Dünyada bir çok siyasi ve askeri savaş aşırı tutucu veya kökten dinci akımlar tarafından ortaya çıkarılmıştı. Aşırı tutuculuk, veya diğer adıyla köktencilik, dini, ulusal veya ekonomik nedenlerle hayat bulur, serpilir, yayılır ve tek Doğru’nun kendi söyleminde olduğuna inanır. Bu inanç öylesine güçlenir ki, kendi tek Doğru’su uğruna insanları öldürmek, doğaya zarar vermek, uygarlıkları yok etmek, yakıp yıkmak bir “hak” olarak tanımlanır. Basite indirgersek “var olabilmek için yok etmek” gerekir. Hem ironik, hem de trajik.
İsrail'in "tekno faşizmi"
Bu güne dek daha ziyade aşırı sağ veya aşırı sol ideolojilerde gördüğümüz bu hastalık, son üç gündür ileri teknolojiler yaratmak konusunda dünyadaki en başarılı beş ülke arasında yer alan İsrail tarafından “tekno faşizm” veya teknolojik şiddet olarak karşımıza çıkarıldı.
Lübnan’da hem parlamentoda yer alan hem de Güney Lübnan’da, İsrail sınırında güvenlikten sorumlu olan Hizbullah örgütlenmesi üyelerinin kendi aralarında haberleşmek için kullandıkları çağrı cihazlarına (pager), kısa adıyla PETN olarak bilinen çok güçlü bir patlayıcının yerleştirilmesi sonucunda Beyrut’un güneyinde bulunan ve çoğunlukla Şiilerin yaşadığı Dahiye bölgesinde 9 kişi yaşamını yitirdi ve 3 bin kişi de yaralandı.
Pager kullanan herkes,
doktorlar da, hedef oldu
Çağrı cihazlarının patlatılması sonucu yaralananların çoğu yüz, özellikle göz, kulak gibi organlarını, ellerini, parmaklarını yitirdiler, bazı durumlarda mide ve bağırsaklarından yaralandılar. Beyrut hastanelerinde görev yapan bir çok sağlık görevlisi ve doktor da 'pager' kullandığından yaralanan ve gözlerini yitirenler arasında onlar da var. Bu yaralı kişilerin birden fazla doktor ve operatör tarafından ameliyat edilmeleri zorunlu olduğundan sağlık görevlisi sıkıntısı ve hastanelerde izdiham ortaya çıktı.
Olayın yaşandığı 18 Eylül Salı günü başta Beyrut halkı olmak üzere bütün dünya büyük bir ŞOK yaşadı. Herkesin, her an elinden düşürmediği, onsuz olamayacağı bu en kıymetli “oyuncak” kendi ellerinde patlayarak onları yeni bir “şiddet” türüyle tanıştırdı. Ölüm biraz daha yakınlaştı, arabalara, evlere, çarşı pazara insanın var olabileceği her yere yayıldı.
Dokuz yaşındaki bir kız çocuğu, babasına çağrı cihazını götürürken, alet elinde patladı. Kız çocuğu öldü. On bir aydır İsrail tarafından öldürülen binlerce çocuktan biri olarak kayda geçti. Ölüler kayda geçen ölüler ve bilinmeyenler olarak ikiye ayrılmışken, üçüncü şık olarak elinde telefon patlayanlar yaralandı.
Ölenlerin cenazelerine de saldırı
İnsanlık adına bir “Başarı” hanesine mi yazılacak bu şiddet? Başta New York Times olmak üzere köktenci kötülüğün baş savunucuları medya mensupları olayı hemen “İsrail’in taktik başarısı” olarak yazmaya başladılar. İnsanları sadece öldürmekle kalmayan, yaşasa bile sürünerek yaşamasına yol açan bu müthiş buluş Elon Musk ve benzerlerine yeni ikbal kapıları açabilirdi.
Olayın yaşandığı günün ertesi, yani 19 Eylül Çarşamba günü, Salı günü ölenlerin cenazelerine yeni bir saldırı daha yapıldı.
Bu kez "Walky Talky" olarak bilinen el telsizlerine patlayıcı yerleştirilmişti. Hatta bazı güneş panellerinde de patlamalar olmuştu. Bu saldırıda kullanılan patlayıcı madde PETN‘nin dozu artırılmış 3 mg'dan 6 mg’a çıkmıştı. Ölü sayısı ise 33 oldu.
Bu da belki gelişme hanesine başarı olarak geçecekti.
Lübnan’lı yakın bir arkadaşımı gece rüyamda gördüm. Hastanede bulmuştum onu. Ölmemişti, kafası da yerindeydi, ama yürüyemiyordu. “Niye geldin” dedi bana.
Ertesi sabah erkenden aradım, buldum. "Hayattayım" dedi, eğer bu yaşadıklarımıza ve bundan sonra yaşayacaklarımıza “hayat” deniyorsa.
Bugün bu yazıyı yazarken Güney Beyrut İsrail jetleri tarafından bombalanıyor. Kaç ölü var, kaç yaralı bilmiyorum.
Kaçıncı Beyrut savaşındayız onu da bilmiyorum. Sabra ve Şatilla katliamının Eylül 1982'de olduğunu, o zaman yedi aylık olan oğlumu kucağımda sallarken ağladığımı hatırlıyorum.
Hepsi bu kadar.
(MUT/AEK)