Bu kış bizim için çok zor geçiyor, hele Ocak ayı her geçen yıl daha bir acıtıyor içimizi. Ocak'ın 8'inde Metin Göktepe, 19'unda Hrant Dink, 24'ünde Uğur Mumcu düşüyor aklımıza, yüreğimize. Her yıl tazelenen öfke ve kederimize karşılıksız kalan soruların çığlığı karışıyor. Geçen yıllara rağmen sorular hala cevapsız, sorumlular hala ortada yok! Ve daha bu acılarımız dinmeden, kayıplarımızın hesabı sorulamadan her geçen gün yeni faili meçhul davaları, keyfi tutuklamalar ve suçlamalarla kuşatılıyor etrafımız. Öyle bir şey ki, bu ülkede hayatımızı en iyi anlatan sözcük keyfilik desek abartmış olmayız. Ne zaman neyin olacağına dair, ya da bir şeylerin nasıl olduğuna dair tahmin yürütmenin neredeyse imkansızlığı demek istediğim.
Bu duruma çok iyi örnek olacak üç mahkemeden bahsetmek istiyorum. Her birinin kendine göre, birbiriyle karşılaştırılmayacak acısı ve kaybı olan bu üç davanın ortak yanı yaşanan hukuki süreçlerin insanın aklının ve vicdanının alamayacağı şekillerde gerçekleşmesi. Mahkeme tarihlerinin peşpeşe günlerde sıralanması ise bu üç davayı bugün aynı yazıda birleştirdi. Tarihsel bir kronoloji izlemek yerine, ilk önce yıllardır adalet, vicdan ve hukuk arayışıyla kamuoyunda yer alan ve binlerce insan tarafından sahiplenilen iki önemli davadan bahsedip ardından yaklaşık bir yıldır süren hukuk dışı bir yargılama ve tutuklama sürecini anlatacağım.
Bunlardan ilki hepimizin ortak acısı, öfkesi, utancı bir anlamda... Üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen hala hiçbir sonuç alınmayan Hrant Dink cinayeti davası.
7 Şubat: Hrant için, Adalet için...
Araştırmacı, gazeteci Hrant Dink 19 Ocak 2007 tarihinde genel yönetmeni olduğu Agos gazetesi önünde vurularak öldürüldü. Hrant'ın aramızdan alınışının 4. Yılında hala sorulan sorular havada kalmış, hukuk ve adalet arayışı devam ediyor. Hrant'sız bu dört yıl süresince verilen hukuk mücadelesinde bırakın bir ilerleme kaydetmeyi gelinen noktada bugün ciddi bir endişe içindeyiz. Her 19 Ocak'ta artan öfkemize çaresizlik ve utanç eşlik ediyor. Dört yıldır süren dava sürecinin kısa özeti bir türlü yapılmayan soruşturmalar, açılmayan davalar ve yargılanmayan görevliler... 25 Ekim 2010 tarihinde yapılan son duruşmada, cinayet dosyasına verilen ifadelerin uyumluluğunun tespit edilmesi amacıyla tetikçi zanlısı Ogün Samast'a olay mahallinde keşif yapılması yönünde müdahil avukatların ilettikleri talep dosya yenilik getirmeyeceği gerekçesiyle reddedildi ve Samast ile ilgili dosya Sultanahmet Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. Ve tesadüf bu ya, 1 Ocak 2011 tarihinde yürürlüğe giren CMK'nın 102. Maddesi Samast, Hayal ve Tuncel için şu an bir umut kapısı durumunda. Eğer Dink cinayeti devlete karşı suçlar kapsamında ele alınmazsa Hrant'ın katil zanlısı olan bu üç kişi ilgili maddeden yararlanarak 2012'nin ilk günlerinde serbest bırakılacak!..
7 Şubat 2011 tarihine ertelenen duruşma saat 10.00'da İstanbul Beşiktaş Adliyesi'nde yapılacak.
İkinci dava ise bir türlü bitmek bilmeyen ve yapılan ihlaller, çelişkili raporlar ve bozulan kararlar sonucu neredeyse bir hukuk katline dönüşen Mısır Çarşısı Patlaması davası...
9 Şubat: Pınar Selek için Adalet, Adalet için Pınar Selek...
Bundan tam 12 yıl önce 7 kişinin hayatını kaybettiği Mısır Çarşısı patlamasıyla suçlanan araştırmacı, aktivist sosyolog Pınar Selek'in davası akıl almaz bir hukuksuzluk örneği olarak hala devam ediyor. Tüm bu geçen süre boyunca patlamanın kaynağının bomba değil gaz kaçağı olduğu defalarca bilirkişi raporları tarafından ispat edilmesine, iki kez beraat kararına rağmen Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun aleyhte bozma kararı nedeniyle Pınar Selek 9 Şubat'ta yeniden yargılanmaya başlayacak. Ve eğer 12. Ağır Ceza Mahkemesi bu kez Yargıtay'a uyarsa, Pınar Selek ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alacak. Bu bir kaç cümlede özetlediğim davanın kronolojisine dair daha kapsamlı bir bakış insanın gerçeklikle ilişkisini bozabilir. Ardı arkasına yapılan hukuk ihlalleri karşısında adalet ve hukuk'a olan inancınız tekrar tekrar sınanabilir. Düşünün ki ortada olmayan ya da ne olduğuna bir türlü karar verilemeyen bir olaydan dolayı yıllarca suçlanıyor, hedef gösteriliyor ve bir de üstüne telafisi olmayan bedeller ödüyorsunuz. Bu süreçte Pınar aleyhinde sahte tutanaklar düzenlendi, araştırmasına el kondu, ağır işkence gördü, 2, 5 yıl hapis yattı, sürgün edildi. Ve önümüzdeki günlerde iki kez beraat ettiği davadan ağırlaştırılmış müebbet istemiyle tekrar yargılanacak.
Duruşma, 9 Şubat 2011 tarihinde saat 10.30'da İstanbul Beşiktaş Adliyesi'nde yapılacak.
Son olarak sıradan bir kimlik kontrolünde gözaltına alınarak 1 yıldır tutuklu yargılanmasıyla tüm hayatı altüst olan bir yüksek lisans öğrencisinin davası var.
8 Şubat: Hüseyin'e Özgürlük:
Adalet Arıyorum, Gören Var mı?..
Hüseyin Edemir Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde (ODTÜ) burslu olarak yüksek lisans eğitimi alıyordu. Eğitiminin bir kısmını da Almanya Humboldt Üniversitesi'nde geçirerek, tezini orada hazırlayacaktı. Nişanlanmak üzereydi. Tüm planları polis tarafından yapılan bir kimlik kontrolü sonucu değişti. 2009'da başladığı eğitiminin birinci yılını başarı ile tamamlayıp sömestr tatili için İstanbul'a gelen Hüseyin, 31.01.2010 tarihinde, bir GBT kontrolü sırasında, haberdar olmadığı bir davadan "arandığı" için gözaltına alınıp 01.02.2010 tarihinde çıkarıldığı mahkemede sol örgüt üyesi olduğu şüphesiyle tutuklandı. Hakkında herhangi bir ceza veya karar olmadan, somut bir delil, hatta somut bir iddia olmadan 1 yıldır F Tipi Cezaevi'nde yatıyor. Hüseyin hakkındaki tek delil ise on yıl önce hukuka aykırı olarak yapılan bir aramada elde edildiği söylenen bilgisayar çıktısı belgeye dayanmaktadır. 1 yılda üç defa mahkeme önüne çıkarılan Hüseyin, üç ayrı hapishanede tutuldu: Metris, Tekirdağ 1 Nolu F Tipi ve Edirne F Tipi. Buralarda özgürlüğünün haksızca kısıtlanması yetmedi, kötü muamele gördü. Son olarak 31 Aralık 2010'da, Hüseyin'e haber verilmeden, hiçbir açıklama yapılmadan Edirne F Tipi Cezaevi'ne taşındı. Hüseyin, Meclis İnsan Hakları Komisyonu'na, savcılığa ve diğer bütün muhatap makam ve kurumlara yazdığı dilekçe ve mektuplardan hiç birine herhangi bir cevap alamadı. Okulu yarım kaldı, bursunu kaybetti.
8 Şubat 2011 tarihinde Beşiktaş Adliyesi'nde saat 10.00'da Hüseyin tekrar mahkeme önüne çıkacak.
Sonuç olarak önümüzde üç mahkeme ve değişmeyen tek soru var: Ey Adalet Nerdesin? Üç ayrı davada yaşanan hak ve hukuk ihlallerine eşlik eden keyfilik ve ciddiyetsizlik hali "mahkemeler cidden adalet için değil miydi" sorusunu sorduruyor insana haliyle. Ve en başa dönüyoruz, aklımızın, vicdanımızın almadığı noktaya: cidden bu insanların suçu neydi? Geçtiğimiz günlerde cumhurbaşkanı Abdullah Gül twitter'da arkasında şiddet olmadığı sürece düşünce, fikir ve inançlar serbest kalmalıdır diye yazmış. Peki, gerçekten öyleyse bugün niye Hrant yok aramızda, Pınar niye sürgünde ve Hüseyin F tipi cezaevinde? Biz niye mahkeme önlerindeyiz?..
Sanırım yazının sonunda, meramımızı anlatmak için 19 Ocak'ta Hrant'ın arkadaşları adına konuşan Nükhet İpekçi'ye sözü bırakmak en iyisi...
"Sizi bilmeyiz, ama biz sadece mezarlıklara ve mahkemelere gidiyoruz. O da eğer varsa. Kin ve intikam duygularıyla gitmiyoruz. Yüzleşmek için, gerçeği bütün boyutlarıyla görebilmek için gidiyoruz. Ve elbet, bu tür cinayetler bir daha asla işlenmesin, gelecek kuşaklar böyle bir utancı yaşamasın, taşımasın diye..."
7 Şubat'ta Hrant'a, 8 Şubat'ta Hüseyin'e ve 9 Şubat'ta Pınar'a sahip çıkmak için mahkemeye gidiyoruz. (ST/EK)