İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırgan savaşında 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana 32 bin 414 Filistinli öldü ve yaralı sayısı 75 bini aştı.
İnsanların varolma hakkını hiçe sayan Devletler barışa ve insanlığa karşı, savaş suçu işlemeye devam ediyor…
Yıllar önce Nurnberg Mahkemesi Şartı ile Tanınan Uluslararası Hukuk İlkelerinin Teyidi Birleşmiş Milletler (BM) Genel kurulunun 11.12.1946 tarih ve 95(1) sayılı kararıyla kabul edilmiştir.
Ayrıca BM aynı tarihte 96(1) sayılı kararıyla soykırım suçu ile ilgili olarak aldığı karara göre Genel Kurul; “Soykırım, tüm insan gruplarının varolma hakkının bir inkarıdır; cinayet olması yönüyle her bir bireyin yaşama hakkının inkarıdır; varolma hakkının bu biçimde inkarı insanlık vicdanını şoke etmektedir ve bu insan grupları tarafından temsil edilen kültürel ve diğer biçimlerdeki katkılardan insanlığın büyük kayıplara uğramasına yol açmaktadır ve ahlak hukukuna/(ahlaki esaslara) ve Birleşmiş Milletlerin ruhuna ve amaçlarına aykırıdır.
Birçok vakada bu soykırım suçları, ırksal, dinsel, siyasal ve diğer gruplar tamamen ya da kısman yok/(imha) edildiğinde vuku bulmuş / (gerçekleşmiş) olmaktadır.
Soykırım suçunun cezalandırılması bir uluslararası meseledir” demiştir.
Seksen yıl önce...
Nazi Almanya’sının koşulsuz teslim olmasının üzerinden altı ay geçmiştir. Bundan yaklaşık seksen yıl önce 20 Kasım 1945 tarihinde Nürnberg Adalet Sarayı ikinci katındaki salonda “savaş suçları” yargılamalarının duruşmaları başlamıştı. Yargılanmaları başlayan 21 sanık, kanunsuz olarak savaş başlatmaktan, işgal ettikleri ülkelerdeki sanat eserlerini çalmaktan, milyonlarca insanın imha edilmesi dahil birçok suçla suçlanıyorlardı. Sanıklar arasında Alman Nazi generalleri Rudolf Hees, Herman Göring, yayıncı Julius Streicher ve rejimin iş adamları, diplomatlar vardı…
Nürnberg Mahkemesi Moskova’da tasarlanmıştı. Kasım 1942’de bir toplantıda Nazi önderlerinin yargılanmasını ilk öneren Stalin’di. İşlenmiş savaş suçları için bir mahkeme kararına ihtiyaç duyulmuştu… Savaşın galipleri yargılama istiyordu. Neden acaba?
Bir yanda, “iki bin beş yüz eski Nazi mahkemeye çıkarılmadan kurşuna dizilmelidir” görüşünü savunanlar vardı. Hatta Stalin’e sunulmak üzere “yakalandıkları anda herhangi bir mahkeme, hüküm ya da adli ceza gerekmeden infaz edilmesi” istenen 50-100 kişilik dünya çapında “kanun kaçağı” listeleri hazırlanmıştı. Diğer yandan batılı müttefik devletler istemese bile Stalin; “her ne yaşanmış olursa olsun bir mahkeme kararına ihtiyaç olduğu” görüşündeydi. Kendisine rakip olanların “ölümüne yargılanmasını” sağlayan Stalin, mahkeme istiyordu! Yasalara ve mahkemelere saygısından dolayı Nazi savaş suçlularının içindeki masumları suçlulardan ayırmak gibi bir niyeti yoktu. Mesele vicdanların şok olması değildi; eylemlerinin meşruluğuna kanıt olsun istiyordu.
Eğer bir mahkeme kararı olursa “Churchill, Roosevelt ve Stalin’in siyasi düşmanlarından intikam aldıkları” söylenemeyecekti. Churchill, ABD Başkanına çektiği 22 Ekim 1944 tarihli telgrafta “Yargılama olmadan infaz gerçekleşmemeli, yoksa tüm dünya onları yargılamaktan korktuğumuzu düşünecek” diyordu.
Birleşmiş Milletler savcılarının Başkanı Robert Jackson, bu mahkemenin akla ödediği en büyük tazminat olduğunu söylemişti ve savaşta galip gelmiş devletlerin “…zaferle yıkanmış, yaralarıyla acılı dört ulus ele geçirdikleri düşmanlarını intikamın ellerine vermenin değil, adaletin gücüne teslim etmenin tarafında durmuşlardır” demişti.
Britanya hukuk ekibinin başı olan Başsavcı Sir Hartley Shawcross ise nutkunda; “Bu lanetli adamların belki de yargısız infazla, doğrudan ‘yürütmenin kararıyla’ cezalandırılmasını gerektiğini söyleyenler olacaktır. Ancak Britanya hükümetinin görüşü bu değildir çünkü böyle yapıldığı takdirde hukukun egemenliği hem uluslararası alanda hem yerel düzlemde ne yükselecek ne güçlenecektir…çünkü böyle yapılırsa saldırgan savaşlar başlatmanın heyecanlı bir macera değil de bir suç olduğu dünyaya bildirilemeyecektir.”
“Dava” adlı kitabında (Kolektif Kitap 2015.sy 280 ve sonrası) bu sözler hakkında kitabın yazarı Sadakat Kadri şunları söyler: “Bunlar soylu duygulardı; dile getirilmeleriyse yalandan başka bir şey değildi.”
Savaş suçlarını anlatan Sadakat Kadri, Dava adlı kitabında gerçekleri kendi düzenlerine uygun olarak yaratan sorumluların kurduğu mahkemelerde aranan adaleti anlatıyor.
Amerikalı Yüksek Yargıç Robert Jackson, 13 Nisan 1945’te Uluslararası Hukuk Derneğinde yaptığı konuşmasında, Nazilerin yargısız infazlarının anlamlı olduğunu kabul etse de bunun “göstermelik mahkemeler eliyle” gerçekleşmesine karşı çıkıyordu (Age. Syf 285) “Eğer bir adamı infaz etmeye her türlü karar vermişseniz bir mahkemeye gerek yoktur.” “Sadece hüküm vermek için kurulmuş mahkemelere dünyanın saygısı yoktur.”
Devletler Nürnberg Mahkemesinin üç çeşit suç üzerinde yetkili olduğu hakkında uzlaştı. “Barışa karşı suçlar”; devletlerin savaş çıkarma haklarından feragatine dair açık niyetleri karşısında savaşçılığın uluslararası suç olduğu kabul ettiler. İkincisi, savaş esirlerine ve sivillere karşı işlenen “savaş suçları” ve “insanlığa karşı suçlar” üçüncü suçtu. Raphael Lemkin tarafından tanımlanan ve savaş suçu kategorisinde gösterilen “soykırım” sözcüğüyle sistematik cinayetleri, imhayı, sürgünü kapsayan suçlardı. Savaşta ve barışta “insanlığa karşı suç” olarak kabul edildi (Nuremberg İlkeleri IV).(Gemalmaz,Semih. Ulusalüstü İnsan Hakları Belgeleri. Cilt II. Legal Yayınları. 2010. Sayfa 1539 ve devamı)
Mahkemenin kuruluşu aşamasında Sovyet yargıçları Batılı ortaklarını, Stalin’in 1940 yılında Hitler’le Polonya’yı işgal etmek ve bölüşmek üzere yaptığı “gizli” antlaşmadan bahsetmemeleri için ikna etmişlerdi. Ama yargılanan sanıklar 11 bin civarında Polonyalı savaş tutsağının öldürülmesiyle suçlanmıştı.
Bu katliamın Sovyetler gizli polisi tarafından gerçekleştirildiğini Rusya Federasyonu 50 yıl sonra kabul etti. Kızıl Ordunun Eylül 1939 yılında Polonya Cumhuriyetini istila etmesinin ardından, Sovyet kamplarında ya da cezaevlerinde tutulan ve daha sonra Sovyet gizli polisi tarafından, Nisan ve Mayıs 1940’ta, 21 bin kişi ile beraber yargılanmadan öldürülen Polonyalı görevli ve yetkilileri Katyń ormanında toplu mezarlara gömülmüştü. Maktullerin akrabaları yıllar sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdular. AİHM’si Janowiec ve Diğerleri / Rusya (B.No.55508/07 ve 29520/09 - 21.10.2013 tarih) kararında geçmiş olaylara dair bilgiler vardı. Büyük bir kısmını Rusya sakladı ve AİHM’sine vermedi.
Bütün dünya tarafından saldırgan bir hukukçu olarak tanınan Andrey Yanuaryeviç Vışinski 1935’te Stalin tarafından SSCB Savcılığı'na getirilmiş ve SSCB'nin Birleşmiş Milletler temsilciliğini yürütmüştü. Amerika Savcılarının 26 Kasım’da Andrew Vişinki’nin şerefine verdikleri yemekte, diğer yargıç ve savcılarla kadeh kaldırırken Vışinki’nin söylediği sözler dinleyenlerin dillerine çevrilene kadar herkes bardaklarının dibini çoktan görmüştü.
Vişinki; “Sanıklara! Mahkemeden çıkan yolları onları doğrudan mezarlarına götürsün” demişti.
Yargılamalar bitince yargıçlar bir hükme varmak için uzun uzun tartıştılar. Nürnberg Mahkemesi kararları 1946 yılı Ekim ayının başlarında iki gün süren oturumlarda açıklandı. On sekiz sanık en az bir suçtan hüküm giydi ve üç sanık beraat etti. On bir kişi idama mahkûm oldu. İnfazlar 15 Ekim’de gerçekleştirildi ama aralarında Göring yoktu. Siyanürle kendini zehirlemişti. Üç Nazi örgütü SS, Gestapo ve Parti Yönetim Kurulu suç örgütü olarak kabul edildi. Uzun yıllar verilen kararlar ve hükmün adaleti tartışıldı. Hükmün önceden verildiğine dair ciddi bir iddia ileri sürülmedi.
1980 yılının sonunda uluslararası ceza hukuku bir dönemece geldi. Nürnberg yargılamaları bazı suçların tüm dünyayı ilgilendirdiğini ortaya koymuştu. Soykırım ve Cenevre Sözleşmeleri bu suçların devletler tarafından soruşturulmasını, faillerinin yargılanmasını ve cezalandırılmasını şart koşuyordu.
Türkiye’de 12.10.2004 kabul tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda Uluslararası Suçlar başlığı altında soykırım ve insanlığa karşı suçlar kabul edildi. Böylece Türkiye BM 11.12.1946 tarihli 96 (1) sayılı kararlarından birini yerine getirmiş oldu.
Sonra olup bitenler dünyayı ilgilendirmiyor mu?
16 Mart 1968 günü Güney Vietnam’da yaşanan My Lai’de olup bitenler katliamdı! Önce ordu tarafından sorumlu görülen Alfa, Bravo ve Çarli bölüğündeki askerler hakkında soruşturmalar açıldı. Sonunda bir ceza kovuşturmasına gerek görülmedi.
Altı ayrı cumhuriyetin bir araya geldiği bir federasyon olan Yugoslavya 1980 sonrası çürüdü. Tito’nun ülkeyi bir arada tutan gücü kayboldu. 16 Nisan 1993 günü Bosna’nın doğusunda yaşayan Müslümanların çoğunlukta olduğu Srebrenitsa Sırp kuvvetlerine teslim edildi. Kıyımlar yaşandı. ABD, Birleşik Krallık ve Rusya’nın destekleriyle savaşın yaşandığı coğrafyada savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemiş olanların yargılanması için uluslararası bir mahkeme kurulması fikriyle Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi Nürnberg’den sonra ortaya çıkan bir mahkeme oldu. ABD eski Dışişleri Bakanı Madeleine Albright “Bu, kazananların mahkemesi olmayacak. Bu çabada galip gelecek tek şey hakikatin kendisi olacak” demişti…
Bu mahkemede Dusko Tadic savaş ve insanlığa karşı suçlarından dolayı 1977 yılında mahkûm oldu. Sırplar, 28.06.2001’de Miloseviç mahkemeye teslim etti. Yargılanması başlayan Miloseviç’e duruşması başlayınca Birleşik Krallıktan Yüksek Yargıç Richard May; kendisine avukat tutması için teklifte bulunmuştu. Ciddi kalp rahatsızlığı olan Miloseviç; “Bu mahkemeyi sahte bir mahkeme ve iddianameyi sahte bir iddianame olarak görüyorum (…) böylesi yasadışı bir kurum için adli yardım almaya ihtiyacım yok” yanıtını verdi. 11 Mart 2006 günü hücresinde ölü bulundu.
Sonu gelmeyen uluslararası ceza yargılamalarının gerçeğin ortaya çıkarılmasında ne kadar yararlı olduğu tartışmalıdır. Ama daha sonra kalıcı bir ceza mahkemesinin kurulması gündeme geldi. 1998 yılında 160 ülke Roma’da bir araya geldi ve savaş suçlarını, insanlığa karşı suçları yargılayacak daimî bir Uluslararası Ceza Mahkemesini kurdular.
Öte yandan 11 Eylül 2001’de yaşanan Dünya Ticaret Merkezi saldırısından sonra 20 Eylül 2001 tarihinde Kongrede konuşan Başkan Bush, Amerika’nın karşı karşıya kaldığı savaşın sadece silahlarla değil, aynı zamanda diplomatik , finansal ve hukuki alanlarda verileceğini söyledi ve “Sonsuz Adalet Operasyonu” için seferberlik başlattı. Sonra adı “Sonsuz Özgürlük Operasyonu” oldu. Ardından Afganistan’da yakalananlar için Guantanamo askeri hapishane ve mahkemeleri ortaya çıktı.
Ceza hukuku uluslararası suçlar bakımından soykırım, insanlığa karşı suçlar, barışa karşı suçlar ve savaş suçları kapsamında önemini koruyor.
Uluslararası suçların failleri kim olursa olsun, uluslararası hukuk çerçevesinde bir suç oluşturan bir fiili işleyen bir kişinin Devlet Başkanı yahut sorumlu Hükümet görevlisi sıfatıyla/(olarak) tasarrufta bulunmuş olması, onu uluslararası hukuk çerçevesindeki sorumluluktan kurtarmaz.
Sadece savaş suçları değil; yaşamın her anı için siyasal iktidarların yarattığı suçlar ve yalanlar üzerine kurulmuş mahkemelerdeki yargılamalar vicdanları şoke olmaktan nasıl kurtarabilir? Adaletin ve yargının nasıl bir gücü olabilir?
Nuremberg Mahkemesi Şartı ve bu Mahkemenin Hükmünde Tanınan Uluslararası Hukuk İlkelerinden birincisi; “Uluslararası hukuk çerçevesinde bir suç oluşturan fiili işleyen herhangi bir kişi bundan sorumludur ve cezalandırmaya tabidir.” (Gemalmaz, Semih age sy 1557 vd)
“İnsanlığa karşı suçlar”, hukuk ilkelerinden IV numaralı başlık altında şöyle tanımlanmış:
“Bu tür fiiller, barışa karşı bir suç ya da herhangi bir savaş suçu işlenirken yapılmış olduğunda yahut bu tür zulüm/(eziyet) barışa karşı bir suç ya da herhangi bir savaş suçu ile bağlantılı olarak icra edildiği takdirde (olmak kaydıyla) herhangi bir sivil nüfusa karşı işlenen öldürme, yok etme/(kökünü kazıma), köleleştirme, sınır dışı etme ve diğer insanlık dışı fiiller yahut siyasal, ırksal ya da dinsel nedenlere dayalı olarak yapılan zulüm”
Devletlerin zulmü sürüyor.
Saldırgan savaşları sürdürenler, savaş ateşine odun taşıyan siyasal iktidarları ve suçun faillerini koruyor, kolluyor…
İnsanların varolma hakkının inkârı sürüyor.
İnsanların yaşama hakkının inkârı sürüyor…
Nürnberg İlkelerinden (V) İlkeye göre; uluslararası hukuk çerçevesinde kendisine bir suç isnadında bulunulan herhangi bir kişi, olgular ve hukuk bakımından adil yargılanma hakkına sahiptir.
Yeter ki, insanların varolma hakkını inkâr edenler, kim olursa olsun yargı önüne çıkarılabilsin!
(Fİ/RT)