Bugün şahsınıza hitap ederek yazdığımız sayılı mektuplardan birini daha kaleme alıyoruz. İkinci kez ısıtılıp kamuoyu gündemine getirilen Nüfus Hizmetleri Kanunu'nda değişiklik yapan kanun tasarısının TBMM 'ye sunulması konusunda kadınların kaygı ve itirazlarını paylaşmak istiyoruz.
2007 yılında TBMM çatısı altında 5 Aralık kutlamaları çerçevesinde şahsıma tevdi edilen konuşma görevinde “Ilımlı yada sıcak fark etmez, şeriat yönetimine doğru kocaman adımlarla çekiliyoruz” dediğimde dönemin TBMM başkanı Köksal Toptan “vahamete kapılmayın” ve yine dönemin Devlet Bakanı Nimet Çubukçu “eleştirileriniz haksız” demişti. Aradan 10 yıl geçti. Bu süreçte yanılmayı ve vahamete kapılmış olmayı çok isterdik. Ama son 10 senede ülkede tanık olduklarımız bizi farklı düşündürüyor.
Henüz geçtiğimiz aylarda eski Adalet bakanı Bekir Bozdağ’ın TBMM kulis kapısında “bugün çıkmaz ise bir daha asla” dediği ve kadınların tecavüzcüsüyle evlendirilmesi teklifini içermesi sebebiyle adı Tecavüz Önergesine çıkmış, cinsel istismar suçunda mağdurla failin evlenmesi durumunda cezayı ortadan kaldıran yasa tasarısı için bütün kadınlar hep birlikte mücadele ettik. Bu süreçte konuya Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın da son derece sessiz kalması ve yasayı onaylayan tavrı sebebiyle Meclise kadar gelebilmiş olan tasarı, son anda çok farklı görüşten sivil toplum kuruluşlarının müthiş mücadelesiyle engellendi. Fakat Bekir Bozdağ’ın çocuğa cinsel istismarı “küçüğün rızası” gibi kabul edilemez bir kavramla meşrulaştırmaya çalıştığını asla unutmadık.
İtirazımız kadınları ve kız çocuklarını tıpkı bir “mal” gibi pazarlayan düşünceyeydi. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki kişinin iradesini zorlayan nedenler hep fiziksel zorbalıklar değildir, yaş sınırı da bu nedenle vardır; itirazımız kadın ve çocuklara yönelik istismarın artık normalleşmiş, kabul edilebilir, affedilebilir olarak kabul edilmesineydi. İtirazımız failin ödüllendirilmesineydi, CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi gibi altında devletin imzasının bulunduğu sözleşmelere son derece aykırı davranılmasınaydı. İtirazımız tasarının hiçbir yasal karşılığı olmadığını bile bile engellemeye çalışmayan kamu kurumları yetkililerine ve milletvekillerine, tasarıyı yasalaştıran zihniyetin çağdaş hukuk yollarını kullanmak yerine şer-i hükümlerle yol almaya çalışmalarına ve dahası kadın ve çocukların mağduriyetlerinden oy avcılığı yapmalarına yönelikti.
Ama o günün şartlarında rafa kaldırılan bu paketin önümüze tekrar ısıtılarak geleceğini biliyorduk. “Nereden?” dediğinizi duyar gibiyiz; yine TBMM’de kurulan uzun adıyla “Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu”, kısa adıyla Boşanma Komisyonu’ndan. Bu komisyon kurulduğu günden beri her ne olursa olsun aile bütünlüğünün korunmasını ve boşanmaların önlenmesini sağlamak işlevini gördü, kamuoyunun itirazlarını hiçe sayarak hareket etti ve daha da önemlisi şiddeti yaratan erkeği korumayı görev bilerek kamuoyuna açıkladığı kadınları ilgilendiren 12 maddelik çelişkilerle dolu raporuyla gene kadın bedeninin ne kadar “verimli” bir siyaset alanı olduğunu gösterdi.
Bugün bu talebin kılık değiştirmiş haline yönelik itirazımızı yükseltmek için bu mektubu yazıyoruz. Tasarı metninin içeriğinde müftülere nikah kıyma yetkisinin verilmesi ve TC vatandaşlığını evlilik yoluyla alacak kadınlarda aranan genel ahlak uygunluk kriteri, bu ülkenin kadınlarının tarihsel kazanımlarına vurulmaya çalışılan öldürücü darbelerdir. Yasa tasarısında evde doğum yapıldığında kimlik almak için nüfus müdürlüklerine müracaat edildiğinde sadece beyan üzerine dahi kimlik verilebilmesinin önünün açılması çok vahimdir. Bu yasa tasarısı erken ve zorla evliliklerin, çocuk tecavüzlerinin, taciz ve istismarının ve imam nikâhlarının meşrulaştırılmasıdır. Evde doğum neticesi ve doğum sonrası gerekli sağlık hizmetlerini alamayacak binlerce kadın ve kız çocuğunun maruz kalacağı onlarca sağlık sorununun sebebidir.
Buna izin veremeyiz.
Sayın Cumhurbaşkanı;
Bu batıla yönelişte “8 yaşındaki kız çocuğunun ayağı sandalyede otururken yere değdiğinde evlendir” diye fetva veren tarikat şeyhlerinin, yurtlarda toplu istismara uğrayan çocuklara suçlu muamelesi yaparak “bir kereden bir şey olmaz” açıklamasıyla faili koruyan ve kadına tecavüz edildiğinde “kürtaj yapılacağına anne ölsün biz bebeğe bakarız” diyebilen siyasetçilerin, cinsiyet eşitliğine inanmadığını ısrarla tekrarlayan siyasi iktidarın suçu vardır.
Öldürüldük şehirlerin sokaklarında, tecavüze uğradık otobüslerinde, tekme yedik parklarında, metrolarında ve otobüslerinde, yine dağa kaldırıldık İstanbul’un en işlek sokaklarında ama kıyametimizdir demedik. Var olan yasaları uygulamayan yargı mensuplarına seslendik hatalarını anlamaları için.
Açık ve net olarak bu tasarı bizim kıyametimizdir. Bu tasarının yasalaşması ile mağdur edilecek tek bir kadın ya da kız çocuğunun varlığı bu ülkenin kıyametidir. Bireyini korumayan devlet vatandaş için yok hükmündedir ve yok hükmünde olmak kıyamettir. Devlet mağduru terk etmemeli, yeni mağdurlara kıyamet yaşatmamalıdır.
Bu coğrafyanın kadınları olarak geleceğimizi karartan yasa tasarısının her ne şekil olursa olsun çıkmaması için elimizden geleni yapacağımızı tekrar kamuoyuna haykırıyoruz. Bu konudaki haklı talebimizin kamuoyu ve nezdinizde değer bulacağı inancındayız.
Saygılarımla. (CG/ÇT)