*Fotoğraf: Dolap Beygiri filminden
Bazen ortalıkta dolaşanlara “dolap beygiri gibi dolaşıp durma” derler…Hep aynı işi yapanlar, bir işin etrafında dönüp duranlar ve aynı işi tekrar tekrar yapanlar için çok kullanılır.
Birisine “dolap beygiri” derseniz dar bir çevrede hiç değişmeyen yorucu bir iş yaptığı anlamına gelir. Önünü görmesin ve anlamasın diye dolap beygirinin gözleri bağlanır. Koşar durur, nereye koştuğunu bilmez. Ama kuyudan su çekip bahçe ve bostanları sulamaya yarayan çarklı düzeni döndürür ve sistem işler…Toprak suya kavuşur, kandırılmış dolap beygiri döner durur bilmeden ve emektar beygir insanların işine yarar.
İstanbul semtlerini anlatırken Sait Faik hikayelerinden birisinde dolap beygirinden şöyle bahsediyordu: “Dolapdere’de bostanları sulayan dolabı gözümüzü kapamadan da görüyoruz: Sıra sıra bostanların kuyuları, kocaman kovalar, gözlerine mendil bağlanmış bir emektar beygir, bir gıcırtı, kovaların deliklerinden durmadan düşen su, zincir şıkırtıları, dolap beygirinin adaleleri, tahtadan olukların arklara gönderdiği sularda ışık ve güneş oyunları, …”[i]
Siyasiler biraz değişiklik yapmış, biri diğerine posta beygiri demiş!
"Amerika'nın posta beygiri gibi"…
Söyleyen siyasetçinin muhatabı Dışişleri Bakanı… Dolap beygiri dememiş ama posta beygiri demiş! Bir dışişleri bakanına böyle denilebilir mi?
Hakaret sayılır mı? İfade özgürlüğü müdür?
İki siyasetçinin birbirleri hakkındaki ifadeleri veya “posta beygiri gibi” sözleriyle eleştiri sınırları aşılmış mıdır?
"Posta Beygiri gibi" ifadesi; özellikle kullanılan dil ve üslubun muhatabı olan Bakan açısından rahatsız edici olabilir mi? Olabilir!
Anayasa Mahkemesi siyasetçi olan bir başvurucunun yaptığı bir konuşma sırasında Dışişleri Bakanına karşı söylediği bu sözler nedeniyle aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar vermiştir.[ii]
Sözü eden başvurucu, olay tarihinde bir siyasi partinin Merkez Yürütme Kurulu üyesi ve aynı zamanda genel başkan başdanışmanıdır. Partisinin İl Başkanlığı tarafından bir iftar programına davetli olarak katılmıştır. Programda partililere hitaben yapmış olduğu konuşmada şu ifadeleri kullanmıştır:
"Şimdi Amerika Birleşik Devletlerinin bölgedeki planlarını yerine getirebilmek için, İngiltere'nin bu coğrafyadaki bazı planlarını yerine getirebilmek için, Avrupa Birliği ülkelerinin yine bu coğrafyadaki bazı planlarını yerine getirebilmek için Türk askeri dahil devletin bütün imkanları kullanılabildiği gibi, bavullarla kendi devletlerine isyan etmiş olan ve ne olacağı meçhul olan insanlara Türkiye Cumhuriyeti devleti 70 yıllık 80 yıllık hatta ta Selçuklu'dan itibaren alacak olur isek Türk devlet geleneğini ayaklar altına alan bir takım uygulamalar yapılıyor. Türk Devlet geleneğinde Osmanlı'da da Selçuklu'da da komşumuzun iç huzuru bizim için önemlidir. Onun toprak bütünlüğü bizim için önemlidir. Dün Kaddafi'den ödül alabilmek için çadırının kapısında bekleyen sayın Başbakan, onun verdiği ödül ile şereflendiğini söyleyen sayın Başbakan, bugün Kaddafi'nin muhaliflerini desteklemek üzere Amerika'nın posta beygiri gibi habire Dışişleri Bakanını gönderiyor. Öyle mi değil mi arkadaşlar? Suriye'ye bakıyoruz. Düne kadar Bakanlar Kurulu üyelerimiz müşterek Bakanlar Kurulu toplantısı yapıyordu. Kardeş ülkeydik. Bugün ne oldu? İşte bugün sözümün başında ifade ederek girdiğim o Rasmussen'in NATO'nun çizmiş olduğu planlar uygulanıyor. Eski bir asker olarak şunu söylüyorum: Türkiye Cumhuriyeti NATO'nun, ABD'nin, AB'nin emrinde değildir. Türkiye Cumhuriyeti şehitlerin emanetidir bize. Dört tane soytarının, dört tane soysuzun on-on beş tane köksüzün birilerine altın tepsiler üzerinde sunacağı bir ülke değildir."
Bakan A.D. (davacı) başvurucunun anılan konuşmasında kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu ve hakaret edildiği iddiasıyla 2011 yılında Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesinde 10.000 TL'lik manevi tazminat davası açmıştır. Mahkeme tazminata karar vermiş, Yargıtay bozmuş, Mahkeme direnme kararı vermiş ve dava Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 6.11.2018 tarihli kararıyla sonuçlanmıştır.
Yargıtay Genel Kurulu gerekçesinde; başvurucu tarafından kullanılan sözlerin siyasetçi olan davacının katlanması gereken eleştiri sınırlarını aştığı, özellikle "Amerika'nın posta beygiri gibi" ifadesinin çağrıştırdığı anlam itibarıyla küçük düşürücü olduğu belirtilerek kullanılan sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında kalmadığı kanaatine varmış ve karar 2.5.2019’da kesinleşmiştir.
Uyuşmazlık Anayasa Mahkemesinin önüne gelmiştir.
Başvurucu; kendisinin muhalefet partisinde görev alan aktif bir siyasetçi olarak Hükûmeti ve Dışişleri Bakanını eleştirdiğini, dış politikadaki tutarsızlıkları hedef aldığını, Bakan’a kişisel olarak saldırıda bulunmadığını, siyasi eleştirilerde bulunma hakkının olduğunu ileri sürmüştür.
Anayasa Mahkemesi ilk derece Mahkemesinin Başvurucunun konuşma sırasında kullandığı ifadeyi “tırnaklama yaparak” bütün konuşmanın tamamından ayrı bir şekilde değerlendirmesini hukuka aykırı bulmuştur. Derece mahkemesinin karar verirken “kullanılan ifadeleri bağlamından kopartmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirmesi” gerektiği kanaatindedir.
Anayasa Mahkemesi konuşmayı bir bütün olarak değerlendirmiş ve şu tespitte bulunmuştur: “Başvurucu, bu süreçte Hükûmetin önceki tutum ve açıklamalarının aksine Libya konusunda Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte hareket edilmesini sert bir dille eleştirmiş, davacının Amerika Birleşik Devletleri adına sıklıkla Libya'ya gittiğini ima ederek "Amerika'nın posta beygiri gibi" ifadesini kullanmıştır.”
Başvurucu konuşmasında Hükûmetin dış politikada bağımsız hareket edemediğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi bu durumda; “Görüldüğü üzere başvurucu, muhalefet partisinde görev alan aktif bir siyasetçi olarak Hükûmetin ve dışişleri bakanı olan davacının yürütmekte oldukları dış politikadaki tutarsızlıkları hedef almıştır. Bu nedenle başvurucunun sözlerini sebepsiz, kişisel bir saldırı amacıyla sarf ettiği de değerlendirilmemiştir.”
Bu konuşmanın sınırlı sayıda davetli topluluğuna hitaben bir akşam yemeğinde yapıldığı ve AYM’ye göre “Başvurucu, iktidar partisini ve iktidar partisinin bir üyesi olan davacıyı hedef alarak siyasi arenada avantaj elde etme ve aynı zamanda parti teşkilatındaki kişileri motive etme gayesindedir. Bu noktada siyaset adamlarının birbirlerine karşı kullandıkları sözlerin açıkça polemik çıkarmaya, şiddetli tepkiler yaratmaya ve taraftarlarını konsolide etmeye yönelik siyaset üsluplarının bir parçası olduğu kabul edilmelidir.”
“Bununla birlikte toplumun tamamını ilgilendiren ve kamusal bir tartışmaya katkı sunduğu konusunda şüphe bulunmayan konularda oluşan rahatsızlıkların yüksek sesle dillendirilmesinin ancak düşüncelerin herhangi bir engelle karşılaşmadan açıklanabildiği demokratik rejimlerde mümkün olduğu da unutulmamalıdır.”
AYM kararında;
“İletişim aracı anlamıyla kullanıldığı anlaşılsa da "posta beygiri" ifadesinin kullanılan dil ve üslubun muhatabı açısından rahatsız edici olduğu kabul edilebilir. Ancak Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında benimsediği gibi demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olan ve toplumun ilerlemesi, bireyin özgüveni için gerekli temel şartlardan birini teşkil eden ifade özgürlüğü, sadece kabul gören veya zararsız yahut kayıtsızlık içeren bilgiler ya da fikirler için değil aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir. (…) Anayasa Mahkemesi yine pek çok kararında ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir. (…) Bu sebeplerle başvuruya konu konuşmada geçen ve tazminat ödenmesine neden olan bu gibi ifadelerin bazı kontekstlerde kullanımının toplumca kaba ve rahatsız edici bulunması hukuk sisteminde ceza veya tazminat şeklinde bir müeyyide bağlanmasının tek başına haklı gerekçesi olamaz.
Seçmenlerini temsil eden, onların taleplerini, endişelerini ve düşüncelerini politik alana aktaran ve çıkarlarını savunan, seçilmiş kimseler için ifade özgürlüğünün özellikle değerli olduğu açıktır. Bu sebeple müdahale eğer bir siyasetçinin ve özellikle muhalefet partisinin bir üyesinin ifade özgürlüğüne yönelik ise başvuruların çok daha sıkı bir denetimden geçirilmesi gerekmektedir. Buna ilave olarak mevcut başvuru konusu olaylar halka mal olmuş kişiler olarak hareket eden siyasetçiler arasında geçtiği için kabul edilebilir eleştiri sınırları sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında daha geniştir (…) Bu sebeple davacının kendisine yönelik eleştirilere sıradan insanlara göre daha fazla hoşgörü göstermesi gerekir.”
Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin yetersiz gerekçelerle Başvurucunun tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmediği görüşüyle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Siyasetçiler partilerine atı, kurdu, kuşu sembol alarak amblem yapıyorlar.
Ama insanların gözlerini bağlayıp kandırdığı, emek veren, boyuna dönüp duran, bostanlara su sağlayan, sürekli posta getirip götüren beygirli ve “hayvanlı” sözler edince hakaret sayıyorlar, ne tuhaf!
Sözün özü; siyasetçilerin siyaset yapmalarından kaynaklanan söz ve polemiklerinin yeri siyaset arenasıdır. Bu arenada yaptıkları konuşmalarında sarf ettikleri kötü sözler, nefret söylemleri, karşılıklı birbirlerine hakaretleri politika yapmaksa eğer; siyasetçiler birbirlerini yiyebilirler, birbirlerine sövebilirler.
Sonra da davalarla kişilik haklarını koruyabilirler, elem ve ıstıraplarını alacakları manevi tazminat tutarlarıyla bir nebze olsun dindirebilirler, tazminat paralarıyla teselli bulabilirler ve didişmelerini, nefret dillerini kendileri hakkında sürdürebilirler.
Ama gözü bağlı emek veren dolap beygirinin bostanlara su taşıması, posta beygirinin postacılığı; siyasetçilerin küfürlü ve nefret dolu sözleriyle yaptıkları siyasetlerinden çok daha kıymetlidir. (Fİ/RT)