Yetiştirme yurdunda görevli sosyal hizmet uzmanı (SHU), kabul işlemlerini yaptığı Serdar’ı kalacağı odaya götürür. Pencere kenarındaki ranzada yatmak ister Serdar. İsteği yerine getirilince “teşekkür ederim yıldızlar için” denmesine anlam vermese de kurcalamayan SHU, bir nöbetinde Serdar’ın uyumadığını görür.
- Niye uyumadın?
- Bugün benim yıldızlarım doğdu, o yüzden uyuyamadım.
- Hangi yıldızlar onlar?
- Şu uzaktaki tek yıldızın üstündeki üç yıldız. Ananem almış bulmuş onları. İsimleri Gülsüm (annem), Aynur (ablam), Hayriye (teyzem). Ablamı aralarına almışlar, el eleler. Benim yıldızlarım onlar.
- (Yutkunarak) O kadar gökyüzüne bakıyorum hiç dikkat etmemişim, kusura bakma. Ben bütün yıldızları aynı sanıyordum, yanılmışım. Sayende bunu anladım, bundan sonra senin gibi bakacağım.
- Hocam, senin yıldızın yok mu?
- (Aklına şehit olan kuzeni geliyor) Gökyüzünde tek başına, duran parlak ışıklı şu (eliyle gösterir) yıldızın adı Ahmet Erkan Doğan. Yalnız durduğuna bakma, o asker ve nöbet tutuyor şu an.
Çiçekler ve yıldızlara dair anılar
Meslektaşım, SHU Hulusi Armağan Yıldırım’ın yazdığı “Zor Çiçekler: Bir SHU’nun Anıları" kitabını büyük bir keyif ve gururla okumuş, bianet’e de yazmıştım. Mülga Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü (SHÇEK) merkez ile taşrasında yönetici ve SHU olarak çalışan, halen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığında yönetici olarak çalışan Yıldırım, “Benim Yıldızlarım” adlı ikinci kitabında (Trend Yayınevi-Mart 2018) da çocuk-genç, engellilik alanında çalışırken biriktirdiği –bazıları deneme kıvamında- 23 yaşantısına/anısına yer vermiş.
“Anla(ya)madığın çocuk, sizi kendinden mahrum eder”
Gözlemci-uygulayıcı olan ve “(Bu kuruluşlarda) çalışırken olaylara ve insanlara farklı bakış açılarıyla bakmayı öğrendim. Benim onlara ne kadar emeğim geçtiyse onların da bana o kadar hakkı geçti.” diyen Yıldırım’ın bu kitabı da, bir ‘sosyal hizmet alanı’ olan ‘korunmaya muhtaç çocuklar’ ile ‘engellilere’ ve onlara bakım hizmeti veren kuruluşlara dair düşündürüyor okuyanı.
Her sabah mesaiye geldiğinde yurdun girişindeki merdivenlerin üçüncü basamağında otururken gördüğü çocuğa “neden burada oturuyorsun” diye soran ve “annemi en son burada görmüştüm ve bu basamaktan ona el sallamıştım” yanıtı alan meslektaşım anlatısının sonunda “Anla(ya)madığın çocuk, sizi kendinden mahrum eder” diyor.
Gönüller de birbiriyle komşu olur
Ahmet’inyurda yakın bir evde oturan Ayşe Teyzesiyle dayanışması, dertleşmesi, sevgi alışverişi yapması kısacası birbirlerinin gönlüne komşu oluşlarını anlatan “Gönül komşusu” yaşantısı ile engelli Turgay’ın yurt fonunda içinde babası, iki gevrek simit ve Hulusi Baba’nın geçtiği yaşantısı okuyanın yutkunmasını yol açıyor.
Başka bir yetiştirme yurdundan nakil gelen Erol, işittiği halde sadece uyurken konuşan, her şeyi anlayan, soruları kafa işaretiyle yanıtlayan, tedavisinden sonuç alınamayan bir çocuk. Yıldırım, her gün odasında konuk edip ufak tefek işler veriyor, diğer çocukların ‘sağır’ diye seslendiği Erol’a. Neden konuşmadığını da sormuyor hiç. İki ay kadar sonra, onun getirdiği çayları karşılıklı içerken Hulusi’nin “Çay çok güzel, sen mi yaptın?” sorusuna yanıt geliyor; evet. Ertesi gün ikiye çıkan sözcük sayısı her geçen gün artıyor. “Aylarca konuşmamak zor olmadı mı?” sorusuna Erol, “Evet, çooooooooook zor oldu” yanıtı veriyor. Okuldan eve geldiğinde annesini başka bir adamla görmüş. Akşam babasına söylemiş. Kavga-dövüş. Sonuçta anne-baba ayrılıyor, çocuklar yuvaya yerleştiriliyor. “Dilim kopsaydı söylemeseydim… Yuvamız yıkıldı, ailemiz parçalandı. Ağzımdan bir şey çıkar da, kötü bir şeye neden olurum diye söz verdim kendime, konuşmayacağım.“ Bir SHU olarak Hulusi, geliştirdiği sosyal yaklaşımla Erol’u kazanmıştı işte.
Öğretim resmi, eğitim vicdani bir görevdir
Yıldırım’ın korunmaya muhtaç çocuklarla çalışanlar için önerileri anlamlı.
“Önce kendinizi sevdirin, size inanmasını sağlamalısınız zira inanmadıkları şeyi yapmazlar. Öğretimden ziyade eğitim yani. Öğretim resmi bir görev iken, eğitim vicdani bir görev sayılabilir. Çalışanlarla gençler arasındaki sürtüşmenin kaynağıdır bu. Öğretmen verdiği talimatın yerine getirilmesini ister. Çocuk ise o talimatın kendisi için anlamını/gerekliliğini sorgular sonra davranış geliştirir ve sıklıkla bu davranış öğretmenin hoşuna gitmez. Yurt çalışanları öncelikle söylediği sözü/verdiği emri sorgulaması gerek. Emir cümleleri yerine tercih hakkı veren cümleler kurmalı.”
Yurt kardeşliği, aile kaynaklı travmanın etkisini azaltır
Kitaptaki “Hoş Geldiniz Komutanım”, “İki Gül”, “Sorma Arzusu”ile “Üç Katlı Ranza” yaşantıları beni ötelere götürdü. Yazar, sosyal hizmet kuruluşlarında çalışmanın ve yönetici olmanın güçlükleri, hayatın dayatmaları sonucu gelişen yaratıcılık örneklerinin yanı sıra bazı anılarında da öz eleştiri veriyor, tüm içtenliğiyle. “Hayata tutunmak bazen engelli iki genç kız için dizüstü bilgisayar, engelli kızlarına bakarken bel fıtığı olan anne için lift, SHU için mesleki doyum ya da şapırdatarak içilen demli bir çay olur.” diyor. Yıldırım, yurtta çocuklar arasında gelişen kardeşliğin, gerçek aileden gelen travmanın etkisini azaltmaya yarayan birçok yapıyı barındırdığını da söylüyor.
“Yurt çocukları aile içinde kazanılan bazı değerleri ve davranışlar ile ilişki biçimlerini yurttan ayrıldıktan sonra kıra döke öğrenir. Önünde model alacağı, iyiyi doğruyu ve nerede ne konuşulması/nasıl davranılması gerektiğini anlatacak biri olmazsa hata yapa yapa öğrenecektir. Çalışanların, bu çocuklara güzel şeyleri öğretecek düzeyde bilgi ve deneyimi olmalı, yoksa bunları bilen kişilerden destek almalı.” diyen Yıldırım’a katılmamak ne mümkün.
Gökyüzüne bakmaya davetliyiz
Önceki kitabında -yeri geldiğinde- meslektaşlarına (özetle); hayatı sevin, mücadeleci olun, duygularınızı denetleyin, gerçekçi ve ön yargısız olun, insan ayrımı yapmayın, pesimist değil optimist olun, toplumun sesini iyi dinleyin, toplum tarafından zor kabul edilen bireylerle çalışırken onlara ‘ben seninle ilgiliyim, sana önem veriyorum’ mesajı verin, müracaatçınıza dokunun, kullandığınız sözcüklere ve hitap şeklinize dikkat edin, müracaatçınıza gerçekçi olun” hatırlatmalar yapmıştı.
Şimdi de “SHU mesleği ve işi gereği müracaatçısına -yerinde ve zamanında- gerekli ve farklı algılanmayacak soruları sorarken onu yormaz ve örselemez. SHU deneyimi arttığında, müracaatçısına kendini anlatma fırsatı tanıdığında çoğu cevabı, o soruları sormadan almayı becerir.” gibi hatırlatmalarda bulunuyor.
Hulusi Yıldırım; “Sevmek için yürek gerek, sürdürmek için de emek gerekir” diyor, yurtlardaki yıldızları sahiplenmemizi diliyor ve bizleri gökyüzüne bakmaya davet ediyor. Davetin kabulüm olup, iğdelerin senin içinde de hep çiçek açması dileğimdir. (ŞD/AS)