Müjdeler olsun! Türkiye'deki gazetecilik, basın ve yayın lisans programları yepyeni bir vaka çalışması kazandılar. Hatta bunun da ötesinde, sinemacılık okuyan gençlerimiz, eğer Sinema 302: Aksiyon Filmi derslerinde sıkıntı çekerlerse, "sözde" (1) yaşanmış bu olayı kurgularında kullanabilirler. Taraf muhabiri Mehmet Baransu, ya da Ahmet Altan'ın tanımıyla "sarsıcı haber uzmanı," sadece bizleri aydınlatmakla kalmayıp, yükseköğretime de ciddi katkılarda bulundu. Gazetecilik bilinci ve sorumluluğu da bunu gerektirir zira.
Söz konusu vaka-yı hayriyemiz, Taraf gazetesinde, önce masumiyet soslu bir iddia olarak yayınlanan haber ile başladı. Muhtemelen takip ettiğiniz üzere, Taraf gazetesi, Muhsin Yazıcıoğlu'nun suikastine yönelik "çok tartışılacak" bilgilere ulaştığını söyledi, ve üstü yarı-kapalı bir şekilde NTV santralinden Yazıcıoğlu'nun cep telefonuna yapılan aramaların helikopterin düşmesine sebep olmuş olabileceğini yazdı.
N'ler N'ler NoKsan..
Olay sonrasında kopan tartışmalara gelmeden önce, bu haber metnini iyi incelemekte yarar var; çünkü gazeteciliğin temel şartlarından 5N1K (2) ciddi şekilde ihmal ediliyor. Habere göre, Baransu telekomünikasyonda görevli iki mühendise (kim bunlar?) bu olayın olabilirliğini sorup karşılığında MacGyver'ı (3) kıskandıracak düzeyde "helikoptere çip yerleştirildi, sonra da telefonla manyetik alan yaratıldı, helikopterin mekanizması bozuldu." kesinliğinde -di'li geçmiş zaman kipinde bir yanıt alıyor. Şimdi, düşünen muhabir, "Bu helikopterin modeli bahsedilen düzeyde teknolojiye sahip midir? Bir insanın telefonu 139 defa aranırsa o insan o telefonu bir kere bile mi açmaz? Bu mühendisler ne kadar kalifiyedir?" gibi soruları aklından geçirmelidir, ama tabii bu mükemmel aksiyon filmi fikrini ıska geçmek istememiştir, normaldir.
Gelelim haberin doğrulanmasına. Metne göre "NTV yetkilileri ise Taraf'a o gün haber için bu aramaların yapılmadığını söyledi." Soru gene aynı: Kim bu yetkililer? Sonradan anlaşıldığına göre, sadece NTV'nin en tepesindeki yönetici ile konuşulmuş, o da bu konuda bilgisi olmadığını iletmiş. Bir tutarsızlık da burada.
Tabii muhabirimiz "Neden NTV'den bu amaçla bir arama yapılmış olsun?" sorusunun cevabını da yorumsuz (!) bir şekilde bizlere bırakıyor, ve böylece üç adet günah işliyor. Haberimiz "kim, neden, nasıl"sız - ve sonradan anlaşılacağı üzere asılsız - prematüre doğmuş oluyor böylece.
Esas günah
Olayın daha da karışması ise akabinde gerçekleşiyor. NTV, bu ithama -ki ithama kimyasal tepkime verecek muhtemel gruplar arasında şarap sebebiyle konser basan Alperenler varken- karşı eleştirisini yapıyor, bu haberin yayınlanış biçimini eleştiriyor, iddiaları da yalanlıyor. Taraf ise daha büyük bir hata yapıyor, kendisinin öncelikle bir iddia, soruşturulan bir belge olarak geçtiği haberi birden mutlak doğruluk olarak değerlendirmeye başlıyor. "Bu telefonları açıklayın!" başlığıyla verdiği haberde, değindiğimiz yarı-kapalı itham apaçık bir şekle bürünüyor. Halbuki aynı haber metninden, bu iddiaların daha soruşturma aşamasında olduğu, henüz kazanın son raporu gelmediği için yetkili makamlarca bunların değerlendirilmediğini de anlıyoruz. Taraf muhabiri, elini merciilerden daha hızlı tutmak istiyor anlaşılan. Yani kendisi eğitim sistemimizden sonra, adalet sistemimize de katkıda bulunan bir "örnek vatandaş", bir "fahri savcı" olmak istiyor adeta. Tebrikler kendisine.
Gene haber metninden anlıyoruz ki NTV endişelerinde haksız değilmiş, zira BBP Genel Başkanı Yaşar Topçu "Biz biliyorduk zaten!" diyerek, atomu olmasa da manyetik alan teknolojisini yeniden keşfetmiş. Bu keşfini çeşitli gençlik gruplarına anlattığı zaman neler olur, orasını bilemeyiz. Tarih - tekerrür ilişkisine bağlı.
Vehamet bununla da sınırlı değil. Muhabir Baransu'nun hiyerarşik sebeplerle varamadığı kesinliğe, gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan varıyor. Diyor ki: "Şimdi bize ve bütün Türkiye'ye, "çok kuşkulu bir kazaya uğrayan" helikopteri düşmeden önce neden tam 52 defa aradıklarını açıklamak zorundalar." Altan da fahri yargıç olmuş, nihai hükme varmış. Hukuk sisteminde görmek istediğimiz açılımlar bunlar.
Beklenen cevap ve düşündürdükleri
Altan'ın istediği açıklama o akşam geldi. NTV, telekomünikasyon şirketinden aldığı döküme gore mevzubahis zamanların, aslında GMT saat dilimine gore kodlanmış, yani Türkiye saatinin 2 saat gerisinde olduğunu belirtti. Hatta bu belirtmesine, Amerikan basınında görmeye alıştığımız dozda bir hiciv ögesi de katıp (4) "Bu gece Taraf'ın düştüğü hataya düşmeyin, saatinizi bir saat geri alın" haberi de yerleştirdi ana sayfasına.
Bu açıdan bakınca, Taraf'ın kesinlikle iddia ettiği gibi ne savcı yanlış biliyor, ne de NTV'den biri suikastte rol oynamış. Olay, Taraf muhabirine "sızdırılan" belgenin yanlış yorumlanmasından ibaret. Yani premature haberimizde bir N yanlışı daha var. Bu saatten sonra buna şaşırmıyoruz tabii ki.
Ama bu cevap gelmeden bile, ya da cevabı ikna edici bulmasak dahi düşünmemiz gereken çok şey var. Mesela Taraf, bir adli mahkeme rolü oynama yetkisini kendisinde nasıl bulmuş olabilir? Nasıl böyle kesin bir dille NTV'yi hedef gösterebilir, zan altında bırakabilir? İyi gazetecilik, her ele geçen belgeyi ilk yayınlamak mıdır, yoksa doğru sonuçlara vararak yayınlamak mı? NTV'den sadece bir yönetici aranarak, ve o yöneticinin konu hakkında bilgisi olmadığını öğrenerek "yeterli teyit koşulları" sağlanmış olur mu? Basın etiğinde, basın kardeşliğinde bu tür baltalama çabalarının yeri var mıdır? NTV gerçekten suçlu olsa bile, bu olayın duyuruluş şekli bu mu olmalıdır?
Kişisel, biraz da sinirli yorumum ise şu: Taraf Gazetesi, belli bir süredir "belgeye dayalı araştırmacı gazetecilik" nosyonunu, "herhangi bir belgeye dayalı sansasyonel gazetecilik" olarak yeniden yorumlamakta; ve de "Türk basınının en cesur, en olayların üzerine giden gazetesi biziz işte!" şeklinde bir ego sorunundan muzdarip. Benim tavsiyem, Ahmet Altan'ın "NTV ve gazetecilik" tarzı bir makale kaleme almadan once iğneyi kendine batırıp "Taraf ve gazetecilik" başlığıyla bir özeleştiri yayınlaması, yanlış yapıyor olabilme ihtimallerini gözden geçirmesidir. Bizleri taraf olmaya zorlamak yerine, kendilerini tarafsızlığa yaklaştırsalar, belki de onlar için daha hayırlı olur. Aktütün, Mehmet Timur vs. hakkında bilgi sahibi olmak hakkımız kadar, basındaki kirlenmeden, iftiralardan da uzak durmak hakkımızı savunsunlar isterim ben.
Özür kabahatten büyükse..
Ben bu yazının ilk halini kaleme aldıktan sonraki gün Taraf üzerine düşeni yapıp özür diledi. Ama ne özür.
Analoji: Siz evde top oynarken vazoyu kırarsınız, anneniz size kızar, "ya vazo değil de başka bir şey kırılsa, ya birisinin bir yerine bir şey olsa" der. Çünkü sorun, vazonun kırılmasından ziyade, sizin evde top oynamanızdır. Siz ise "Özür dilerim, vazoyu kırdım; ama vazo da çok düşebilir gibi duruyordu zaten, o yüzden" dersiniz.
Taraf bu halet-i ruhiyeden kurtulamamış. Diyorlar ki özür metninde: "NTV haklı, biz haksızız. ...yanıldık, daha doğrusu yanıltıldık. [iki paragraf boyunca] Biz haberimizi resmi belge üzerine kurduk, ama belge yanlışmış. [en sonunda] Özür dileriz."
Var olmama ihtimalleri bile söz konusu olan mühendislerin komplo teorisi, haberin tıpkı bir adli kurum havasında yazılması, iddianın adeta mahkeme celbine dönüşmesi, etik üzerine ahkam kesen tutumlardan dolayı özür yok. NTV'yi zan altında bırakmalarından, olay kısa sürede açıklığa kavuşmasa olabilecek infialden dolayı özür yok. Aslında Taraf masum, sadece ellerine geçen belgeyi haber yapmışlar, ama belge yanlışmış.
Ahmet Altan'ın, bir önceki yazısında esip gürlediği NTV'den özürü de, Yılmaz Özdil'in modern gazeteciliğe kattığı usül "bir cümle = bir paragraf" ile yazılmış, ve gene aslında Taraf'ın masum olduğunu ispata çalışan bir şekilde oldu. O özrün devamında da, aslında daha önceden gene Baransu'nun yaptığı bir haberin doğru çıkmasına gönderme var. Hala daha "Biz aslında iyiyiz, süperiz" altmetni hissediliyor yazıda.
Ben hala daha daha sağlam bir özeleştiri bekliyorum. Bu tür bir skandal bu kadar kolay geçiştirilemez. Özellikle de deyimleri arasında, toplumu çok isabetli biçimde yansıtan "çamur at izi kalsın" yer alan bir ülkede, birilerini cinayetle itham etmek bu kadar kolay olmamalı. Hayır yarın öbür gün biri çıkar, Taraf'ı Ergenekon soruşturması kapsamında göze alınanlara kalp krizi geçirtmekle itham eder, manyetik alan ithamından da daha az inanılır olmaz yani. (BT/EÜ)
* Taraf gazetesinin sloganı, muhtemelen bilindiği üzere, “Düşünmek Taraf Olmaktır!”dır.
(1) Sözde lafının her PKK ve Ermeni geçen cümlede bol keseden kullanılması da ayrı bir inceleme söz konusu olmalıdır aslında, yazar burada yavuz Türk basını karşısında esas duruşa geçmekte.
(2) Bir gazete haberinin, "ne, nerede, ne zaman, neden, nasıl, kim?" sorularına yanıt vermesi beklenir.
(3) Çocukluğunu 90'larda yaşamış her doğuştan teknik işlere meraklı Türk erkeğinin, yumurta ile araba radyatörünü tamir etmesiyle, kozalaktan bomba yapmasıyla vs. gönlünü fethetmiş Amerikan halk kahramanının hikayelerini anlatan TV dizisi.
(4) Ki benim de, üslubumdan belli olduğu üzere, çok takdir ettiğim bir tarzdır kinaye ve hiciv kullanımı. Levent Kırca ve Hamdi Alkan'ın şekillendirdiği kinaye anlayışını gazete köşelerine taşıyan Yılmaz Özdil tarzı kinaye değil tabii ki burada belirttiğim. O biraz ilginç bir mahsul. Başka bir yazıda da ona değiniriz belki.