Yurtdışında ikamet etmekte olduğum için, Türk televizyonlarıyla fazla haşır neşir olamıyorum. Tabii bunu bir yakınma, bir şikayet olarak algılamayın, zira ben bu durumu bana sunulmuş bir nimet olarak değerlendiriyorum. Zaten sansasyonel olaylar, muhabirlerin ünlüleri tacizleri ya da diğer bir deyişle postmatüre Televolecilik, kalitesi gittikçe düşen kadın programları, seviye olarak kıraathanelerden bile daha aşağıdaki spor programları vs. bir şekilde paylaşım ortamlarına, video sitelerine ya da haber organlarına düşmekte, oradan da yeterince takip edebilmekteyim.
Tabiri caizse oltaya son takılan görüntü, yüce devletimizin yüce televizyonu TRT'de yayınlanan bir şaka programından. Ben konudan, Milliyet'in haberi vasıtasıyla haberdar oldum. Bu "Bir Zahmet" adlı, Ekşi Sözlük'e bakılırsa belli bir popülaritesi olan şaka programında, şakayı yapan oyuncumuz, şakaya maruz kalan kurbanımızdan 4 şey yapmasını istiyor. Eğer bu isteklere uyulursa, yarışmacı/kurban para kazanıyor. Mevzubahis meblağ 5000 YTL.
Konuya geri dönelim. Benim haberde okuduğum eleştiri kabaca şu şekilde: "Şakanın dozu aşıldı, kurbana psikolojik şiddet uygulandı." Bu bakış açısı doğrudur, yanlıştır tartışılır. Sonuçta şaka denilen olgu, özellikle de bu tür televizyon programlarında, zaten kurbanını şoke etmek, çığlık attırmak, fazlasıyla korkutmak üzerine kuruludur. İnternette ufak bir aramayla, "psikolojik şiddet" eleştirisinin fazlasıyla geçerli olacağı bir çok şaka bulabilirsiniz. Bu noktada nesnel bir kriterden söz edemeyiz dolayısıyla, ve de bu yüzden "doz aşımı"nı tayin etmek bize düşmez, kanalın kendi inisiyatifidir.
Benim eleştirim ise çok farklı olacak. Eğer olaya sadece "Ay yazık çocuğa" gözüyle bakarsanız, küçük resmi görmüş olursunuz. Bu konuyu "şakanın dozu kaçtı" deyip de geçiştirmek de, bazı önemli noktaları atlamak demektir. Öncelikle burada bir ticari eylem söz konusu. Bu sadece bir şaka değil, aynı zamanda bir yarışma. Kurban, maruz kaldığı eylemler sonunda para kazanmakta. Para kazandığına göre, neye maruz kaldığından yüzde yüz haberdar. Haberdar olduğuna göre de, bu görüntülerin yayınlanmasında bir sakınca görmemiş kendisi. Yani bu tür bir muameleye maruz kalmasını televizyonda yayınlatacak kadar özgüven sahibi. Kendisine istendiği kadar şiddet uygulanmış olsun, burada bir "alan razı satan razı" durumu söz konusu.
Devlet eliyle, vatandaşın cebiyle şiddet
İşte beni rahatsız eden nokta da burada başlıyor. Programdaki skeçte oynanan şey, günlük hayatta gerçekten maruz kalabileceğiniz (*), "mahallenin abisi" titrinde bir adamın gelip size sataşması. Bu skeci "şaka" yapan, kurbanların emirlere uymasını sağlayan etken, olayın "gerçek" olabilirliği. Yoksa çok inanılmaz bir şey olsa, hiç başa gelmeyecek bir durum falan gibi görülse, insanlar bu kadar rahat verilen emirlere uymazlar.
Kurbanımız biliyor ki, gerçekten başı belaya girmiş, biri gerçekten kendisine bulaşmış olabilir, o yüzden de korkuyor. Korktuğu için, tamamen insan haklarına aykırı bir kimlik muayenesine, bir gaspa vs. boyun eğiyor. Hak tecavüzünü "Başa gelen çekilir" mağdurluğuyla kabulleniyor. Ve sonrasında da, bu olayın yayınlanmasına rıza gösteriyor -belki de karşılığında para kazandığı için-, ve de bu olayı muhtemelen arkadaşlarına bir "şaka" olarak anlatıyor. Maruz kaldığı muameleyi normalleştiriyor. Neticede bir insanın, bu tür bir olayı "sıradan" olarak görmesi beni rahatsız ediyor.
Daha da rahatsızlık vereni ise, bu programın devlet televizyonunda yer alması. Özel televizyon gibi, kurucusunun elde ettiği gelirlerle dönen bir programda yapılsa bu şaka, "isteyen izler isteyen izlemez" der, sadece şakanın seviyesizliğini eleştirme hakkına sahip oluruz. Ama bu programın yapımı, sizin benim ödediğimiz vergiler sayesinde gerçekleşiyor. Devlet, benden para alıp, vatandaşına böyle bir muamele gösteriyor, ve de bu muameleyi vatandaşına karşılığında para vererek normalleştiriyor.
Ben, ödediğim paranın, benim istek ve arzum dışında, bir vatandaşa bu muamelenin gösterilip o vatandaşa ödül olarak verilmesine karşıyım. Devletin, vatandaşının sokakta kabadayılarca kendisinden istenileni yapmasını ödüllendirmesini, vatandaşın tam bir koyun gibi davranması karşılığında ona 2500 YTL vermesini kabul etmiyorum. Bu düpedüz koyunluğa övgüdür. Devlet eliyle, sokak şiddetini, popüler tabirle "mahalle baskısı"nı meşrulaştırmadır.
Biraz daha büyük resme geçelim. Zaten ideal bir devletin televizyonu da olmaz. Vatandaşa para karşılığı devlet/hükümet propagandası satmak, her iktidar partisinin isteği doğrultusunda yönlendirilebilecek bir medya kuruluşunu vergiler ile gelirlendirmek bence adil olmayan bir uygulama. TRT, bağımsız yapımcılara, çeşitli ulusal kimlikte organizasyonlara yardım eden, Fransız Canal + gibi çekilen on filmin dokuzuna finansal yardımda bulunan bir kurum olabilir, ona, en azından bu kadar, itirazım olmaz. Fakat TRT, bu tür şaka programları ile, vergisini aldığı vatandaşını aşağılamayı meşru gösterecekse, onun karşısında durmak lazımdır.
Bu şakayı eleştirirken dozuna takılmak yerine, bir Türkiyeli insanın bu ezikliği kabul etmesini, maruz kaldığı şiddeti para kazandığı için meşru görmesini, ve de bunun devlet televizyonunda yayınlanması eleştirelim. Yoksa yarın öbür gün biri gelir yolda size sataşır, siz de "Ucunda 5000 YTL var" diye her istenileni yapar, gaspa uğrarsınız, ben de size gülerim. Hem para da vermem üstüne, harika bir eğlence.(BT/EÜ)
(*) Maruz kalabileceğiniz dememin bir sebebi var sevgili okuyucu. 12 yaşındayken, evimin karşısındaki okulun bahçesinde basketbol oynamak en büyük hobilerimdendi. Bu hobimi ifa ederken tanıştım Hüseyin Abiyle. Elinde tespihiyle çıktı, topumuzu istedi, verdik. Bir iki atış yaptı, girmedi, sinirlendi. Sonra hepimize sıraya geçmemizi emretti. Koyun gibi dizildik. Aramızdan en ufağımızı karşısına çağırdı, hassas bölgesine elindeki basketbol topunu fırlattı. Çocuk ağlamaya başladı, biz de titremeye. Sonra bize baktı, baktı ve "Bundan sonra siz benim himayem altındasınız. Bir şey olursa, biri bir şey derse Hüseyin Abinize geleceksiniz" dedi, ve gitti.