14 Şubat Sevgililer Günü'nde iki film giriyor vizyona. Aşka dair iki film: "Aşk(Her)" ve "Sadece Aşıklar Hayatta Kalır (Only Lovers Left Alive)".
Her yerin kıpkırmızı kesildiği, dükkanlardan, AVM'lerden, televizyon ekranlarından kalplerin fırladığı bu ticari zeka ürünü günde vizyon görmek filmler için de bir pazarlama hamlesi belki. Ama sinemaya olan aşkımızdan dolayı hoş görüp, sesimizi çıkarmıyoruz yine de.
Her / Aşk
İlk filmimiz Her kerameti kendinden menkul yönetmen Spike Jonez'un filmi, başrollerinde Joaquin Phoenix, Scarlett Johansson ve Amy Adams gibi oyuncular var.
Her aslında bir bilim kurgu mu yoksa içinde bilim kurgusal öğeler barındıran bir aşk filmi mi söylemek zor. Hikâyemiz gelecekte geçiyor. Her şeyin bilgisayarlar tarafından kontrol edildiği, mesajlarımızı klavyelerle değil de sesle yazabildiğimiz, insanların da ilişkilerin de mekanikleştiği bir zaman bu. Ama çok da uzak bir gelecek değil sanki; henüz uçan arabalar, uzay gemileri, ışınlanma gibi şeyler yok ortada.
Kahramanımız Thedore başkaları adına mektuplar, üstelik çok da güzel, dokunaklı mektuplar yazan, evliliği bitmek üzere, biraz münzevi, çokça da mutsuz ve yılgın bir adam. Çalıştığı şirkette selamlaştığı iş arkadaşları ve komşusu olan evli ve mutsuz çift dışında pek kimsesi yok.
Bir gün gördüğü, yapay zekaya sahip ve insanlara arkadaşlık eden bir işletim sisteminin reklamından etkileniyor ve bir bedeni olmayan, sadece sesten ibaret Samantha hayatına giriveriyor. İşletim sistemi Samantha, yani Scarlett Johansson'un sesi, kendini yenileyebilen, gelişen, evrilebilen biri.
Biri diyoruz çünkü bedensiz olmasına rağmen gerçek bir insan gibi düşünüp hissedebiliyor, hatta zaman içinde Thedore'a aşık bile oluyor. Thedore da bu yeni sevgiliden memnun. Normal çiftler gibi dışarı çıkıp geziyor, birlikte uyuyor, uzun saatler sohbet ediyorlar. Ama belki durumlarının imkansızlığı belki de her ilişkinin girdiği çıkmazlara girdikleri için tıkanıp kalıyorlar.
Samantha sevgilisini mutlu edebilmek için gerçek bir insan olabilmenin, hatta belki de gerçek bir bedenin peşine düşüyor, Thedore ise bedensiz, kendisiyle birlikte yaşlanamayacak ama yine de kıskandığı, sanki fiziken varmış gibi hissettiği Samantha'dan yapamayacağı şeyler ummaya başlıyor. Sonunda ne oluyor onu söylemeyeceğiz elbet. Ama sonunda insanı düşünmeye zorluyor film.
Her şeyden önce bahsedilen gelecek çok da uzağımızda değil, bunu bilmek ürkütücü. Tüm hayatımızı elimizdeki telefonlar, önümüzdeki bilgisayar ekranları ekseninde yaşamaya başlamış ve üstelik buna bir hayli alışmış insanlar olarak aynada kendimize bakıyor gibiyiz. Thedore'un evliliği başarısızlıkla sonuçlamış, filmdeki evli çiftimiz de mutsuz. İnsanlar güya çok sevdikleri eşlerine ya da akrabalarına mektup yazmaya imtina eder, bunu başkalarına yaptırır hale gelmişler. Pek tozpembe görünmüyoruz geleceğin insanları olarak. Ama Jonez sanki buna inat çok pastel görüntülere sahip bir film çekmiş. Yumuşacık gördüğümüz her şey. Thedore'un giysileri duyguların soğumasına nazire yaparcasına kımızı ya da turuncu tonlarında.
Samantha bir makinadan beklenmeyecek kadar sıcak bir sese sahip. Thedore ise tüm naifliği ve kırılganlığıyla kendisine sarılma hissi uyandırıyor seyredenlerde. Bu konudan bahseden ilk film olmamasına rağmen akıllı senaryosuyla, Joaquin Phoenix'in filmi tek başına sırtlayan nefis performansıyla, aşka ve hayata dair sordurduğu sorularla etkileyici ve ilgiyi hakkeden bir film olmuş neticede “Her”.
Only Lovers Left Alive / Sadece Aşıklar Hayatta Kalır
"Jim Jarmusch vampir filmi çekmiş!", "Jarmusch'un yeni filmi Filmekimi'nde olacakmış!"
Bu iki cümle geçen yıl hepimizi çok heyecanlandırdı. Pek sevdiğimiz, kült yönetmenimiz Jim Jarmusch'u zaten sadece festivallerde görmeye alışmıştık ama işin içine vampirler girince heyecanımız bir kat daha arttı. 2013 Filmekimi'nde izlediğimiz Sadece Aşıklar Hayatta Kalır nihayet bugün vizyonda da izleyiciyle buluşacak.
Film Jarmusch'un olunca hikaye de başka vampir hikayelerine benzemiyor elbet. Özellikle son yıllarda perdede görmeye alıştığımız uçan kaçan, pırıl pırıl pırıldayan, genç kızların kalbini çalan, arzu nesnesi haline getirilmiş vampirler değil filmde izlediklerimiz.
Adam (Tom Hiddleston) ve Eve (Tilda Swinton) yüzyıllardır evli, ara sıra tartışsalar da birbirlerini çok seven vampir çiftimiz. İsimleri Adam ve Eve; yani Adem ve Havva.
Neredeyse insanlık kadar eskiler, çok uzun zamandır aramızdalar. Adam sonsuz yaşamını "zombi" dediği insanlarla, onların kabalıkları, duyarsızlıklarıyla paylaşmaktan bıkmış, intihara meyilli, müziğe gönül vermiş bir vampir. Biricik karısı Eve ise yaşadığı koşullarla biraz daha barışık, gittiği her yere koca koca kitaplar taşıyan, entelektüel, kocasının yegane desteği ve sevinç kaynağı. Yaşamak için içmek zorunda oldukları kanı insanları öldürmeden almaya çalışmaları, birbirlerine olan tutku ve bağlılıkları, zarafetleri, parçası oldukları bu dünyanın insanlar tarafından gün be gün yok edilişine üzülmeleri öyle güzel öyle naifçe yansımış ki perdeye onları izlerken insan oluşumuzdan utanmak geliyor neredeyse içimizden.
Filmin temposu düşük, hatta yer yer fazla düşük; bizi hikayeden koparıyor. Ama araya serpiştirilmiş tarihin, sanatın, edebiyatın tanıdık simalarının gerçekte vampir olduğuna yapılan vurgular ve onlarla ilgili olarak anlatılan anekdotlar sıkıldığımız anlarda imdadımıza yetişip yüzümüzü güldürmeyi başarıyor.
Büyük olaylar, inişler çıkışlar, süprizli bir final değil bizi bekleyen. Sıra dışı hayatlardan bir kesit sadece. Gerçi filmin deyim yerindeyse ismiyle müsemma finalini ben kendi adıma pek sevdim.
Müzikleriyle, atmosferiyle, insana ve insanlığın haline ince ince yaptığı göndermelerle, Tilda Swinton ve Tom Hiddleston ikilisinin vampirliğe pek de yaraşan şeffafımsı beyazlığı ve abartısız, başarılı performanslarıyla görülmeyi illa ki hakkeden bir film Sadece Aşıklar Hayatta Kalır. Sonsuz aşk yoktur sözüne inat birbirlerini sonsuza dek sevecek güzelim vampirler Adem ve Havva'nın hikâyesi… (GÖ/HK)