Modern toplumlarda eğitim hizmetlerinin; sosyalleşme, kültürel birikimi yansıtma ve yeniden üretme, bireyi ve toplumu dönüştürme, ekonomik anlamda sınıf ve statü değişikliğine imkan sunma ve siyasal katılma imkanlarını çoğaltma gibi işlevleri vardır. Eğitime yönelik eleştirel yaklaşımlar olsa da neredeyse bütün toplumlarda genel eğilim, eğitimin olumlanması şeklindedir. Neredeyse tüm toplumsal sorunlara çözüm aranırken “eğitimin şart” olduğu kabul gören bir anlayıştır. Sağlık hakkıyla birlikte eğitim hakkı, engellilerin de tüm haklarının yaşama geçmesi için çok önemli bir işleve sahiptir.
Öte yandan dijitalleşme ve pandemi etkisiyle işlevleri değişen eğitimin; örgün, yaygın, açık, online versiyonlarına erişebilmek “herkes için” aynı oranda mümkün değildir. Eğitimin her türlüsüne en az erişebilen en büyük toplum kesimi engellilerdir. Çünkü eğitim programları, bütçeleri, kadroları, mekanları ve neredeyse her türlü eğitim faaliyeti ableistler/sağlamcılar tarafından belirlenmektedir.
Sağlamcılık, mekanın ve imkanın “engelsizlere” göre inşa edilmesidir. Eğitim mekanları olarak; okulların, internet sitelerinin, rehabilitasyon/eğitim merkezlerinin, iş yerlerinin ve tüm çalışma alanlarının “sağlamcılık ile malül” olduğu ifade edilebilir. Sadece bu alanlar değil bu alanlara giden yol, geçit, kaldırım, toplu taşıma aracı, asansör, trafik işareti, vb. her türlü erişim araçları da “engelliler var sayılarak” inşa edilmemektedir.
Yaşamın tüm alanlarını etkileyen bir ayrımcı ideoloji olarak sağlamcılık; engelli olmayanların engelli bireylerden daha üstün olduğuna dair önyargılı inancı ifade etmektedir. Dolayısıyla bu anlayış eğitim süreçlerinde de engelli bireylerin dışlanmalarına, damgalanmalarına, izole edilmelerine, ayrımcılığa uğramalarına ve mikro saldırılara maruz bırakılmalarına neden olmaktadır. Engellilerin eğitim alanlarına ulaşabilmelerinin ilk koşulu, yaşadıkları binalardan tüm eğitim mekanlarına varabilen erişilebilirlik araçlarının inşa edilmesidir.
BM Engelli Haklarına İlişkin Sözleşme’nin 24. Maddesi, Anayasanın 10. ve 42. Maddeleri engellilerin eğitim hakkının yasal dayanaklarıdır. Ancak resmi verilerle engelli nüfusun eğitim hizmetlerine erişemediği bilinmektedir. En son 2011 yılında açıklanan engelli eğitim düzeyi verilerine göre; erkek engellilerin yüzde 28,5’i kadın engellilerin ise yüzde 52,5’i ilkokul mezunu bile değildir. Yükseköğrenime erişebilen kadın engelli oranı yüzde 2’nin, erkek engelli oranı ise yüzde 3’ün altındadır.
2020-2021 yılı verilerine göre açık öğretim de dahil yüksek öğrenimde olan engelli sayısı 56 bin civarındadır. Bu sayının yüzde 90’ı ise Anadolu, Atatürk ve İstanbul Üniversiteleri’nin açık öğretim bölümlerindedir. Buna göre toplam yükseköğrenim öğrencileri içerisinde engelli öğrencilerin oranı binde 7’dir. Engellilerin yükseköğrenime ve yükseköğrenimde de örgün eğitime erişimini engelleyen faktörler dönüşmedikçe bu verilerde de hızlı bir dönüşüm sağlanamaz. Yükseköğretim ve mesleki eğitime erişemeyen engelli nüfusun istihdamı ise, “hep çözüm bekleyen, projelere konu olan, komisyon ve kurullara havale edilen bir mesele” olacaktır. Bu durumda, engellilerin kitlesel yoksulluğuna yapısal bir çözüm bulunamaz.
Engellilerin eğitime erişiminin önündeki engeller, engellilere yönelik ayrımcı dil ve söylemlerden bağımsız olmadığı gibi iktidarların engelli karşıtı “sağlamcı politikalara” da bağlıdır. İnsan potansiyelinin, onur ve değer duygusunun tam gelişimi ve insan haklarına, temel özgürlüklere ve insan çeşitliliğine saygı duyulmasının güçlendirilmesi için engelli nüfusun eğitimde kapsanması zorunludur.
Engellilerin, kişiliklerinin, yeteneklerinin, yaratıcılıklarının, zihinsel ve fiziksel becerilerinin potansiyellerinin gelişiminin sağlanması için eğitim hakkı önemli bir araçtır. Engellilerin özgür bir topluma etkin bir şekilde katılımlarının sağlanması için eğitim hakkının tanınması ve yaşama geçirilmesi gereklidir.
Türkiye’de ve neredeyse her yerde işitme, görme, zihinsel, ortopedik ve norö-çeşitli engelli kişilerin eğitim hakkı sistematik bir şekilde ihlal edilmektedir. Her engel grubuna özgün gereklilikleri olan eğitimin, erişilebilir olması için gerekli alt yapı neredeyse yok denilebilir. Toplam nüfusun yüzde 8 ila 10’nun oluşturan engelli yurttaşlara sunulan tüm kamu hizmetleri için genel bütçeden ayrılan pay sadece yüzde 1,6’dır. Milli Eğitim Bakanlığı ve bağlı okulların bütçesi içerisinde engellilerin eğitimi için yeterli düzeyde bir bütçe, kadro, müfredat çalışması yoktur. Veliler, öğrenciler, öğretmenler, idareciler ve hatta özel eğitim öğretmenleri engelliler için hak odaklı bir farkındalık ve tutum içerisinde değildir.
Süreç içerisinde yeniden inşa edilen, tadilatı yapılan birçok okul yine erişilmez bir şekilde olmaktadır. Okul servislerinden kantinlerine, sınıflarından merdivenlerine, oyun alanlarından kütüphanelerine, tuvaletlerinden yemekhanelerine varan birçok alan, engellilere “kapalıdır.” Toplam kadrosu bir milyon kişinin üzerinde olan Milli Eğitim Bakanlığının “özel eğitim kadrosu” oranı yüzde 2’nin altındadır. Bunların da engelli hakları farkındalık düzeyi tartışmaya açıktır.
Özellikle engellilerin bulunduğu sınıflarda sınıf mevcudunun 20’yi geçmemesi gerekirken birçok “kaynaştırma” öğrencisinin 30-40 ve hatta daha fazla mevcutlu sınıflarda olduğu bilinmektedir. Kaynaştırma eğitimi için gerekli sınıf mevcudu, kadrosu ve farkındalık sağlanmadığı için engelliler bu kapsamda sistematik bir ayrımcılığa maruz kalmaktadır.
Kapsamlı ve hızlı bir politika ile “herkes için erişilebilir okullar” inşa edilmelidir. Okulların sadece yüzde 2,4’ü “özel eğitim kurumu” olup, dersliklerde ise bu oran yüzde 1,4’tür. Okul öncesi eğitimde derslik, öğrenci ve öğretmenlerin “özel eğitim oranı” kamuoyuna açıklanmamaktadır. Halbuki engelli eğitiminde okul öncesi eğitim yaşamsaldır.
İlkokul, ortaokul ve ilköğretim düzeyindeki öğrenciler içerisinde “özel eğitim” kapsamındakilerin oranı yüzde 0,3 olup bu oran erkek öğrencilerde yüzde 0,4, kız öğrencilerde yüzde 0,2’dir. Yani bin öğrencinin sadece 3’ü özel eğitim kapsamındadır. Tüm okulların engellilere açık ve erişilebilir olması kapsayıcı bir eğitim ve toplum için gereklidir.
Her dönem başında veya bazen dönem içerisinde engelli çocuklara yönelik kayıt ve sınıf belirleme süreçlerinde ayrımcılık yapıldığına ilişkin vakalar kamuoyuna yansımaktadır. Söz konusu ayrımcılıkların yaşanmaması için gerekli farkındalık çalışmalarının yürütülmesi ve suç düzeyindeki ayrımcılık fiillerinin yaptırımsız kalmaması gerekir.
Engellilerin eğitime erişimini etkileyen önemli bir faktör de engelli kişinin destekleyici ve yardımcı teknolojilere ve araçlara erişebilmesidir. Sadece eğitime erişimde değil günlük yaşamdaki tüm işlerinde engellinin yaşamını kolaylaştıran bu araçlar kamusal bir politika kapsamında sağlanmalıdır. Çoğu ithal olan ve bu nedenle erişimi zor, pahalı ve zahmetli olan yardımcı teknolojilere, tıbbi medikal araçlara, engelliler için günlük yaşamda zorunlu sarf malzemelerine erişimde güçlük yaşanmaktadır. Bu araçların yerli ve nitelikli üretiminin desteklenmesi, engellilerin eğitim hakkı dahil tüm haklarının desteklenmesi anlamına gelmektedir.
Okullarda, internet sitelerinde, kütüphane, dershane, rehabilitasyon ve eğitim merkezlerinde eğitim materyallerinin Braille alfabesiyle, İşaret Dili ile, dijital/sensörlü araçlara uyumla çoğaltılması gereklidir. Bir kitabın bu formatlarda erişiminin olması ve bu durumun engelsiz kişilerce de bilinmesi engellerin sosyal yaşama katılmasının “normalleştirilmesini” hızlandıracak ve “normalin adilleşmesine” imkan sunacaktır. Braille ve diğer biçimlerdeki yazıların okunmasının öğrenilmesi, beden dilinin ve alternatif iletişim araçları ve biçimleri ile yeni çevreye alışma ve bu çevrede hareket etme becerilerinin öğrenilmesi, akran desteği ve rehberlik hizmetlerinin kolaylaştırılması engelli nüfusun görünürlüğü arttıracaktır.
Bu kapsamda tüm okullarda ve topluma hizmet sunulan yerlerde işaret dilinin öğrenilmesi, işitme ve konuşma engellilerin dilsel kimliğinin gelişimine yardımcı olunması sağlamcılığı azaltacak, eşitliği arttıracak bir faktördür. Sağlamcı müfredat ders kitaplarındaki temsillerden ibaret değildir. Okuldaki oyunlardan, şarkı sözlerine, öğretmen “nasihatlerinden” çocukların kendi iç kavgalarındaki küfürleşmelerine varan bir ayrımcılık hattı bu müfredatın temelidir. Sağlamcı müfredat eşitlikçi bir eğitimin en önemli engelidir. Engelli öğrenci ve engelli velilerin, engelli öğretmen ve engelli idarecilerin eğitim organizasyonunda, karar alma süreçlerinde katılımının artması eğitimde sağlamcılığı azaltacaktır. Bu katılım ve temsile Milli Eğitim Bürokrasisindeki engelli oranının arttırılması ile başlanmalıdır. İl ve ilçe milli eğitim müdürlerinin, bakanlık daire başkanlıkları ve genel müdürlüklerinin engelli kadrolara açılması, MEB’in zorunlu olan yüzde 3 engelli kotasını doldurması ilk adım olabilir. (SO/AS)