Kandıra Cezaevi’nde 9 aydır tutuklu bulunan HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk, 13 Eylül’de hayatını yitiren annesi Hatun Tuğluk’un cenaze törenine verilen izinle katıldı. Bir grup cenazeye ve törene katılanlara saldırdı. Saldırganların “Buraya terörist cenazesi gömdürmeyiz. Burası Ermeni Mezarlığı değil… Buraya Kürdü, Alevi’yi, Ermeni’yi gömdürtmeyiz! Gömerseniz de çıkartır parçalarız!” diye bağırdıkları basında yer aldı. Tuğluk ailesi, cenazeye zarar verilmesi olasılığını dikkate alarak naaş gömüldüğü yerden çıkartarak cenazelerini Tunceli’de defnettiler.
Bu saldırı insanlık dışıdır, faşizmdir. Ayrımcılığın ve ırkçılığın ta kendisidir. Nefret söylemleri, saldırıya ve eylem nefret suçuna dönüşmüştür.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 2. maddesinde “Herkes ırk, cinsiyet, renk, dil, din, siyaset veya başka bir görüş, ulusal ve sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi bir ayrım gözetilmeksizin bu bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir” denilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. maddesine göre “Bu sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetmeksizin sağlanmalıdır”
04.11.2000 tarihinde Roma'da imzaya açılan “İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Koruma Sözleşmesi Protokol No.12” on Devletin onayı ile 01.04.2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye 18 Nisan 2001’de imzalamış ama onaylamamıştır.
Protokol No.12, Sözleşme sistemine “Genel ayrımcılık yasağı” getirmiştir. 12 Numaralı Protokolün 1. maddesine göre “Hukuken temin edilmiş olan tüm haklardan yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya diğer kanaatler, ulusal ve sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensup olma, servet, doğum veya herhangi bir diğer statü bakımından hiçbir ayrımcılık yapılmadan sağlanır.” Madde 2. “Hiç kimse, 1. paragrafta belirtildiği şekilde hiçbir gerekçeyle, hiçbir kamu makamı tarafından ayrımcılığa maruz bırakılamaz.”
Avrupa Konseyi, bağımsız bir izleme kuruluşu olan Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe karşı Avrupa Komisyonu (ECRI) kurmuştur. Ülkeler bazında Avrupa Konseyi üyesi devletlerin ırkçılık ve hoşgörüsüzlük açısından durumunu izler, belge ve bilgileri inceler, sorunlara çözüm önerileri oluşturur. Ülkelerle ilgili Raporlarını 5 yıllık dönemlerde yayınlar. İnceleme dönemlerinde ülkeler ziyaret edilir ve ulusal yetkililerle gizlilik esasına dayanan bir diyalog oluşturulur. Bu sayede ulusal yetkililere Raporda yer alabilecek olan kimi maddi hataların düzeltilmesi ve gerek gördükleri hallerde rapor taslağında değişiklik önermeleri olanağı sağlar. Ulusal yetkililer eğer arzu ederlerse kendi görüşlerinin ECRI’nin nihai raporunda ek olarak yer almasını talep edebilirler. 5.Dönem Raporunda Türkiye’nin görüşleri “Ek” olarak yer almıştır.
Devletler hakkındaki beşinci dönem raporları yasama, nefret söylemi, şiddet ve entegrasyon (uyum) politikaları şeklinde üye ülkelerde ortak olan dört konu üzerinde odaklanmıştır. ECRI, söz konusu spesifik tavsiyelere ilişkin gelişmeleri takibe alır ve ara rapor süreci uygular.
17 Mart 2016 tarihi itibarıyla mevcut durumu inceleyen ve önerilerde bulunulan Irkçılığa Ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu (ECRI) Türkiye Raporu (beşinci izleme dönemi) 29 Haziran 2016 tarihinde kabul edilmiş ve 4 Ekim 2016 tarihinde yayınlanmıştır.
Raporun Türkiye hakkında tespitleri ve altı çizilecek olan tavsiyeleri vardır.
“Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 12 No.lu Protokolünü kabul etmeli ve ceza kanununu ECRI’nin 7 No.lu Genel Politika Tavsiyesiyle uyumlu hale getirmelidir.”
Yani;ECRI’nin sözü edilen 7 No.lu Genel Politika Tavsiyesine (GPR) göre, “ırkçılık” terimi, ırk, renk, dil, din, milliyet veya milli veya etnik kökenin bir birey veya bir grup insanın aşağılanması için bir gerekçe oluşturması veya bir bireyin veya bir grup insanın üstünlük duygusu içine girmesi için bir neden oluşturması anlamına gelmektedir. “Irka dayalı ayrımcılık” ise, nesnel ya da makul bir gerekçesi olmaksızın, “ırk”, renk, dil, din, milliyet veya milli veya etnik köken nedeniyle farklı muameleye tabi tutma anlamını taşımaktadır.
Rapora devam edersek;
“Yetkililer süratle kapsamlı ayrımcılık karşıtı mevzuatı yürürlüğe sokmalı ve İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun tamamen bağımsız olmasını sağlamalıdır. Tüm kademelerdeki yetkililer ve siyasi liderler nefret söylemlerini terk etmeli ve bu tür söylemlerin kullanımını yasaklayan davranış kurallarını benimsemelidir. Kolluk kuvvetleri hizmet kurumları personeline verdiği eğitimi yoğunlaştırmalı ve nefret suçlarının bildirilmesi, soruşturulması ve cezalandırılmasında iyileştirme sağlamak üzere hassas konumdaki gruplarla yuvarlak masa toplantıları düzenlemelidirler. Tüm hassas konumdaki grupları korumak üzere nefret söylemi mevzuatı kullanılmalı ve medyanın kendi kendini düzenlemesine yönelik uygulamalar güçlendirilmelidir. Bu raporun yayınlanmasını izleyen en geç iki yıl içinde ECRI, bu tavsiyeye ilişkin gelişmeleri takibe alıp bir ara rapor süreci uygulayacaktır. Yetkililer tüm nefret kökenli hadiseleri kayıt altına almaya yönelik bir sistem oluşturmalı ve şiddet içeren nefret suçlarını kapsamlı bir biçimde soruşturmalıdır. Kolluk kuvvetleriyle ilgili disiplin ve yargı soruşturmalarıyla ilgili istatistikler yayınlanmalı ve yetkililer PKK’ya karşı sürdürülen operasyonlarda Kürt veya diğer sivillerin öldürülmemesini veya yaralanmamasını sağlamalıdırlar. (…) Kürtlerle Kürt barış projesi yeniden canlandırılmalıdır.”
Suç, toplumsal yaşamın korunmasında hukuki değerleri ihlal eden insan davranışıdır.
Korunması gereken hukuki değerler zaman içinde değişebilir ve hangi hukuki değerin korunması gerektiği tarihsel süreç içerisinde değişim gösterebilir. Nefret suçu kavramı da böyle ortaya çıkmıştır. Irk, cinsiyet, renk, dil, din, siyaset, ulusal ve sosyal köken, mülkiyet farklılıkları nedeniyle toplumlar farklı karakteristik özelliklere sahip olabilir. Farklı aidiyetlerin bir kısmı toplumlarda örneğin zayıf durumda olanlara karşı bir önyargı ve/veya nefret saiki ile hareket etme olasılığına karşı ceza hukukunda nefret suçları kavramı ortaya çıkmıştır. Toplumdaki farklı hukuki değerlerin korunması ve toplumsal barış için ceza yasalarında yer alması gereken bir suç tipi olarak kabul edilmektedir.
Türk Ceza Yasasında nefret saiki ile işlenen suçlar için ceza artırımı yapılması için genel bir hüküm veya düzenleme yoktur. “Her ne kadar TCK ’nu 122. Maddesine “nefret” ibaresi eklenmiş olsa da gerçek anlamda “nefret suçlarına” yönelik bir düzenleme yapılmamıştır. “Nefret suçu”bir kişiye veya guruba veya bunların mallarına karşılık, cinsiyet, ırk, dil, din gibi mağdurların sahip oldukları temek özellikler nedeniyle duyulan nefret, önyargı saiki ile işlenen suçlardır. Burada kişinin sahip olduğu aidiyetin korunabilmesi için toplumsal bir grup olmanın temelini oluşturan bir özellik olması, sosyal paylaşım nedeni ve tarihsel bir geçmiş birlikteliği olmalı. Bu aidiyete karşı toplumda mahkûm edilmesi gerekli bir önyargı saikine sahip gruplar bulunmalıdır. Bu koşulların varlığı halinde bu aidiyetlere karşı önyargı saiki ile işlenen suçlar nefret suçu olup yaptırıma bağlanmalıdır.
Nefret suçunda Ceza Yasalarında eylem zaten suç olarak düzenlenmiştir. Fail suç olarak yaptırıma bağlanan eylemi önyargı saiki ile işlediği zaman suç nefret suçuna dönüşmektedir. (Yargıtay 18. Ceza Dairesi E. 2015/33232, K.2016/18820, Tarih 07.12.2016. Karşı oy)
ECRİ Türkiye Raporunda “çok sayıda nefrete dayalı suçun mevcudiyeti dikkate alındığında, etkin soruşturmaların yapılmamasından ve suçun sürekli cezasız kalmasından” büyük bir kaygı duyduğunu belirtmiştir. ECRI bu bağlamda AİHM içtihatlarına gönderme yaparak kolluk kuvvetleri, şiddet içeren bir suçun işlenmesinde “ırkçılık veya ayrımcı nedenler olup olmadığını araştırmak için mümkün olan bütün tedbirleri almakla yükümlü” görmektedir.
Boş verelim ölülerimize saldıranları koruyan ve kollayan demeçleri, fotoğrafları, karakoldaki mahalle eşrafı muhabbetlerini… Olanları unutmayalım ve mutlaka iyi değerlendirelim.
Neden ve nasıl bu hale geldik diye düşünmeliyiz. Magazinleşmiş basın haberlerinin dayanılmaz ve çirkin hafifliğinden çıkarak, “ölülerimize saldıranlara” bu cesareti kimlerin verdiğini bilmeliyiz. Yüzleşmeliyiz; sosyal ve siyasal hesaplaşma cezasızlık olmamalı.
Çünkü çevremizdeki “onca gerginliğe ve hınca rağmen” diyen Amin Maalouf’un sözleriyle; “Farklı bir dünya hayal etmek hoşumuza gidiyordu… Şaşkınlığımız kadar büyüktü umutlarımız da. Yarınlar ne kadar karanlıksa, yarından ötesi o kadar aydınlıktı”
Bu topraklar üzerinde yaşamış ve bu topraklarda toprak olmak isteyenleri bile mezarından çıkaracak kadar insanlara ve cenazelerine kin duyan bir toplum yaratan ve halen nefret söylemlerinden vazgeçmeyenlerin utanmazlıkları, bizlerin insanlık utancıdır. (Fİ/ÇT)