Erlend Loe, iyi bir yazar. Başarısını, olayları ve insanları dikkatle gözlemleyip hikâyeleştirmeye borçlu. Hikâyelerinde şimdiyi ve geçmişi harmanlayan Loe, insanların birbiriyle kurduğu ve kuramadığı iletişimle beraber, tortulaşmış ve kişiyi yaşadığı dünyaya kâh yabancılaştıran kâh uyumsuz hâle getiren hatıralara yoğunlaşıyor. Öte yandan, insan-doğa ilişkisine, buradan hareketle kişinin yeni bir kimliğe bürünme sürecine dair kalem oynatan yazar, başka hayatların mümkün olabileceğini gösteriyor.
Loe’nin kafa yorduğu bir diğer mesele aşkın yaşamı iyileştirdiği mi, yoksa işgal mi ettiği sorusu etrafında şekilleniyor; rutinleri sarsarken yenilerini yaratan, ruhsal gerilimlere yol açarken kişiyi uçuran aşk, yazarın anlatılarında absürt tartışmaları tetikleyen tatlı-sert bir olay hâline geliyor.
Loe’nin alametifarikası, başkasını ve kendini dinleyen kahramanlarla oluşturduğu metinler. Onlar, zaman zaman konuşsa da çoğunlukla suskunlukla var oluyor. Kısacası yazarın hikâyeleri, hayatın akışıyla paralellik gösteriyor ve yaşamın içinden akıp gidiyor. Karakterler de düz bir çizgide ilerlerken aniden tepetaklak olan yaşamlarını düzenlemek için büyük bir çaba harcıyor.
Loe’nin yaşamın içinden akıp gitme ve hayatı yorumlama edimi, yalnızca romanlarıyla sınırlı değil; Gerçeklikle Müzakere’de tekteker üzerindeki gezginliğini anlatırken bu ilginç bisikleti metafor hâline de getiriyor. Dört mevsim süren macerasını, “destek tekerlekleri olmadan” hayatı yaşama ve anlama uğraşı diye niteliyor.
Yaşamın konforsuz tarafı
Loe’nin hikâyesi, dört tekerden üçe, üçten ikiye ve sonunda bire düşmesiyle biçimleniyor. Çoktan aza doğru bir gidiş bu. Yazar, mevcut durumu “yaşamım boyunca üzerinde bisiklet kullanmayı sevdiğim toprağa dönüşeceğim” diyerek özetliyor.
“Manzara üzerinde alçaktan uçan” Loe, hem dikkatli hem de keyif alarak sürdürdüğü yolculuğuna düşme tehlikesinin eşlik ettiğini söylüyor ve bunu yaşama benzetiyor: “Yaşam gerçeklikle uzun bir müzakere. En başta boynumuzu bile dik tutamıyoruz. Gerçeklik her yönden bizi aşağı bastırıyor, her şey için yardım almamız gerekiyor. Sonra alıştırmalara başlıyoruz. (...) Koşuyoruz, hopluyouz, dans ediyoruz. Bisiklet sürmeye başlayınca karmaşıklık artıyor. En başta dehşet bir konsantrasyon gerekli. Yanlış adım düşmeyle cezalandırılıyor.”
Gerçeklikle Müzakere, Loe’nin otobiyografik anlatısı; bisiklet sürmeyi öğrenme sürecini yaşamla karşılaşmaya benzettiği bir metin. Küçük yaşlarından itibaren bisiklet tepesinde etrafını gözlemlerken manzaranın içinden ve insanların arasından geçip gidiyor yazar. Klasik bisiklet kullanırken kendisinin bir yönetici, kâşif ve seyyah olduğunu, tektekerin her şeyi değiştirdiğini söylüyor Loe.

Tektekerin bir merak, heyecan ve âdeta bir devrim hâline geldiğini; güvenli ve akılcı sürüşten kendisini uzaklaştırarak bir maceranın kapısını araladığını ifade ediyor: “Sadece tehlikeli olmakla da kalmıyor üstüne bir de tamamen imkânsız gibi. Doğaya aykırı. Denge ve kontrol temel ölçüler. Her zaman bunlarla uğraşıp duruyoruz. Kontrollü görünmek istiyoruz. Takılıp düşen insanlara gülüyoruz. Bedenimiz bizi ayakta tutmak için inşa edilmiştir ve ayakta durmamız planını tehdit eden her şeye karşı içgüdüsel olarak şüpheciyizdir.”
Loe’ye göre tekteker, yaşamın güvensiz, konforsuz ve flu tarafını temsil ediyor; dünyanın düz olmadığını gösterirken düşme tehlikesini hissettiriyor ona. Diğer taraftan bilmediklerini ve yapamadıklarını getirip önüne koyuyor. Başka bir ifadeyle yaşamın farklı bir yönüne işaret ediyor: “Şimdiye kadar yaşamın kendisi olduğuna inandığım gerçeklikle yaptığım müzakereler, sadece ön görüşmelermiş meğerse. Şimdi gerçeklik, bu müzakerede taraf oldu. Birlikte çalışıyoruz, o ve ben. Onunla konuşuyorum. İşlerimi kolaylaştırıyor. Beni ikna edip bana baskı yapıyor. Peşimden koşuyor ve beni yakalayamıyor. Eskiden olduğundan daha yoğun yaşıyorum.”
Sonsuza doğru gidiş
Bisiklet sürmenin özgürlükle eşleştirildiğini, hatta bunun böyle olduğunu biliyor Loe. Kendisi içinse iki tekerlekli bisiklet ve sonrasında kullandığı tekteker, özgürlükten daha fazlası; âdeta yaşamın bir prototipi demek. Aynı zamanda yazar, tektekerle yolculuğu trafikten azade ama onun içinde, insanlardan ayrı fakat onlarla yan yana bir oyun diye niteliyor.
Tekteker, Loe için bir macerayken etrafındakiler ve onunla karşılaşanlar için şaşkınlık anlamına geliyor. Farklı olanla yüzleşmenin kişide uyandırdığı hayret bu; tıpkı bir yabancıyla yolun ilk kesiştiği anda yaşanan tedirginliğe benziyor. Tektekerle yol alan insan, onlar için tam bir muamma. Dolambaçlı yolları tekinsiz bir araçla kat etmenin verdiği haz, uyandırdığı kuşku ve doğurduğu gerilim de cabası: “Birkaç yara bereniz oluyor. Ama hayat zaten bunu getiriyor. Dizleriniz sıyrılıyor. Pedallar geri tepip bacağınıza isabet ediyor. Dar bir patikada ağacın çok yakınından geçtiğim için parmağım kesiliyor. Patikadaki bir ağaç köküyle kenardaki ağacın arasından sıyrılmam gerekiyor ve ağaca çarpıyorum ama bu dar pasajdan geçebilmek için o kadar konsantre olmuşum ki o anda bunu fark etmiyorum, kaburgalarımın ağrısı birkaç hafta geçmiyor.”
Tekteker üzerinde 3 bin 250 kilometre yol alan Loe, azlığın keyfini sürüyor. “Az yeterlidir” önermesini bir adım öteye taşıyıp “az çoktur” diyor yaşadıklarından sonra: “Az çoktur. Tekteker, iki tekerden çoktur. Daha yakındır, daha derindir, daha yüksektir ve sonsuza doğru alır götürür.”
Gerçeklikle Müzakere, Erlend Loe, Çeviren: Dilek Başak, Yapı Kredi Yayınları, 200 s.
(AB/TY)







