* Fotoğraf: Engin Akyurt / Pixabay
"Sağlık her şey değildir, ancak sağlık olmadan her şey hiçbir şeydir." Bir evin duvarına böyle yazılmış.
Çin’in devlet kapitalizminin emperyal bir düzeye yükselişi, başka bir deyişle yoğun bir şekilde dünya pazarında bulunma durumu ile kapitalist dünya pazarının hızlı ve aralıksız hareketliliğine dayanan küresel tedarik zinciri, virüsle ulusal düzeyde savaşımı neredeyse olanaksız hale getirdi. Ulus-devletin bu dövüşü kazanma şansı, köktenci ekonomik paradigma değişikliğine bağlıdır.
Devlet temsil ettiği sınıfın istek ve çıkarlarını korur. Burjuva konjonktür devleti, temsilcisi olduğu sınıfın çıkarlarını, salgın nedeniyle, daha kamusal çıkarlara öncelik vererek ayrıcalıklıların çıkarlarını kısacak mı?
Aïcha, Paris yakınlarındaki Saint-Denis'de bir Carrefour mağazasında çalışan bir kasiyerdi. Aïcha COVID-19'dan öldü. Meslektaşları, ölümünün ardından, "eli yüreğinde emekçi bir kadını" selamladıklarını belirten gazete ilanları verdiler.
Kapitalist için önemli olan insan hayatı değil, mümkün olduğunca en ucuz işgücünün istediği an elinin altında bulunmasıdır.
Toplumun ezilen, sömürülen, haklarından yoksun bırakılan sınıf ve kesimleri salgın karşısında sessizce ölüyor.
İşçi sınıfının iş ve yaşam koşullarının görece daha iyi olduğu Fransa gibi bir yerde bile emekçiler salgından en fazla etkilenen toplumsal kategoriyi oluşturuyorlar.
Fransa’da devlet, ulusal sağlık sistemini kamu yararına hizmet eden tüm devlet sektörleriyle birlikte zayıflatarak, yıkıcı bir salgına hazırlıksız yakalandı. Salgın bu hızla devam ederse ağır hasta yaşlıların bakımından vazgeçileceği söyleniyor.
Virüs halklar, sınıflar ve cinsler arasındaki eşitsizliğin derinleşmesine katkıda bulunuyor. Kırılgan sosyal doku, ön cephede yer alan sağlık personeli, bakım evlerinde bulunan yaşlılar, her gün işe gitmek zorunda olan proletarya, kışladaki askerler, göçmen kamplarında yaşayanlar, hapishanelerdekiler, müzmin kimsesizler, sokaklarda yaşayanlar ve evsizlerdir.
Bu bağlamda “Hayat eve sığar”, gerçeklikte karşılığı olmayan, sadece burjuva bir sakilliği ve duygusallığı ortaya çıkaran patetik bir çağrıydı. "İşimi kaybetmek istemiyorum. Ödemelerimi yapamıyorum. Evde kalırsam çocuklarımla aç kalırız" diyen milyonlarca insan var.
İğnenin sivri ucunun ya bir cenine ya da bir ölüye battığı kıyamet öngörülerinde bulunmak kolaycı, mistik bir yaklaşım. Asıl meydan okuma, gerçekçi çözüm önerilerinde bulunmaktır.
Türkiye’de de eğitim ve sağlık gibi en temel hizmetler sermayeye peşkeş çekildi. Oysa sermayenin işleyişine mümkün olduğunca riayet ederek salgınla baş etmek mümkün değildir. Bir salgınla karşı karşıya kalındığında kamucu devletçi refleks kaçınılmaz olmalıdır.
Şehirler, her ne kadar medeniyetlerin beşiği olsa da aynı zamanda hastalıkların üremesi için de en uygun ortamı oluşturuyor.
Yarasalardan geldiği söylenen virüsün doğal habitatının, vasat hijyen koşulları ve kalabalık temas ortamları olduğunu herkes biliyor. Buna rağmen, olası olumsuz ekonomik etkileri hesaplanarak, sokağa çıkma yasağı ilan edilmiyor. Oysa temel gereksinim maddeleri üretimi dışındaki tüm işletmelerdeki işçiler ücretli izne çıkarılabilir, bu ürünlerin dağıtımı bir kamu hizmeti olarak örgütlenebilirdi.
Pragmatist kapitalist devlet aklı- daha çok akılsızlığı-, virüsle dövüşün yol açtığı munzam tüm “yan zayiatın”, dövüşülen kötülükten daha büyük olmaması gerektiğini unutmuş görünüyor. Böyle giderse sonunda, "Operasyon başarılıydı, ama hasta öldü" deyip işin içinden sıyrılmayı düşünüyorlar.
Bazı insanlar hayatlarının, sağlığa ilişkin yüksek kaygılar ile ekonominin "düşük" kaygısı arasında bir seçim olduğuna inanıp, stoacı bir şekilde yaşamlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Bu gibi insanların tuzu kurudur. Kapanma zamanlarında kendilerini suda bir balık gibi hissederler.
Modern uygar devlet, yaptırım gücünü doğru yerde ve zamanda kullanan devlettir. Önsezileriniz doğru olsa bile toplumun sizi peygamber gibi takip etmesini bekleyemezsiniz.
Virüs yaşamsal önemde birçok gelişmeyi, ikincil hatta üçüncül plana iterek, gölgede bıraktı.
Uluslararası planda bazı önemli gelişmeler de virüsün kalın gölgesi altında kaldı. Suriye'nin kuzeydoğusunda IŞİD’lıların tutulduğu hapishanede pazar günü isyan başlatıldı. SDG’nin bildirdiğine göre birkaç mahkûm kaçmayı başardı. Kaçanların sayısı ve uyrukları hakkında bilgi vermedi. Ayaklanmanın başladığı Hasaka'daki Ghuiran Gözaltı Merkezi, Kürt-Arap SDG milislerinin gözetiminde bulunuyor. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ne göre, dört mahkûm ya da daha fazlası hapishaneden kaçmayı başardı. İsyan, İslam Devleti üyeleri tarafından kışkırtıldı. Hapishanede yaklaşık 5 bin mahkûm bulunuyor.
Virologlar dünyaya hükmediyor. Politikacılar ise vekaleten onların yardımcıları gibi davranıyorlar. Korona krizinde siyaset kararı uzmanlara bıraktı. Bu mantıklı olabilir. Fakat sonuçta siyasal liderlik, varlık nedenini tam olarak bu ikilem durumlarından almaz mı? Platon Politeia'yı bugünlerde yazsaydı, mutlaka virologları seçkinci devlet konseptinin üyeleri arasına alırdı.
Kendinden menkul geçici Başkan, Venezüella muhalefet lideri Juan Guaidó, salgın durumun siyasi bir mesele değil, insani bir mesele olduğunu belirterek Maduro hariç tüm siyasi partilerin temsilcileriyle bir acil durum hükümeti kurmak istediğini söyledi. Böylelikle siyasi oportünizmin post-modern örneklerinden en çarpıcı olanını vermiş oldu.
Bir ay önce Katar'ın başkenti Doha'da büyük bir el sıkışma ve görkemle ABD ve Taliban Afganistan'da bir Barış Anlaşması imzaladılar. Aradan geçen bir aylık sürede bilanço: yüzlerce saldırı ve ölüm. Bu barış sürecinin, ismini hak etmek bir yana, düpedüz siyasi bir euphemism olduğu ortaya çıktı.
Yemenli Houthi milisleri Suudi Arabistan'daki birkaç hedefe bir kez daha saldırdı. Suudi Arabistan'da konuşlu Patriot’ların onlarca balistik füze arasından sadece ikisini yok etmeyi başardığı belirtildi. Havuz medyası bu gelişmeyi S400 alımının doğru bir karar olduğunu kanıtlamak için kullandı.
İnsanlık korona canavarıyla boğuşuyor. "Bir canavarla boğuşurken canavarlaşmamak için uyanık olmalısınız" der Nietzsche. İnsandan canavara doğru metamorfoz, ikisinde de çekirdekten var olan yıkım kabiliyeti üzerinden gerçekleşir.
At izinin it izine karıştığı bir zamanda "viral barbarlığın" yeni tezahürleri yüzümüze çarpmayı sürdürüyor.
Örneğin son yargı paketinde demokratik değerlerle kanun önünde eşitlik ve hakkaniyet, “terörizm” bağlamının özel icaplarına uyarlandı. Hapishanelerden salınacaklar arasında adli suçlardan hüküm giyenler büyük dilimi oluşturacak.
Keldani Diril çiftinden Şimoni Diril’in cansız bedeni 69 gün sonra köyün altındaki derede bulundu. Kayyum atamaları hız kazandı.
Kapanma ile birlikte evin, ev içi sömürünün doğal bir vazife olarak kavratıldığı en geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinin üretim merkezi olduğu ortaya çıktı.
Kamusal alan, uzun zamandır ve hâlâ, Türkiye’de olduğu gibi birçok ülkede, kadınların varlığına derinden düşmanca hisler besleyen eril bir mekândır.
Evin iç hukuku, kadınları geleneksele köklendirip disipline eden ve şiddetten kaçmak arzusunu ortadan kaldıran Kantçı (Kant için kadın evdir.) bir erdemliliğe dönüştü. Eskil bir mit uyarınca Penelope, eşi Ulysses'i neredeyse yazgısal bir sadakatle beklemeyi sürdürmektedir.
Sosyal medya faşizan gericiliğin yayılması için bir zemin oluşturmayı sürdürüyor. Pınar Fidan örneğinde olduğu gibi virüs, İd’in faşizan tahakkümü altında aslında her birimizin potansiyel bir barbar olduğunu açığa çıkardı.
İnsanlık derin alt üst oluşlar nedeniyle uzlaşmaz parçalanma ve bütünleşme süreçlerine maruz kalıyor. Çağımızın diğer bir sorunu da epistemolojik kopuştur. Hesap ve rakam barbarlığıdır. Bilgi sadece niceliksel boyutuna indirgendi. İnsan, yoğun bakım odalarının kayıtlarında, COVID-19 kurbanları sayımlarında, işsizlik, boşanma, trafik ve iş kazaları, şiddet, Prozac ve intihar istatistiklerinde basit bir rakama karşılık gelmektedir.
İçimizde zaman zaman birbiriyle kavgalı birçok 'Janus'un tepindiği bir zaman diliminin içinden geçiyoruz. "Şimdiki içsel zaman", iniş çıkışları ve olanaksız yarınları ile insanlığı Kartezyen bir döngü içine sürükledi.
İçimizde sefaletin, şiddetin, hor görülmenin, hastalıklı gururun, kabadayılığın, gösteriş merakının, hırsın ve yoksunluğun; bununla beraber, kardeşlik, şefkat, sadakat ve arkadaşlığın, sahiciliğin, masumiyetin, saflığın, militan empatinin Janus’ları tepinip duruyor. Rekabet, kıskançlık, nefret, nispet, arzu, korku, öfke, düşmanlık, çıkar, pragmatizm, hedonizm, Makyavelizm, ihanet, itiraf, ihbar, yalan gibi olguların hepsi bu mikro evrenin bir parçası olup, kuvvetli dozlarda oldukları zaman, sığınak olarak tahayyül edilen toplumu, bireyi içine alıp yutan bir mekâna dönüştürüyorlar. Bu kötücül karışımda sosyolojik altyapıyı sırtlayan çok yüzlü "Janus toplumudur."
Geçmişe ve geleceğe aynı anda bakan, bu sebeple perspektifinde ne geçmiş ne gelecek olan bu Janus toplumunun kapitalist modernitede bir karşılığı olduğunu belirtmeliyim.
Bir atom parçacığı çok dar bir alana sıkışıp kaldığı zaman hapsedilmiş olmasına tepki gösterir ve hızla dönmeye başlar. Kuantum etkisi de denen bu olgu, atom-altı dünyaya hâkim olan kıpırtı ve huzursuzluğu anlatır. Kapanma ve sosyal izolasyon, artık kuantumsal süreçlerle benzerlikler taşıyor.
Kapanma, bazıları için bir içine kapanma pratiğine, Dostoyevski kahramanlarında olduğu gibi yeraltına kaçışa evirilebiliyor.
Bütün bu saptamaları bir üçüncü dünya solculuğu olarak görüp küçümseyenler var. Bu saptamalar bazılarının yaptığı gibi, Marx ve Lenin’in on dokuzuncu yüz yıl mutfağından kuramsal bir yağma hiç değildir. Aksine bu saptamalar, entelektüel totaliterliğin, mistisizm, uydurma, dua, kehanet, lanet, devrimci romantizm, küçük burjuva solculuğu ve kıyamet karamsarlığı arasında salınan tutumlarına siyasi sert bir yanıt teşkil etmektedir.
Çünkü ‘Sol’dan olmak, özgürlükçü, sosyalist, komünist, ekolojik olmak üzere çok sayıda kökten beslenmek demektir. Bireyin serpilip gelişmesi, toplumun iyileştirilmesi, ortaklaşalım, kardeşlik ve tabiatla yeni bir ilişki için bu köklerden beslenmek yaşamsal bir önem taşır.
İnsanlık bir serüvendir ve “soldan olmak”, alçakgönüllülük, insan onuruna saygı, temiz yüreklilik, yaratıcılık, empati, dayanışma ve militan diğerkâmlıkla bu olağanüstü serüvene katılmaktır. Toplumsal ve ahlâkî biçimleri de dâhil olmak üzere tüm sefalet biçimlerine karşı gelmektir.
İnsanın kurtarıcı refleksleri uçurum kıyısında olduğu zaman ortaya çıkarmış. Dünyanın pek çok yerindeki insan hakları sicilinin oldukça karanlık izlerine rağmen, insanlığın, kökleri derinde bir eşitlikçilik duygusunu, kökleri derinde bir toplumculuk normuna bağlılığı, kökleri derinde bir kamuculuk ruhunu hâlâ koruduğu yolunda işaretler var. Bu duygulanım koskoca bir nehirde bir su damlası olma hissidir.
Kısacası umudu tekrar büyülü kılmak mümkün. Bir karadelikte sıkıştığınızı düşünüyorsanız vazgeçmeyin, her zaman bir çıkış vardır. (JHK/AS)