Fener Rum Patrikhanesi’nin yan tarafından ara sokaklara dalıp, tepeye doğru çıkmaya başladık. Yeşillikler içindeki uzunca bir merdivenden yukarı çıktık. Merdiven bitince çıktı önümüze. Demir kapıdan girdik içeri, bir Angelepoulos filminin sahnesine girmiş gibiydik.
Etrafı yemyeşil, taş zeminli bahçenin ortasında bir bina duruyordu, dışı sağlam, içi dökük. Ön bahçesi Haliç manzaralı bu üç katlı bina eski bir okuldu. 1988’de öğrencisi olmadığı için kapanan bir okul: Fener Rum Kız Lisesi.
Fener Rum Kız Lisesi Bienal’e paralel etkinlik kapsamında bir sergiye ev sahipliği yapıyordu. Ben de bu sergi vesilesiyle okuldan haberdar oldum. Sergi kapsamındaki heykeller sınıflara konulmuştu. Ancak heykeller pek dikkat çekmiyordu.
Binaya girdim, ilk göze çarpan, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” yazısı oldu. Giriş katta öğretmenler odası, sekreter odası, tabii bilimler odası, bir sınıf ve bir görevli odası aynı koridora açılıyordu. Öğretmenler odasında öğretmenlere ait dolaplardan birisinin üzerinde, “Emekli Topçu Kıdemli Albay Nejdet Pakyüz” yazıyordu. Ordumuz öğretmeyi de iyi bilir...
Tabii bilimler sınıfına girince bir kız çocuğunun sesi duyuluyordu. Sınıftaki bir okuma koltuğunun üzerinde, kırmızı başlıklı kız kitabı açık duruyordu. Sınıfta kenarda duran bir hoparlörden kitabı okuyan bir kızın sesi duyuluyordu, “bir korku filmi sahnesi gibi” yorumu da yapılabilirdi.
Asıl korku sahnesi üst kata çıkınca merdivenin tam karşısındaki odanın kapısında asılı olan tabelaydı; tüyler ürpertiyordu: “Türk Başmüdür Yardımcısı”.
Okul Rum okulu olsa da, tabela okulun esas sahibinin kim olduğuna işaret ediyordu. Türk Başmüdür Yardımcısı’nın odasında öğretmenlerin adının yazılı olduğu bir pano vardı; en üstte Türk Başmüdür Yardımcısı, onun altında Türkçe-kültür öğretmenlerinin adları yer alıyordu, altı tane. Biri albay! Cumhuriyetin kadim projesi, her yere bir Türk okulu, her okula bir albay! Hem kışlalarımız okul değil mi? Okullarda kışla olabilir. Ki öyleler!
Öğretmenler tablosunda en altta kontenjan öğretmenleri vardı: İki Rum öğretmenin adı vardı. Rumca Öğretmeni Hristos Angelis ve Matematik-Fizik Öğretmeni Fotoula Argyropoulou. Bir Rum okulunda en alt kademede olması gerekenler Rum öğretmenlerdi! Milli Güvenlik dersinin öğretmeni kıdem olarak daha yüksekti, nihayetinde albay! Önce milli güvenlik sonra matematik...
Okula ilk girişte göze çarpan yazıyı burada düzeltebiliriz, “Hayatta en hakiki mürşit Türk devletinin bekasıdır.”
Üst kattaki sınıflarda sıralar yerlerinde duruyordu. Kenarlara iliştirilmiş hoparlörlerden sesler geliyordu; çocuk sesleri ve ders anlatan öğretmenlerin sesleri...
Bu terk edilmiş okulları aslında kimse terk etmedi. Sıraların üzerinde ve altında yazanlar, bu sıralardan geçenlerin buraları sevdiğini apaçık ortaya koyuyor. Akrostiş şiirler, kalp içine alınmış isimler, takım isimleri, sevda ve veda sözleri...
Bu sıralar birden bire boşalmadı, bu sıraları dolduran Rumlar buraları terk etmeye zorlandı. Mübadele kanunlarıyla muhacir edildiler; Rumlar Rumların, Türkler Türklerin yanına... Birlikte yaşamaya ne gerek vardı ki! Devlete göre iki halk bir arada yaşayacaksa bu sadece birinin diğerini asimile etmesi koşuluyla olabilirdi. etmesi için olabilirdi.
Mübadeleyle gönderilemeyenler, varlık vergisiyle, 6-7 Eylül olaylarıyla, 1964 sürgünüyle gönderildiler. Bunların hepsi gözlerimizin önünde oldu. Bu insanlar gözlerimizin önünde bin yıllık memleketlerini terk etmek zorunda kaldılar. Şimdi bütün varlıkları, “Benim de Rum arkadaşlarım” gibi bir cümleye indirgenmiş durumda.
Peki, inadına kalanlar var mı? Var.
Mihail Vasiliadis tek başına Rumca bir gazete çıkarmaya devam ediyor, bazı Rum okulları 8 – 10 öğrenciyle kapılarını açık tutmaya çalışıyor, bazı Rumlar Gezi direnişinde omuzdaşımızdı. İyi ki inat etmişler!