*Vincent Van Gogh, "Sargılı Kulak ile Otoportre", 1889.
Van Gogh 23 Aralık 1888'de kulağının tamamını keserek gazeteye sardı ve ardından düzenli aralıklarla ilişki kurduğu, bir genelevde çalışan kadına götürdü. Peçeteye sarılı kulağını seks işçisi Rachel'in önüne bıraktı. Rachel, Van Gogh'tan kesik kanlı kulak yerine muhtemelen para bekliyordu. Kadın kesik kulağı hunharca fırlattı sokağa, tiksinerek. Van Gogh daha sonra evine döndü. Ertesi gün polis tarafından evinde baygın halde bulundu.
Van Gogh ruhsal çalkantılarla dolu trajik bir hayat sürdü. Hayatında zulmün nüanslarının olması deneyimlerinin bir parçasıydı. Öte yandan, sadece deneyimlerinden "ruhsal faşizmi" tanımlayamayacağının da farkındaydı. Bir uzvunu keserek içindeki hacimli cehennemi ifade etmek istemiş olabilir.
Vincent Van Gogh'un sevme biçimleri sapkın aşırılıklar içerir. Rachel'a olan sevgisi gibi içinde bazen rayından taşan bir sevgi mevcuttur. Bu aşırılığı, naif, kırılgan ruhuna ve sevgisiz büyümesine yormak mümkündür. Muhafazakâr bir aile yapısına sahip olan Van Gogh'un, babası ile ciddi çelişkiler ve zıtlıklar içinde kaldığı söylenir. Rivayete göre babası bir kez olsun başını okşamamıştır.
Yaralı el ya da omuz kahramanlıktır. Kesilmiş kulak ise Homo sapiens'in avlayıcı-toplayıcı rolünün modern çağda neredeyse sona ermesiyle birlikte paradigma değiştiren ekonomik etkinlikleri için yarasa gibi kulaklara ihtiyacı kalmadığına dair dolaysız bir gönderme olarak da anlaşılabilir.
Tablolarını satmak gücüne gidiyordu
Bu davranışın Absinthe etkisiyle olduğu rivayet edilir. Van Gogh'un karaciğerini zehirleyen şey Absinthe olmakla birlikte, ruhunu zehirleyen şeyin adaletsizlikler ve haksızlıklar karşısında susması olduğu iddia edilebilir. Ruhunun cephe arkasına yığınak yapmış birçok haksızlık, günün birinde sessizlik duvarının tuğlalarının birini devirip bir suçluluk nöbeti kışkırtmış ve bu muhtemelen kulağına mal olmuştur. Hani bir tel kopar ahenk ebediyen kesilir ya, o nöbet anı muhtemelen öyle köktenci bir kopuşa karşılık geliyordu.
Aslında gerçekleşen şey, acılarının sessizlik ve duyarsızlık duvarını yıkacak kadar biriktiği bir günün patlayan ânının içinden habis olanın dışarıya saçılmasıdır.
Tablolarını satmak ve abisi Theo'dan para istemek Van Gogh'un her zaman gücüne gitti. Theo'dan gördüğü maddi destek aralarındaki abi-kardeş bağını zedelemedi gerçi, ama biyolojik olanın dışındaki ilişkiye sessizce zarar verdi.
Vincent Van Gogh, Arles kentindeki "Sarı Ev"de Fransız meslektaşı Paul Gauguin ile birlikte birkaç ay boyunca yaşadı. Yakın, ressam arkadaşı Gauguin ile yaşadığı çelişkilerin üstüne binen yarım kalmış projelerin olumsuz yükü, zaman zaman öfke nöbetlerinin oluşmasına yol açtı.
Kulağını kesmiş, çok mu?
"Kalpleri var ama onunla kavrayamazlar, gözleri var ama onlarla göremezler, kulakları var ama onlarla işitemezler" yüzünden kelimelerin anlam erozyonuna uğrayıp yere saçıldığı, onları sadece yalanın soğuğunun koruduğu, doğruyu söyleyenlerin ağızlarının kapılarının kilitli olduğu, ayağa düşen söz yığınlarını kimse tenezzül edip yerden kaldırmazken, sadece anlam arayan çocukların bulup evlerine götürdüğü, fakat ebeveynlerinin kızması nedeniyle yastık altlarında sakladıkları bir kelime ve anlam kıyımı çağında, Van Gogh kulağını kesmiş çok mu?
Kulağını kesmesi, aralarında geçen tartışmanın ardından Gauguin'in Paris'e dönme kararı almasına denk geldi.
Van Gogh'un eylemi çılgınlığın sınırında bir "sanatçı saçmalığı"ydı. Absürt olanın içine gizli felsefi ileti, kesik kulağın, büyük hikâyenin sadece küçük bir parçası olduğu gerçeğini deşifre etti.
Van Gogh'un kesik kulağı, ülkemde barbarlık hükmünü olanca şiddetiyle tahkim ederken, sözün bittiği yerde artık, "kulak kesilecek bir sözün kalmamasına" dair acı bir antagonizmadır.
İsa der ki" Elinle günah işlersen elini kes!" İsa eğer çağımızda yaşasaydı, onun, "Anlamın yittiği ve sadece gürültünün olduğu bir yerde kulağını kes!" demesi muhtemeldir.
Korona salgını yeni bir dönemin başlangıcına işaret ediyor. Kriz, devletin geri dönüşüne ve belki de uluslararası iş birliğine yol açacak. Fakat Leviathan'ın geri dönüşü, ülkemde "muhteşem" oldu. Devletin demir yumruğuyla geri dönüşünün meşrulaştırılması, "ondan nihai olarak kimin yararlanacağı" sorusunun muhtemel tüm yanıtlarıyla yakından ilişkili bir şeydir.
Devlet gittikçe büyük bir "sirk arenasına" dönüşürken, itaatkâr, nizam aşığı vatandaşlar elde etmek uğruna vatandaşın sirk arenasındaki "terbiyesi" olanca hızıyla sürüyor.
AKP rejimi, sıradan vatandaşı ikna etmek için sözüm ona "özgürlükçü" paternalizmin değişik yöntemlerini kullanıyor.
Köpeği, kedisi veya atı olan herkes muhtemelen tıklama eğitiminin ne olduğunu bilir. Tıklayıcı, doğada olmayan bir tıklama sesi üreten küçük bir cihazdır. Bir hayvan terbiyecisi hayvanı bu sese şartlandırmak için bu cihazı kullanır. Hayvan istenen bir davranışı gösterdiğinde tıklama duyulur. Bunu hemen bir ödüllendirme izler. Davranış ekonomisinin temel kuralı istenen davranışın ardından gelen ödüldür.
"Ama düşük faizli krediler istenen davranışın ardından değil de öncesinden geldi" diyenleriniz olacaktır. Öngörülen 2023 seçimleri odaklı düşünülürse bu doğru bir itiraz olabilir. Ama vicdan ve hakkaniyet kaybı ile adaletsizliklere rıza açısından bakıldığında vatandaşın istenilen duyarsızlık kıvamına çok önceden getirildiği yadsınamaz bir gerçektir.
Düşük tonda mırıltı
Yapılan son kamuoyu yoklamalarında adalet eksikliğini bir sorun olarak algılayanlar sadece yüzde 6 bandında görünüyor. En büyük sorun ise yüzde 45 ile ekonomi.
Bu veriler ışığında okunduğunda, HDP operasyonlarının, işkence haberlerinin, sınavda yüksek puan almasına rağmen mülakatta elenmenin, küçük çocuğuyla cezaevinde tutuklu kalan annenin, mafya babaları ve eski katillerin serbest bırakılmasının, tecavüze rağmen çavuşun salıverilmesinin, bekçi dayağının, Osman Kavala'nın tutukluluğunun, Ahmet Altan'ın cezaevinde tutulmasının ve daha nice adaletsizliğin toplumun sadece yüzde altısının umurunda olduğunu ortaya koyuyor.
Bu bağlamda Van Gogh'un kulağı pekâlâ emniyette de kesilmiş olabilir.
Sayın Erdoğan'ın HDP'ye olan "yakın ilgisini", daha büyük bir tek-adam tasarım iradesinin bir parçası olarak değerlendirmek mümkün.
Homo economicus bu bağlamda, bir sirk arenasına dönüşen ceberut devletin terbiyesinden (çünkü bu eğitimden çok, bir koşullanma ve manipülasyondur) geçip tıklama sesine artık istenilen davranışı gösteren bir sirk hayvanıdır.
O sadece kendine yansıyan enflasyona, sadece onu etkileyen işsizliğe ve onu ezen açlığa tepki gösteriyor. Tepkisi de düşük tonlarda bir mırıltıdan ileri gitmiyor.
Ekonomik zorluklara tepki göstermesi bile devletin öngördüğü davranış kalıpları dahilinde bir hareket. Çünkü diğer tüm haksızlıklara ve adaletsizliklere gözünü kapatıp sadece ekonomik zorluklar üzerine yoğunlaşmıştır. Kısacası o, yaşadığı vicdan kaybının farkında bile değildir.
Van Gogh'un kulağını kesmesi, vicdan kaybını bir uzuv kaybıyla ikame etmeye yönelik metaforik bir eylem olarak da okunabilir.
Van Gogh sarısı ve vaatler...
Zamanın dışında, şiirin başladığı yerde sanatoryumdaki odasının penceresinden köye baktı. Başının etrafında bir girdap gibi dönen sargısının varlığını unutmuştu artık. Beyninin girdapları fırçasından akıp tuvalinde yıldız oldu. Hemen önündeki selvi ağacına gecenin karanlık örtüsünü giydirdi. Sonra köyün tüm evlerinin ışıklarını yaktı tablosunda. Ardından pencerenin kenarına geçti. St. Remy köyüne güneş doğmak üzereydi. Son fırça darbesini vurdu tuvaline. Penceresinin sağında, içindeki girdabı sakladığı yıldızlı gece, solunda suyunu yudumladığı bardağı tuvalin içinde canlı nesneler gibi durmaktaydılar. Elini resmin içine soktu, bardaktan son bir yudum daha aldı. "Az sonra güneş doğacak ne girdap kalacak ne de karanlıktaki selvi" diye geçirdi içinden.
Nitekim güneşin ilk ışıkları ile birlikte önce kafasının içindeki sonra gökyüzündeki girdaplar yok oldu. Selvi üzerindeki kara örtüyü attı. Peçeteye sardığı kanlı kulağı ona ışığın altında buruşmuş gibi göründü.
Biraz sonra köyün evlerinin ışıkları bir bir söndü. İç ısıtan güneş, odasına girdi. Muhtemelen sol göğsünün üzerine yansıdı. Sonra usulca kalbine girdi ve sonsuza kadar orada kaldı.
Van Gogh, hâlâ kanayan yaralı kulağını bir Covid-19 maskesiyle sarmalamış halde, bir gün ölüm onu başka bir sarı yıldıza götürene dek, Abidin'in "mutluluğun resmini çizemeyeceğini" ilan etmesinden sonra, ülkemdeki mutsuzluğun resmini çizmeye devam ediyor.
Unutmayalım ki, sarı olan her şey vaatlerle doludur. Van Gogh sarısı da öyle.
(JHK/AÖ)