Fotoğraf: Anadolu Ajansı
Rusya’da 23 Haziran Wagner Grubu kalkışmasıyla gelişen ve şirket hiyerarşisindeki üç önemli ismin (Yevgeni Prigozhin, Dmitry Utkin, Valery Chekalov) şaibeli bir uçak kazası sonucu ölümüyle devam eden süreç; Özel Askeri Şirketleri (ÖAŞ), devletlerin egemenlik alanlarında nasıl pay sahibi oldukları ya da olmak istedikleri noktasında tekrar ele almamızı gerekli kılıyor.
Nitekim, 2014 yılından itibaren neredeyse Rusya’nın resmi olmayan bir dış politika aygıtı olarak hareket eden ve Rusya’yı başta Afrika ülkeleri olmak üzere dünyanın özellikle doğal kaynaklar açısından zengin bölgelerinde önemli bir güç haline getiren Wagner Grubu; Ukrayna savaşında resmi Rusya ordusundan daha etkili bir konuma yükselmiş ve sonuç itibariyle Rusya devletinin egemenlik alanını tehdit edici bir unsur haline geldi.
Medyada sıklıkla paralı asker toplulukları ya da bağlı bulundukları devletlerin paramiliter kanatları olarak yer alan bu şirketler, Soğuk Savaş sonrası değişen dünya düzeniyle birlikte devletlerin dönüşen egemenlik anlayışına dair de çok şey söylüyor.
Klasik anlamda devletlerin “şiddet araçları üzerindeki kullanım tekelleri” olarak kavramsallaştırabileceğimiz bu egemenlik anlayışı, Soğuk Savaş sonrası hâkim olmaya başlayan serbest piyasa düzeninde güvenliğin kendisinin alınıp satılabilir bir meta haline gelmesiyle özel aktörlerle paylaşılır hale geldi.
Üstelik bu paylaşım, iç çatışma ortamı ve vekalet savaşlarının arttığı Soğuk Savaş sonrası süreçte devletlerin işine gelen bir işleyiş gösterdi.
Nitekim diğer devletlerin egemenlik alanının ihlal edilme ihtimalinin bulunduğu uluslararası çatışmalarda, ÖAŞ’lerle iş birliği, devletlerin çatışmaya doğrudan müdahil olmadan dış politika hedeflerini gerçekleştirebilecekleri anlamına gelirken, bu şirketlerle olan muğlak bağları ve bu şirketlerin işleyişine dair uluslararası bir hukuki mutabakatın olmayışı, devletlerin uluslararası tepkilerden veya hesap verebilirlikten sıyrılmalarını kolaylaştırıyor.
Fakat, Wagner örneğinde görüldüğü üzere devlet egemenliği alanındaki bu paylaşım bumerang etkisi yaratarak bizzat devlet egemenliğini tehdit edici bir hal alabilecek boyutlara da ulaşabiliyor. Peki nedir bu Özel Askeri Şirketler ve neden ortaya çıktılar?
Paralı askerlikten, özel askeri şirketlere
Paralı askerliğin dünyada icra edilen en eski mesleklerden biri olduğu bilinmesine rağmen, mesleğin bugünkü anlamda şirketleştiği haline tanık olduğumuz ÖAŞ’lerin tarihi, çok uzak bir tarihe değil, 1990’lara uzanmaktadır. Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte devletlerin dış tehdit anlayışlarında da bir güncellemeye gidildi.
Dış güvenlikten ziyade iç güvenlik doktrinine yoğunlaşan devletler, uluslararası güvenliğin teminatı olan ordularda da birtakım değişikliklere gittiler.
Böylelikle iki kutuplu dünya düzenine göre şekillenmiş devasa hantal ordularında küçülmeye giden devletler, teknolojik gelişmelerle de birlikte personel sayısı açısından az ama kabiliyetli insan istihdamı açısından daha profesyonel, daha mobil ve daha küçük ordu yapılanmalarına yönelmişlerdir.
Fakat Sovyetlerin dağılmasıyla son bulan iki kutuplu Soğuk Savaş düzeni; beklenenin aksine dünyada barış ortamının tesisine değil, tersine iç savaşlardaki artış dolayısıyla dünyada savaş ortamının yoğunlaşmasına yol açtı.
Örneğin, Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsünün sunduğu veriler, 1946 ve 2022 yılları arasında devletler arası savaş durumunda keskin bir düşüş gösterirken, iç savaşlarda iki katından fazla bir artışı ortaya koyuyor.
İç savaşlardaki bu artış; devlet güçleriyle isyancı gruplar veya gerilla güçleri arasındaki güç ve taktiksel açıdan asimetrik olarak nitelendirebileceğimiz bir savaş durumunu da beraberinde getirdi.
Literatürde “yeni savaş” (New War) olarak adlandırılan bu çatışma düzeninde devletler arası savaşlardan alışkın olduğumuz savaşçı ve sivil arasındaki ayrım da muğlaklaşıyor.
Böylesi bir düzende büyük devletler diğer devletlerin iç çatışmalarına müdahale etmekte isteksiz davranırken, Soğuk Savaş sonrası dünya düzeninde ortaya çıkan bu yeni güvenlik açığı ve oluşan boşluk, orduların küçülmesinden dolayı bir anda kendilerini sivil hayatta bulan eski ordu mensupları tarafından dolduruldu.
Böylelikle, 1990’lı yıllar itibariyle bugünkü bildiğimiz anlamda; sadece ihtiyaç sahibi devletlere değil, aynı zamanda Çok Uluslu Şirketler, Sivil Toplum Kuruluşları ve hatta Birleşmiş Milletler’e hizmet veren ÖAŞ’ler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu şirketlerden en çok adı duyulanlar; Executive Outcomes, MPRI, Sandline International, DynCorp, Aegis Defence ve Blackwater oldu.
ÖAŞ icraatleri ve hukuki boşluk
Bu şirketlerin verdikleri hizmetler; özel harp teknikleri, muharebe operasyonları taktik eğitimleri, stratejik planlama, istihbarat toplama ve analizi, operasyonel destek ve askeri teknik yardım gibi alanlarda çeşitlenebilmektedir. Fakat; 11 Eylül 2001 sonrası ABD’nin Afganistan ve Irak’a karşı düzenlediği “terörle mücadele” operasyonları ÖAŞ’lere bakış açımızı da büyük ölçüde değiştirmeye başladı.
Bu süreçte ön plana çıkan Amerikalı Blackwater şirketi özellikle Irak’ta ABD’nin en büyük sözleşme hacmine sahip şirketi haline gelmiştir. Ancak bu dönemde daha çok Bush hükümeti ve CIA ile kurduğu denetim dışı şaibeli ilişkiler ve savaş bölgelerinde karıştığı insan hakları ihlalleriyle gündeme geldi.
Bu konuda uluslararası tepki bağlamında bardağı taşıran son nokta ise 16 Eylül 2007 tarihinde Irak’ta gerçekleşen Nissour Meydanı Katliamı oldu.
Amerikan Elçiliği Konvoyuna eskortluk yapmakla görevli Blackwater üyeleri Nissour Meydanı’na gelindiğinde sivillerin üzerine ateş açmış ve 17 sivili öldürmüştü. Daha önceki birçok Blackwater ihlalini para yoluyla çözen Amerikan diplomasisi, bu sefer başarılı olamamış ve bu katliama bulaşan Blackwater faillerinin nasıl yargılanacağı büyük tartışma konusu olmuştu.
Uluslararası hukuk ne yazık ki ÖAŞ’lere dair bir statü belirlemiyor. Savaş hukukunun en temel belgelerinden biri olan Cenevre Sözleşmeleri, devletlerin resmi ordu mensuplarını yasal muharip olarak kabul edip savaş hukukunu buna göre belirledi. Sözleşmeye 1977 yılında paralı askerlerin statüsüyle ilgili bir madde eklenmesine rağmen, bu düzenleme şirket statüsündeki ÖAŞ’lerin durumunu karşılamıyor.
Bu konuda imzaya açılan en güncel düzenleme 2013 tarihli ÖAŞ’lerin çatışma alanlarındaki hareketlerini tanımlayan ve sınırlandıran uluslararası bir yönetmeliktir (International Code of Conduct for Private Security Providers). Bu yönetmelik şimdiye kadar 126 ÖAŞ ve 7 devlet tarafından (Kanada, ABD, İngiltere, Norveç, İsveç, İsviçre, Avustralya) benimsendi.
Fakat katılımcı devlet sayısındaki azlık, ÖAŞ’lerin davranış ve statüleri konusunda devletler arasında hala küresel bir mutabakatın sağlanamadığını göstermektedir.
Dolayısıyla, suça bulaşan ÖAŞ mensuplarının nasıl yargılanacağı daha çok ÖAŞ’lerin bağlı oldukları ülkeler ve de hizmet verdikleri ülkelerin iç hukuk kurallarına göre şekilleniyor.
Fakat, bu alan daha çok siyasi iradenin tutumuna göre şekillendiğinden çoğunlukla bir sonuç alınamayıp, işlenen suçlar cezasız kalıyor. Bu cezasızlık sürecinin nasıl işlediğini yine Nissour Katliamı sonrası gelişen süreçten takip etmek mümkün.
Katliam sonrası faillikleri saptanan dört Blackwater üyesinin nasıl yargılanacağına dair herhangi bir yasal düzenleme mevcut değildi. Failler Amerikan vatandaşı olduklarından, Irak mahkemelerinde yargılanamıyorlardı.
Fakat sözleşmeleri Savunma Bakanlığı’yla değil, Dışişleri Bakanlığı’yla olduğundan ABD askeri mahkemelerinde de yargılanamıyorlardı.
Ne var ki, Irak başta olmak üzere bu faillerin yargılanmalarına dair uluslararası alanda oluşan baskı ortamı, ABD’yi Blackwater üyelerinin yargılanmasının önünü açacak olan yeni bir iç-hukuk yorumlamasına yöneltti.
Buna göre, Blackwater’ın sözleşmesinin Dışişleri Bakanlığı’yla olmasına rağmen, Irak’ta Savunma Bakanlığı’nı destekleyici faaliyetlerde bulunmasının üzerinde durularak Nissour Meydanı Katliamı faillerinin yargılanmasının önü açıldı. 2014’te başlayan yargılama süreci, 2015 yılında faillerden biri için ömür boyu hapis, diğer üçü için ise 30’ar yıllık hapis cezasıyla sonuçlandı.
Daha sonraki temyiz süreçlerinde 30 yıl ceza alan üç mahkûmun cezaları 15, 14 ve 12 yıla kadar düşürüldü ve sonuç itibariyle 4 hükümlü 2020 yılında Trump tarafından çıkarılan başkanlık affı kapsamında serbest bırakıldı. Bütün bu yargılama süreci, ÖAŞ suçlarını yargılayacak tek mercinin siyasi irade olduğunu gösterip, ÖAŞ yargılamalarına dair bağlayıcı bir uluslararası düzenlemenin gerekliliğini bir kez daha ortaya koyuyor.
Blackwater, Wagner, SADAT vd… Hibrid askeri şirketler
Özel Askeri Şirket tanımı ve yetkileri üzerinde mutabık kalınan bir uluslararası düzenleme bulunmadığından Amerikan Blackwater, Rus Wagner ve Türk SADAT gibi ÖAŞ’ler çoğunlukla bağlı bulundukları ülkelerin paramiliter güçleri olarak uluslararası basında yankı buldu. Bu şirketleri paramiliterlik tanımına yakınlaştıran en önemli özellikleri bağlı bulundukları devletlerle kurdukları denetim dışı, üstü kapalı ideolojik ve ekonomik ilişkileri ve yine bağlı bulundukları devletlerin dış politika aygıtları gibi hareket etmeleri.
Örneğin her üç şirketin kurucularının (sırasıyla, Erik Prince, Yevgeni Prigozhin ve Adnan Tanrıverdi) bağlı bulundukları devletlerin devlet adamlarıyla (sırasıyla, Bush, Putin ve Erdoğan) yakın ilişkileri çokça tartışma konusu edildi.
Her üç şirket de bağlı bulundukları devletlerin dış politikalarına (sırasıyla, Terörle Mücadele, Rus Kolonyalizmi, Yeni Osmanlıcı Siyasal İslam) uygun olarak hareket etmişlerdir ve yine her üç şirkete karşı savaş hukukuna ve insan haklarına aykırı olarak hareket ettiklerine dair iddialar yönetilmiş olsa da bağlı bulundukları ülkelerde bu iddialara karşı genel-geçer resmi bir soruşturma başlatılmadı.
Lakin Wagner kalkışmasıyla gelişmekte olan süreçte, bu şirketleri sırf paralı asker şirketleri ya da paramiliter organizasyonlar olarak tanımlamanın yetersiz olduğunu görüyoruz.
Paralı askerlik ve paramiliterlik tanımları arasında bu şirketlerin, özel şirket çıkarlarıyla devlet çıkarlarının örtüştüğü hibrid bir noktada hareket ettiklerini söylemek daha doğru bir çıkarım olacak.
Nitekim, özel çıkarlar ve devlet çıkarları arasındaki dengenin sağlandığı sürece bağlı bulundukları devletlerin dış politika hedeflerinde etkin rol oynayan bu şirketler, Wagner örneğinde görüldüğü üzere, bu dengenin bozulduğu durumlarda devlet çıkarlarını tehdit edici eylemler geliştirebilmekte ve bu durum da şiddet araçları üzerindeki kullanım tekeli ile ilişkilendirilen devlet egemenliğinin yeniden tesisi anlamında bir düelloya sebebiyet verebilir.
(ÖH/EMK)
Kullanılan Kaynaklar
Kinsey, C. (2007). Corporate Soldier and International Security: The Rise of Private Military Companies. Routledge.
McFate, S. (2017). The Modern Mercenary: Private Armies and what They Mean for World Order. Oxford University Press.
Scahill, J. (2008). Blackwater: The Rise of the World’s Most Powerful Mercenary Army. Nation Books. https://book4you.org/book/947558/dc3be5
The International Code of Conduct Association. (2013). The International Code of Conduct for Private Security Service Providers. ICoCA. https://icoca.ch/the-code/