Elinde çekiç olanın her yerde çivi görmesi misali, doktorlar da etraflarında her daim tamir edilmesi gereken bedenler/zihinler görüyor olsa gerek.
Hatta aldıkları eğitimin sonucu olarak elde ettikleri şifa dağıtma ve can kurtarma becerilerini düşününce, bu yazıya konu olan sayısız olayı da veri olarak alırsak, kendilerine tanrısal bir rol vehmettiklerini, bir adım öteye geçelim hatta, bilme tekelini ellerinde tuttuklarına ve onların yol göstericiliği olmadan mümkün değil yaşayamayacağımıza inandıklarını pekala söyleyebiliriz.
Aslında “aman, bu da onların sorunu” deyip biraz üzülüp geçmek mümkün, ama bu camiadaki insanlar biz sakatların kafasına her daim öyle amansız çekiç darbeleri indiriyor, kendilerini bu tanrı rolüne öyle çok kaptırıyorlar ki, öfkeyle dönüp, ” hasta mısınız yahu” diye söylenmeden geçemiyor insan!
Elbette burada amacım bir meslek grubunu toptan suçlamak değil. Ama tıp camiası ile toplum arasındaki bu fay hattının çok kritik olduğunu ve turnusol kağıdı misali incelenmesi gerektiğini düşünüyorum.
***
Başlamadan önce can alıcı üç soru sormamız ve cevaplamamız lazım:
1- Sakatlar ortalamadan daha fazla sağlık sorunu mu yaşar? Cevap: Hayır.
2- Öyleyse neden sakatlar durmadan tıp doktorları ile karşı karşıya gelir? Cevap: Çünkü sakatların sakat olduklarını her daim ispatlamaları gereken ahmakça bir sistem söz konusu. Bir sağlık kurulu bize “tamam sen sakatsın” demeden resmî olarak sakat sayılamıyoruz!
3- Peki sağlık raporu almak sizin için neden sorun? Cevap: Ehliyet, araba, evde bakım, maaş, emeklilik, eğitim, istihdam, askerlik vb. bir sürü haktan yararlanabilmek için neredeyse yılda birkaç defa sağlık kuruluna girmemiz gerekiyor ve bu akıl sağlığını yitirmeden gerçekleşmesi mümkün olmayan bir eziyet.
Üstelik, kentlerin engelleyici şekilde dizayn edildiği ve toplu taşıma kullanımının neredeyse imkansız olduğu bir ortamda bizlerin evden çıkıp düzenli olarak hastaneye gitmesi inanın oldukça uzun ve zahmetli bir iş.
Şimdi bu sürecin neden eziyete döndüğünü, doktorların nasıl da zalim olabildiğini ve sistemin buna nasıl da çanak tuttuğunu gösteren örneklere geçebiliriz. Ve lütfen aşağıda yazdıklarımın istisnai örnekler olmadığını, bilakis, teamüle dönüşmüş olduğunu unutmayın.
Kara kaplı bir kitap var, bir cetvel. Teoriye bakarsak, doktorlar bu cetvele bakıp kişideki sakatlık oranını söylüyor ve eğer oran % 40 ve üzeri ise, bu durumda kişi sakat statüsüne dâhil olup bazı haklardan yararlanabiliyor.
Yani kabaca söylersek, bir gözün görmüyorsa % 32 ile sakat sayılmıyorsun; bir elin yoksa % 50 veya bir baston ve cihazla yürüyebiliyorsan % 42 vb. oranlar alıyorsun ve şükürler olsun ki tescilli sakat oluyorsun!
Hadi, hangi hal için hangi oran verildiğine ve bu oran belirleme fantezisinin gündelik hayatta sakatların yaşamını nasıl ıskaladığına dair tartışmayı sonraya bırakalım, ama hiç değilse bir bana-bir de cetvele bakan her doktorun aynı oranı yazmasını istemek, bunu beklemek hakkımız olsa gerek; değil mi?
Yok, böyle bir şey umamayız! Kara kaplı kitabı eline alan her doktor önce vatandaşın talebine bakar, sonra vatandaşın elde edeceği olası hakkın kıymeti ile ters orantılı olarak rapordaki oranı düşürür ya da yükseltir.
Evet, vatandaşa düşük oran lazımsa yüksek, yüksek oran lazımsa düşük oran verilir. Vatandaş raporunda “X” ibaresi olsun isterse “Y” ibaresi, “Y” ibaresi olsun isterse “X” ibaresi yazılır.
Amaç belli: Vatandaş bir hak elde etmeyi umarken öyle bir cehennem eziyeti çeksin ki, bir daha aklından hak-mak geçirmesin!
***
Sol ayağından hareket kısıtlılığı olanlar bundan birkaç yıl öncesine kadar Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) istisnası ile araç alamıyordu. Gerekçe şuydu: ”Senin kısıtlılığın umurumda değil. Otomobil kullanmak için özel donanıma ihtiyacın yok; otomatik vitesli bir aracı pekâlâ kullanabilirsin”.
Eyvallah! O zaman rapora H sınıfı sürücü belgesi için değil B sınıfı sürücü belgesi için ibare koyun ki otomatik vitesli tüm araçları kullanabileyim. Çünkü H sınıfı sürücü belgesi ile sadece ve sadece kendi üzerime kayıtlı bir aracı kullanabiliyorum... Yanıt net: “Olmaz, sen sakatsın ve sakatlara H sınıfı sürücü belgesi verilir!”
Sonra bir düzenleme yapıldı ve sol ayağından kısıtlılığı bulunup H sınıfı sürücü belgesi olanların hiçbir özel donanım şartı olmaksızın otomatik vitesli bir aracı ÖTV istisnası ile satın alabilmesinin önü açıldı. Peki, ne oldu dersiniz? Ne olacak, “Sen otomatik vitesli tüm araçları kullanabilirsin, H sınıfına gerek yok, al sana B sınıfı ehliyet için rapor” demeye başladılar! Yani, dün B isteyene zorla H veren sağlık kurulları bugün H isteyene zorla B veriyorlar!
***
Benzer sakatlığı olan iki kişi beraber aynı hastaneye gidiyorlar, birisinin % 90 ve üzeri orana sahip bir rapora ihtiyacı var, diğerininse “H sınıfı sürücü belgesi alır” ibareli % 90’ın altında orana sahip bir rapora.
Sonuç ne oluyor dersiniz? % 90’ın üzerinde isteyene % 89, % 90’ın altında isteyene % 96 oranlı rapor veriliyor! Böylece her ikisi de araç alımında vergi avantajından yararlanamıyor. Hamdolsun!
***
Bir kolu olmayan, bir bacağı olmayan, bir ayağı ve eli olmayan, ve hatta hareket yetisinin % 95’ini yitiren kişilere dahi doğru teknoloji ile donatılmış araçları kullanabilmeleri için dünyanın gelişmiş bütün ülkelerinde sürücü belgesi verilir.
Peki bizde durum nedir? 10 hastanenin 9’u “sürücü olamaz” raporu verir, ancak 1’i “sürücü olur” der! Gidip dil dökeriz, videolar izletip teknolojileri anlatmaya çalışırız, aynı durumda olup sürücü belgesi bulunan kişilerin raporlarını örnek olarak sunarız, kırk takla atarız yani, ama nafile! “Git nereye şikayet edersen et, bu yetki bende ve sana istediğin raporu vermiyorum”. Hadi bakalım!
***
Hastanelerde bir moda var: dağ gibi sakat olan, sittin sene bu sakatlığı değişmeyecek olan insanlara 1-2 yıl süreli rapor vermek! Çıkar yalvarırsın doktorlara, yahu bu çocuk düzelebilir mi, hayır! Peki neden yaşam boyu geçerli olan bir rapor vermiyorsunuz da 1-2 yılda bir bu eziyeti çekmemize neden oluyorsunuz? Cevap: “Çık dışarı, çık! Git nereye istersen şikayet et”. Adam biliyor şikâyet etse de hiçbir şeyin değişmeyeceğini, kendisine hiçbir zarar gelmeyeceğini...
Lanet edip dönersin evine ve 1-2 senede bir de olsa rapor alabildiğin için şükredersin. Ama işkence bitmez tabii! Süre sonunda yıllardır çocuğun için özel eğitim ve evde bakım aylığı alabilmeni sağlayan raporu yeniden almak için aynı hastaneye gittiğinde rapora bir bakarsın, “özel eğitime ihtiyacı yoktur, Ağır özürlü değildir” diye bir raporu tutuşturmuşlar eline.
Şoka girip kapı kapı dolanıp “bu çocuk 2 senede düzeldi mi, nesi değişti de bu raporu verirsiniz” diye feryat edersin. Haaaay hak; kim duyar sesini! Git şikâyet et... Artık çocuk ne özel eğitim alabilir ne de evde bakım aylığı. Cehennem biletini kesmiştir doktorlar!
***
Bir sakat gidip rapora başvurur, verilen oran % 39. İtiraz eder, % 25! Bir sene sonra başka hastaneye gidip rapor alır, % 60. Kuruma sunar, % 35! Emekliliğe başvurur, % 80, raporu Kurum’a verir % 59. Nedense oranlar hep lazım olanın 1 puan altında kalır. Şans!
***
Bir tane daha yazayım, son olsun. Emekli olmuş ve anlamsız yere 1-2 senede bir kontrol muayenesi istenen biri ister ki kontrol zamanı gelmeden önce yeni rapor sürecini tamamlasın ve emekli maaşı kesilmeden devam edebilsin. Erkenden SGK’dan sevk alıp hastanenin yolunu tutar. Deneyimlidir, ne yapması gerekiyorsa yapmaya hazırdır. Ama kader ağlarını örer tabii, o doktor senin bu doktor benim oda oda dolanır günlerce ve ne yazık ki raporu yetiştirmesi riske girer. Gecikmeye neden olan doktora can havliyle çıkıp durumu anlatır ve aldığı cevap: “Çık dışarı...”
***
Bunları umutsuz olduğum için yazmıyorum! Aksine, iki şeyin altını çizmek için yazıyorum:
1- AKP hükümeti ilk kez iktidara geldiği yıllarda, bu tür sorunları Başbakanlık İletişim Merkezi’ne ilettiğimizde sorunlar büyük oranda çözülürdü. En azından çözmek için bir hareketlilik olduğunu anlardık. Ama son 5 yıldır AKP bu konuda tümüyle eskiye döndü. Artık BİMER hiçbir sorunu çözmeyen hantal bir garabet haline geldi ve neredeyse her konuda vatandaşı değil devleti kolluyor. Devletle işi olan inşaat müteahhidini kanuna rağmen kolla, devletle işi olan sakatın hakkını kanuna rağmen verme. Sahi, hangi vicdana sığıyor bu?
2- Tıp camiası, Allah aşkına bir durup düşünün. Doktor annesi, babası, kardeş tanıdığı olanlar, hele bir onlara sorun “sen de böyle misin, neden böyle” diye. Çok basit insani davranışlardan bahsediyoruz. Biraz insanlık, biraz akıl, biraz vicdan, biraz sorumluluk. Bırakın artık vatandaşa eziyet çektirmeyi. Rahatlayın biraz. Gelişmiş toplumlardaki gibi vatandaşa hizmet eden devlet yaratmak varken nedir bu ceberutluk. Sahiden buna hizmet etmek canınızı yakmıyor mu? Anlamak için sakat olmanız şart mı? (BK/NV)
* Bu yazı www.engelliler.biz'de yayımlandı.