen 17 NATO üyesi devlete karşı yapılmıştır. Başvuranlar, Kosova çatışması sırasında yapılan hava saldırılarına karşı Belgrad’da Sırbistan Radyo-Televizyon genel merkezinin NATO tarafından bombalanması konusunda şikâyetçi olmuşlardır. Bombalama sonucunda bina hasar görmüş ve birçok ölüm meydana gelmiştir. Mahkeme, uluslararası hukukta bir Devletin yargı gücünü sınır dışında kullanmasını içermemesine rağmen, genel bir kural olarak, yargı gücü diğer ilgili Devletlerin egemen bölge haklarıyla tanımlandığı ve sınırlandırıldığı konusunda tatmin olmuştur. Mahkeme, yargı gücünün diğer topraklarda kullanılmasının istisnai olduğuna ve her bir davaya belirli koşullar altında özel bir gerekçelendirme gerektirdiğine karar vermiştir. Mahkemeye göre (AİHS) Sözleşme, temel olarak bölgesel ve özellikle Sözleşmeci Devletlerin yasal alanında geçerli olan çok taraflı bir anlaşmadır. Mahkeme, mağdurlar ve davalı Devletler arasında herhangi bir yargı bağlantısı olduğuna ikna olmamış ve başvuruyu kabul edilemez olarak nitelendirmiştir.
Türkiye ile ilgili “Issa ve Diğerleri / Türkiye” (16 Kasım 2004) kararı ilginçtir. Irak uyruklu olan başvuranlara göre, Türkiye sınırına yakın bir Irak bölgesinde çobanlık yapan bir grup yakınları bölgede askeri operasyon yapmakta olduğu iddia edilen Türk askerleriyle karşılaşmışlar ve iddialara göre bu askerler kendilerine kötü muamelede bulunmuş ve saldırmışlardır. Türk birlikleri bölgeden çekildikten sonra, çobanların cesetleri, kurşun yaralarıyla ve tahrip edilmiş bir halde bulunmuştur. Mahkeme, Sözleşme uyarınca “yargı yetkisi” kavramının Sözleşmeci Devletlerin ulusal topraklarıyla sınırlı olmadığını hatırlatmıştır. İstisnai durumlarda, Sözleşmeci Devletlerin toprakları dışındaki faaliyetleri yargı yetkilerinin sonucu olarak meydana gelebilir. Buna benzer durumlarda sorumluluk, Sözleşme’nin 1. Maddesinin (insan haklarına saygı yükümlülüğü) bir taraf Devlete başka bir Devletin toprakları içerisinde kendi topraklarında ihlal edemeyeceği Sözleşme maddelerini ihlal etmesine izin vermemesinden kaynaklanmaktadır. Ancak, Mahkeme, önündeki kanıtlara dayanarak başvuranların yakınlarının Türk birliklerinden açılan ateşte ölüp ölmediklerini belirleyememiştir. Resmi olmayan Adalet Bakanlığı çevirisine göre, bu karar hakkındaki açıklama “Mahkeme, bu nedenle, başvuranların yakınlarının Sözleşme’nin 1. Maddesi uyarınca Türk yargı yetkisi içinde oldukları konusunda ikna olmamıştır” cümlesiyle bitiyor.
AİHM İkinci Dairesi Issa/Türkiye davasında (Başvuru No: 31821/96- 2004), Kuzey Irak’a giren TSK’nin Iraklı sivilleri öldürdüğü iddiasıyla ilgili bu başvuruda ölümlerin TSK ile bağlantılı olduğunun kanıtlanmadığı gerekçesiyle ihlal bulmadı. Ama AİHM’sine göre; “insan haklarına saygı yükümlülüğü”; Devlete başka bir Devletin toprakları içerisinde kendi topraklarında ihlal edemeyeceği Sözleşme maddelerini ihlal etmesine izin vermemesinden kaynaklanmaktadır.
AİHM Büyük Daire’nin Al-Skeini/ İngiltere davasında (2011) verdiği karar çok daha önemlidir. Al- Skeini davasının konusu, 2003 yılında Irak’ın işgali sırasında Basra bölgesinde İngiliz askerlerinin 6 Irak vatandaşının can kaybına yol açması hakkındaki bir karardır.
Al-Skeini kararıyla AİHM, Bankovic kararındaki görüşünün aksine; Sözleşmeye taraf devletlerin, sözleşme içinde ve dışındaki bölgelerdeki insan hakkı ihlallerinden aynı biçimde sorumlu olduklarını kabul etti. AİHM’si; bir devlet başka bir devletin ülkesi üzerinde etkili bir denetim kurarsa; örneğin devletin başka bir devletin ülkesini işgal etmesi durumunda, “işgalci devlet” işgal ettiği ülkedeki bütün insan hakkı ihlallerinden sorumlu olur.
Eğer “bir devletin başka bir devlete karşı kuvvet kullanması sonucu bireylerin hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesi” durumunda devletin yine sorumluluğu vardır ve sadece o bireyin hak ve özgürlüğünün ihlali ile sınırlı olarak soruşturma yapmak göreviyle sınırlıdır
AİHM’si hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden hem de uluslararası hukuktan doğan bir yükümlülük nedeniyle İngiltere’nin etkili bir soruşturma yapmaması nedeniyle yaşam hakkını ihlal ettiği sonucuna varmıştı (Bkz.Türmen, RIZA. Zergele'de İnsan Hakları İhlalleri 09.08.2015 Cumhuriyet)
Sayın Rıza Türmen’in çok açık saptamasına atıfla tekrarlamak gerekirse; “Devletin terör eylemlerine tepki olarak Kuzey Irak’ı bombaladığı gibi bir savunma, sivillerin can kaybının ortaya çıkardığı ağır insan hakkı ihlalini ve bundan doğan sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Yaşam hakkı en temel insan hakkı. Bu hakkın ihlal edildiği iddiası varsa, devletin hiçbir mazeretin arkasına saklanmadan, etkili, tarafsız bir soruşturma yürütmesi gerekir”.
Bu yargısal kararların sonuçlarına bakarsak; ulusalararası insan hakları hukuku ile uluslararası insancıl hukukun ortak paydası şudur: “Yaşam hakkı en temel insan hakkıdır”.
Hekimler ve savunma avukatlarının mesleklerinde yalan yoktur.
Hayatını insanlığa adayan, insan hayatına mutlak surette saygı göstermek üzerine Hipokrat yemini eden tabipler ile hukuka, ahlaka ve mesleklerinin onuruna uygun davranacakları üzerine yemin eden avukatlar; yaşam hakkının kutsallığı üzerine asla yalan söylemezler, söylemediler. Bu onların yaşam gerçeğidir.
Gerisi, hayatlarını yalanlarla yaşayanların yalanlarıdır. (Fİ/ÇT)