Avrupa Birliği ile “uyumu yeniden tanımlamak” 2004 yılının en önemli gündemiydi.
Günümüzde ise sonun başlangıcı olarak yeniden gündemde…
Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği ile Türkiye arasında 3 Ekim 2005’te başlatılan üyelik müzakerelerinin geçici olarak dondurulmasına karar verdi. Bu kararı 37 oya karşı, 479 oyla kabul etti. 107 parlamenter çekimser kaldı. Türkiye ile AB arasında yürütülen üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını öngören dokuz maddeden oluşan Avrupa Parlamentosu ortak karar metni, bağlayıcı olmamakla birlikte siyasi açıdan kuşkusuz çok önemli bir belge özelliğini taşıyor.
Avrupa Parlamentosu kararı acaba sonun başlangıcı mıdır?
Geriye dönelim ve yaşadığımız sürece bakalım…12-13 Aralık 2002’de gerçekleşen Kopenhag Zirvesinde, Avrupa Birliği 2004 yılı Aralık ayında Avrupa Komisyonunun hazırlayacağı rapor ve öneriler doğrultusunda Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirdiğine kanaat getirdiği takdirde, gecikmeksizin üyelik müzakerelerinin açılmasını taahhüt etmişti.
Brüksel Zirvesinde Türkiye’nin Kopenhag Kriterlerini karşılaması konusunda önemli bir ilerleme kaydettiğinin altı çiziliyor ve gelişmeler “olumlu” kabul ediliyordu. Ama 2004 yılında başlaması beklenen uyum sürecinin sorunlu olacağı, İlerleme Raporunda işaret edilen ön kabullerden birisiydi.
Bakanlar Kurulunca alınan 24.07.2003 günlü mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar” Dışişleri Bakanlığı’nın 19.6.2003 tarihli ve 3276 sayılı yazısı üzerine, Bakanlar Kurulu’nca 23.6.2003 tarihinde kararlaştırılmıştı (Karar Sayısı 2003/5930). Bakanlar Kurulu Kararı 24.07. 2013 tarihli ve 25178 mükerrer sayılı resmi Gazetede yayımlandı. Kararın altında Bakanlar Kurulu üyelerinin ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün imzaları var.
Bakanlar Kurulu “Siyasi Kriterler” başlıklı kararında; Türkiye’nin 24 Mart 2001 tarihli Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programında öngörüldüğü şekilde temel hak ve özgürlükleri, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, azınlıkların korunması ve saygı görmesi hususlarındaki düzenlemeleri güçlendiren ve güvence altına alan kapsamlı anayasal ve yasal reformlar gerçekleştirdiğini ifade ediyordu…
Bakanlar Kurulu kararından bazı cümleleri okuyalım…
“Cumhuriyetin dayandığı temel ilkelere bağlı, ulusal bütünlük içinde, demokratik ve laik, bilgi çağını yakalamış, güçlü ve refah içinde yaşayan çağdaş bir hukuk devleti olmak, gelecek kuşaklara karşı tarihi bir sorumluluktur (…).
Avrupa Birliğine üyeliğimiz, halkımızın büyük çoğunluğunun desteklediği ve ülkü birliğine vardığı ulusal bir hedeftir. Türkiye’nin stratejik vizyonunun da ayrılmaz bir parçası olan bu hedef, Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi ve Atatürk’ün ulusumuz için çizmiş olduğu çağdaş uygarlıkla bütünleşme vizyonuyla birebir örtüşmektedir (…).
Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği yolunda atacağı adımlar, vatandaşlarımızın doğrudan doğruya daha gelişmiş demokrasi ve hukuk değerleri içinde yaşamlarını sürdürmeleri ve daha iyi ekonomik ve toplumsal şartlara sahip olmalarının hızlandırılmasına yönelik atılımlardır. Bu nedenledir ki Türkiye, tam üyelik müzakerelerine biran önce başlayabilmek ve Avrupa Birliğinin genişleme dinamiğinde yer almak için üzerine düşen yükümlülükleri, Cumhuriyetimizin temel ilkelerine ve Atatürk’ün mirasına sahip çıkacak bir anlayışla, süratle yerine getirmek azminde ve kararlılığındadır. Ulusal Programla ortaya konan yükümlülüklerimiz, Türk halkının benimsediği bu yaklaşımı yansıtmaktadır.”
Bakanlar Kurulu kararının “Siyasi Kriterler” başlıklı bölümünde neler vardı?
Siyasi kriterlerde “Bu bağlamda, ölüm cezası kaldırılmıştır” deniliyordu, şimdi ölüm cezasının geri getirilmesi siyasi hedeflerin başında geliyor.
Ölüm cezasının her koşulda kaldırılmasını öngören, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Sözleşmesi'ne Ek 13 Nolu Protokol (Vilnius - 3.5.2002) hükümlerine göre “Ölüm cezası kaldırılmıştır. Hiç kimse bu cezaya çarptırılamaz ve idam edilemez” (Madde 1). Bu Protokolde yazılı olduğu gibi; Türkiye, “Hayat hakkının, demokratik toplumun temel değeri olduğunu ve ölüm cezasının kaldırılmasının, bu hakkın korunması ve tüm insanların doğuştan gelen onurunun bütünüyle tanınması için elzem olduğu inancıyla” imzalamış ve Protokole taraf olmuştu.
13 Nolu ek protokol her koşul altında mutlak bir biçimde ölüm cezasını yasakladı. Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın 2. maddesinde de idam cezası yasak… Amerika İnsan Hakları Sözleşmesi ek protokol ile idam cezasını yasakladı. BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi 2 Nolu ek protokol ile idam cezasına mutlak yasak getirildi.
Ölüm cezası Türkiye’de en son 1984 yılında uygulandı. 03.08.2002 kabul tarihli 4771 sayılı kanunla idam cezası “barış zamanında” kaldırıldı, 2003’te AİHS 6 Nolu ek protokolü onayladık. 14.07.2004 kabul tarihli ve 5218 sayılı kanunla Türkiye idam cezasını her koşulda mutlak olarak kaldırdı ve ardından 2006’da AİHS 13 Sayılı Ek protokolü onayladı.
Eğer Türkiye taraf olduğu AİHS’si 6 ve 13 sayılı ek protokollerden çekilirse bu AİHS’den de çekilmek demektir ve Sözleşmeden çekilen ülkenin Avrupa Konseyi üyeliği sona erer.
Şimdi mülteciler için “sınırları açmak” üzerine kurulu bir politika ile AB ve Avrupa Konseyi ile ilişkilerimizde sonun başlangıcına; ölüm cezasını geri getirmekle başlayacağımızı ilan ediyoruz… Geri dönülmez bu yolda sonun başlangıcı budur aslında…
Siyasi kriterlere göre “Gözaltı ve cezaevi koşullarına ilişkin düzenlemeler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) normlarına ve Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi tavsiyelerine uygun hale getirilmiştir” deniyordu… Günümüzde cezaevleri ağzına kadar dolu ve kanayan yara kangrene dönüşmek üzere…
“Olağanüstü Hal uygulaması ülke genelinde kaldırılmıştır. Düşünce, ifade ve basın özgürlükleri genişletilmiştir ”denilmişti Siyasi Kriterlerde… OHAL geri geldi, KHK dönemi başladı, ifade özgürlüğü alabildiğine sınırlandırıldı.
Siyasi Kriterlerde ifade özgürlüğünün evrensel değerlere dayalı olarak ve Avrupa Birliği üyesi ülkelerin uygulamalarına koşut olarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10. maddesi kriterleri temelinde genişletilmesini sağlamayı Hükümetin üstlendiği görev olarak saymıştı. Aksi oldu ve ifade özgürlükleri istisna, sınırlandırmalar kural olarak uygulandı ve basın özgürlüğü ortadan kaldırıldı.
HDP milletvekilleri ve belediye başkanları tutuklanıyor. Cezaevindeki gazeteci ve yazarlar haklarında açılan ceza davalarını anlayabilmek için çaba sarf ederken, “dışarıdakiler”; insan hakları ihlallerini hukuk yoluyla açıklamak istiyor ama akıl tutulması yaşıyor…
AB-Türkiye ilişkilerinde bundan sonra ne olabilir?
Yıllar sonra geldiğimiz noktada; Avrupa Parlamentosunun Türkiye hakkında aldığı “geçici dondurma” kararı nasıl sonuçlanır bilinmez. Ama bilinen odur ki; bu bağlamda, 15-16 Aralık 2016’da AB liderlerinin Brüksel’de yapacağı zirveden çıkacak olan karar; Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği açısından kritik öneme sahip olacak…
Tıpkı şimdiki zamanda yaşanan sonun başlangıçları ve yaratacağı çok ciddi sorunlar gibi. (Fİ/BK)