Levent Köker, 4 Nisan'da Artıgerçek'te TİP'in Emek ve Özgürlük İttifakı içinde ayrı liste ile girmekteki ısrarının muhtemel sonuçlarının son derece dikkatli, özenli bir çözümlemesini sundu. Mesele basitçe milletvekili kaybetmekten ibaret değil. Bunun oluşacak yeni parlamentoda anayasa değişikliği için gerekli olan sayıyı etkileyecek olması. Yani parlamenter sisteme dönmek bakımından hayati önemi olan bir konudan söz ediyoruz. Ayrıntılı bilgi ve tartışma için Köker'in söz konusu yazısına bakabilirsiniz. Ben burada TİP'in bugün izlediği çizgi ve bunun ifade ettiği sosyalizm anlayışı üzerine bir iki şey söylemek istiyorum.
Sınıf siyaseti, kimlik siyaseti
TİP'in bu tavrınının geldiği yer, varsayımı nedir? TİP her zaman açıkça ifade etmese bile sanırım şöyle düşünüyor: "Ben işçi sınıfını temsil eden bir partiyim. Parlamentoda kapitalizm eleştirisi yapan bir tek ben varım. Dolayısıyla ayrı listeyi savunmakla sosyalizmi, işçilerin çıkarlarını savunmuş oluyorum. Halbuki HDP zorunlu olarak işçilerin çıkarlarını savunmayan ve Kürt sorununa ve Kürt haklarına öncelik veren bir partidir. Bu konuda haklı olabilir, ama benim yerine getireceğim işlevi yerine getiremez. Dolayısıyla ayrı bir grubu temsil eden, başka bir ses olmak hasebiyle ittifak içinde ayrı liste ile girmeye hakkım var."
Bu mantık haklı değil mi? Bence değil. Bu nedenle Gültan Kışanak gayet yerinde bir ifadeyle Yeni Yaşam'daki 3 Nisan tarihli yazısına "Bir Sosyalist Olarak" diye başlık attı. Elbette HDP içinde yer alan kadroların, yöneticilerin hepsi sosyalist olmayabilir. Ama çoğunluğunun, veya hatırı sayılacak bir kesiminin böyle olduğu en azından sol hareket içindeki herkesin malumudur.
Şunu da ekleyelim: HDP'ye oy veren kitlenin büyük çoğunluğu da sosyalist olmayabilir, ama içinde yaşadıkları şartlar onları HDP seçmeni kılmış, HDP'nin sol önderliği o şartlara yanıt verebilmiştir. Tüm bu sıraladıklarımız düşünüldüğünde işin özüne gelelim, Kürtlerin içinde yaşadıkları şartların düzeltilmesinde sosyalizm için zararlı ne olabilir?
Türkiye'de demokratik hukuk devleti şartlarının iyi kötü sağlanması TİP için çok daha avantajlı bir konum sağlamaz mı? TİP, zaten Emek ve Özgürlük İttifakı'na böyle düşünerek girmedi mi? "Ben şuraya girersem seçilme şansım artar, fırsat bu fırsat" diye girme ihtimalini aklıma getirmek bile istemem. İşte yukarıdaki akıl yürütmenin yanlışlığının birinci nedeni bu. TİP'in sosyalizmi ve sınıfsal sorunu kendi tekelinde görmeye hakkı yok.
İşçi sınıfı... temsil ediliyorsa, temsil ediliyordur!
İkinci bir neden daha var. Bu eleştiri ağır olacak, ama zorunlu. "Ayrı liste" argümanlarının ardında yatan mantık, sosyalist kuramdan, onun tarihsel tartışmalarından, çağdaş sosyalist kuramdaki değişik yaklaşımlardan adeta bihaber, inanılmaz basitlikte, şematik, yüzeysel bir "temsiliyet" kavramına dayanmak zorunda kalmıyor mu? Bir yerde işçiler veya işçileri savunanlar (mesela TİP gibi bir parti) varsa onların her söylediğinin ve yaptığının işçi sınıfının çıkarına olduğu nasıl bu kadar doğrudan biçimde varsayılabilir?
TİP'li arkadaşlarımız AKP ve MHP gibi partilerin tabanlarındaki mebzul miktarda işçiye "kapitalizmi savunun" diye tavsiye ettiklerini mi düşünüyorlar acaba? Burada insanın aklına ister istemez bir başka soru geliyor: TİP'in kapitalizme karşı olduğu malum, ama Türkiye analizi ne? "Somut durumun somut tahlili"ni nasıl yapıyorlar? Bize lütfen parti programlarını göstermesinler. O işin öyle olmadığına, olmayacağına tüm sosyalizm tarihi kanıttır, günahıyla sevabıyla...
Ve HDP
Üçüncü neden: TİP parlamentoya HDP sayesinde girdi ve HDP'ye vefa borcu vardır. HDP, TİP'lileri kendi listesinden aday göstererek ve daha sonra ortak bir basın toplantısıyla ayrılmalarına ve kendi partileri adına konuşmalarını sağlayarak TİP'i tüm ülkenin tanımasını mümkün kıldı. Yaşanmış, tecrübe edilmiş olan bu durum zaten yukarıda yaptığım argümanın en açık seçik kanıtı: eğer TİP, iddia ettiği gibi sınıf politikasının biricik temsilcisi ise demek ki işçilerin seslerini duyurmaları için HDP'ye ve Kürtlere ihtiyaçları varmış. Bu da ne ayıp ne günah. Başka tarihsel koşullarda tam tersi de olabilirdi.
Buna karşılık TİP'liler "biz parlamentoda çok iyi bir muhalefet yürüttük, bu bizim başarımız" diyebilirler (ve benim yaşadığım Ege'nin uzak bir köyündeki manav bile onlara oy vermekten söz ediyorsa bunda ciddi bir doğruluk payı var demektir). Ama unutmamaları gereken "küçük" bir nokta var: HDP'nin başında Demokles'in kılıcı gibi sallanan "terörizm" metaforu onların başında yok. Somut durumun somut analizi denilen ve maalesef TİP'te göremediğim hakiki bir sosyalist yaklaşım böyle "ayrıntılara" dikkat eder. Türkiye'de baskı pratiklerini gündemde tutan şeyin basitçe "milliyetçilik" olduğunu düşünmek küreselci liberalizme özgü bir naiflik ve hayli tartışmalı.
Siyasi mücadele ne değildir?
Dördüncü nedene geliyorum, ki bu da ağır ama samimi bir eleştiri. Parlamentoda olduğu sürece Erkan Baş'tan telefonuma "zızt bızt" diye mesaj almaktan gerçekten fenalık geldi. Herhalde ismimi sol bağlam içinde bir yerlerden bulmuşlar. Ben 68 yaşında, yıllardır solun içinde karınca kararınca düşünmeye, kalem oynatmaya ve demokrat bir sola hizmet etmeye çalışan bir akademisyenim. TİP bana neyin propagandasını yapıyor? Aslında bu telefona mesaj işini sadece bana değil, işçilere de yapmamalı—ki bu "sosyal medyayı kullanmayın" demek değildir. Bambaşka bir şeyi kastediyorum; aslında bu "mesaj yollama" TİP'li arkadaşlarımızın, hiç kusura bakmasınlar, hiç çalışmaksızın, hiç düşünmeden, ezbere, araçsalcı bir siyaset yaptığının kör gözüm parmağına kanıtı. Neyi kastettiğimi izah edeyim.
Bu tür mesaj tamamen reklam kipliğine uygun bir söylem tarzıdır. Siyasal veya ticari reklamla ilgili olarak yapılan davranış araştırmalarının gösterdiği net bir sonuç var: Reklamlar bireysel davranış düzeyinde hiçbir davranış değişikliği yaratmaz. Yani ben YSP'ye oy vereceksem bir reklam mesajına maruz kalmam sayesinde TİP'e oy veren biri haline gelmem; Omo müşterisi ev kadını Tursil kampanyasına maruz kaldı diye deterjanını değiştirmez.
Araştırmalara göre, bazı çok özel şartlar altında çok keskin davranış değişiklikleri olabilir... O zaman reklam niçin yapılır? Piyasada ismini korumak, unutturmamak için! Reklam bir markanın ismini orada tutar, en fazla pekiştirir, o kadar. Ayrıca reklamın özellikle sosyalistlerin bilmesi gereken marksist bir açıklaması da var. Paul Baran ve Paul Sweezy, "Tekelci Sermaye" isimli ünlü kitaplarının "Satış Çabası" isimli bölümünde tekelci şartlar altında reklamın asıl olarak bir oligopolün (yani bir piyasayı kontrol altında tutan üç dört tekelin) küçük firmaları pazara sokmamak için yaptıkları faaliyetin bir parçası olduğunu göstermiştir. Dünyanın hiçbir yerinde kimse reklamı ciddiye almaz, ancak komik ya da estetik bulursak o gözle bakarız veya dinleriz.
Ben TİP'in insanlara bireysel mesaj yollayarak bugüne kadar bir tek kişiyi bile kazanmadıklarına, tam tersine büyük ihtimalle sadece insanları gereksiz meşgul ettikleri ve mesajın doğrudan çöpe yollandığı kanısındayım. Tabii diyebilirler ki, "ama biz böylece ismimizi görünür kıldık." Doğru; ama sadece o kadar, marka biliniyor—daha doğrusu giderek sadece bir marka haline geliyorsunuz.
Siyasi mücadele nedir?
Bence bu nokta bizi "zurnanın zırt dediği" yere getirdi. TİP'li arkadaşlarımız, anladığım kadarıyla şöyle diyorlar: "İstanbul'un herhangi bir seçim bölgesinde ortak listeyle girilmesi durumunda biz ayrı listeyle girecekken bize oy verecek insanlar ortak listeyle, yani HDP'nin (veya YSP'nin) altında girince oy vermeyecekler. Halbuki biz ayrı listeyle girersek onlar bize oy verecek ve böyle, diyelim 40000 işçi var, vb."
TİP'liler yine kusura bakmasınlar ama bu adeta bir suç itirafı gibi. Bu sürecin en başında TİP, HDP, yani Kürt sorununu vurgulayan bir parti sayesinde, onun zorlu mücadeleler pahasına kazandığı demokratik gücüne sığınarak, onun altında parlamentoya girebiliyor ve sonra TİP olarak ayrılıyor. Bu koşullar altında eğer bugün "HDP listesi altında girerseniz size oy vermeyecek seçmeniniz" varsa ciddi bir sorununuz var demektir ve telefonlara mesaj yollamak gibi boş işler yerine yapmanız gereken çok daha ciddi bir iş var demektir: Meseleye sınıfsal bakmayı sizin sayenizde benimsemiş veya işçi olarak siyasal bilinç kazanmış bu insanlar hâlâ Kürt sorununun ne sorunu olduğunu idrak edememiş olduklarına göre onlara bunu izah etmeniz ve anlatmanız gerekir ki ittifak güçlensin, sınıfsal ve kimliksel problemleri bir araya getiren demokratik ve sosyalist bir hareket oluşabilsin.
Sizin yaptığınız ise sadece seçmenlerinizi ve işçileri dar anlamda sınıfsal bir bakış açısına mahkum bırakmakla kalmıyor, aynı zamanda ırkçılığın alanını boş bırakıyor. İşçilerin sorunu işçilerin, Kürtlerin sorunu Kürtlerin! Bu zihniyetle hiçbir sorun çözülmez; en başta işçilerin sorunu çözülmez. Sosyalistlerin derdi, parlamento içinde ve dışında, bunların dinamik ilişkisiyle, düzgün, sağlam bir hareket oluşturmak olmalıdır; basitçe parlamentoya kendi etiketini, markasını taşıyan insan sokmak değil. Sınıfsal siyasetin garantisinin isim ve marka olduğu dar, indirgemeci, yüzeysel "temsil" anlayışı bugün kazanır, yarın kaybeder. Elbette parlamentoda TİP'li olsun, ama böyle olacak TİP'linin ne işe yarayacağı, hatta kendine ne kadar yararı olabileceği konusunda Levent Köker'in yazısına bakın.
Rüzgar ve fırtına
Sonuçla, TİP olumlu bir rüzgar yakalamış, bunu haketmişse, bravo. Yeter ki kendini abartarak bir çuval inciri berbat etmesin. Bilen bilir, ÖDP 1990'ların sonunda aynı rüzgarı yakaladığında insanlar "bunlar iyi güzel, ama kazanamazlar" diyerek CHP'ye oy vermişti. Bugün durum elbette farklı, ama hâlâ hiçbir şeyin garantisi yok ve TİP kendi rüzgarına ona kapılanlardan daha çok kapılmış vaziyette; korkarım uçmaya başladı. Umalım ki tüm bunların altında maalesef toplumun kılcal damarlarına işlemiş Kürtlere karşı sevgisizlik ve herkese gösterilen inayetten onları yoksun bırakan o olumsuz duyguların izi olmasın.
Bu ağır bir yazı oldu, biliyorum. Kalp kırdıysam bağışlayın, samimiyetime verilsin. Ama TİP'e kendi aldığı tavrın ve sonuçlarının daha ağır olabileceğini hatırlatarak bitirmek isterim. Eğer bu iş demokrat Türkiye'nin istediği gibi bitmez ve özellikle parlamento içindeki mücadele için olumsuz sonuçlar doğarsa bunun vebali TİP'in sırtında olacak, bunu bilsinler. Milletvekilciliği oyunu oynamıyoruz, önümüz fırtına, aklımızı başımıza toplayalım.
(MM/AÖ)