çok uzun bir süredir sahip olduğum ve her fırsatta savunduğum “doğrudan demokrasi” düşüncesi gezi direnişi’nden sonra, başkalarınca da sıkça dile getirilen, hatta olanaklar ölçüsünde denemeleri yapılan ve bence dünyanın bundan sonraki gidişinde, artık geriye dönüşün bir “muhafazarlık” ya da “gericilik” olarak görüleceği bir olgu ve gerçeklik.
o düşüncenin temel ilkeleri şunlar:
herkes öznedir, herkes sadece kendisini temsil eder, herkes ancak kendi bastığı alanda “erk” ya da iktidardır.
insanların ilişki içinde olduğu bütün topluluklarda ve olaylarda tüm “iktidar”lara karşı olmanın, bu anlamıyla iktidarları yok etmenin de ifadesi bu.
bana göre de günümüzdeki en devrimci görüş ve politika!
hâl böyle olunca; temsili demokrasinin sürdürülmesine katkıda bulunan ve onu var eden, güçlendiren, her türlü seçime “itiraz etmek”, “dışında kalmak”, “ortak seçeneğini yaratmak” iktidarlara ve iktidar düşüncesine karşı bir eylemliliğin de adıdır kuşkusuz.
daha doğrudan bir deyişle söylersek yukarıdaki temel kuralları yadsıyan tüm seçimlerde, dayatmalara teslim olmamak, seçmemek ve seçimin belirlediklerini kabul etmemek, onlara itaat ve uyum göstermemek de bunun devamı olan tutumlardır.
yalnız “itiraz ve red”din yetmeyeceği, “doğrudan demokrasi”nin işler ve etkin olduğu özgür ve bağımsız toplulukları oluşturmak da tabii ki tek seçenek ve aynı zamanda yapılması gereken tek doğru! ama bunun olamadığı durumlarda ne yapacağız?
“kuvve ve fiilde” bireysel olarak henüz bu noktaya gelememiş olanlarla birlikte, istem dışı da olsa bu süreçlere dahil olmak da gerekebiliyor.
çünkü yaşam bu kadar siyah-beyaz değil. kanımca yine de farklı yerlerde durmak gerekli.
işte aşağıda sıralayacağım düşünce ve paylaşımların böyle bir noktada ve bu haldeyken dile getirildiğinin bilinmesi, tüm yanlış anlama ve eleştiriler bakımından en başta vurgulanması gerekli bir nokta. hem de seçime bu düşüncelerle katılanların kendilerini güçlü hissettirecek de bir unsur.
neyin seçimi, neye oy vereceğiz?
30 mart’ta bir seçim yapılacak. asıl olarak yerellerin yönetim yapılarının oluşturulmasına yönelik olan bir seçim bu. ama herkesin farkında olduğu gibi, bundan çok daha büyük bir anlama da sahip:
seçime girenler ve oy talebinde bulunanlar yalnızca yereldeki yöneticileri seçmeyecek. atacakları oylarla, ülkede mevcut politik duruma yönelik değerlendirmeleri de somut olarak ortaya koyacaklar. dahası gelecekte yaşanacaklarla ilgili olarak bir yönelimi de işaret edecekler.
en azından bir kesim ve belirli bir coğrafyada yaşayanlar için ise bundan da fazlası:
onlar bir de, en başta belirttiğim “yeni yaşamı” yaratmak için bir ilk adım atmış olacaklar. dolayısıyla geride kalanlar da buna dair desteklerinin olup olmadığını belirtecek.
başka bir deyişle bu seçimle tüm “politik süreçlerle” ilgili olarak toplumun nerede durduğunu ve nasıl düşündüğünü görmüş, anlamış; dolayısıyla da bir “taraf” olacağız.
o yüzden bu ülkede yaşayan ve bu ülkenin geleceğini kendi bireysel yaşamıyla bağlantılı görenlerin bu işareti dile getirmede katkıda bulunmaları da çok doğal, hatta bir zorunluluk!
atılacak oyların toplumu oluşturan bireylerin temel olarak başka hangi konularda, düşüncelerini işaret edeceğiyle ilgili olarak da şunları söyleyebiliriz:
“barış”, “demokrasi”, “yaşama biçimi”, “ekonomik sistem ve çıkar”, “birey, özne ve kendinin belirleyeni olma”, “politika yapma ve katılım”, “mevcut yönetim mekanizmalarıyla ilişki ve ona yönelik sahiplenme ya da muhalif olma tavrı ya da eleştiri” ve “vitrinin önündeki politikacılara yönelik duygu ve düşünceler”...
dolayısıyla atılacak oyların sonuçları da bu konulardaki düşüncelerin bileşkesini ortaya koyacak ister istemez.
kuşkusuz 30 mart’ta seçime katılacak olanların kimlikleri, kendilerini nasıl tanımladıkları, toplumun hangi kümesinin içinde ve nerede konumlandırdıkları ve bunların içinde hangisinin kendileri için daha belirleyici olduğu/olacağı da eğilimlerini işaret ederken en belirleyici etken olacak.
kararlılar ve vicdani sorumluluk
ama daha önce iki önemli noktayı da ortaya koymalıyım: burada sıralananların dışındaki “saik”lerle ve an itibariyle kararını vermiş ve 30 mart’ta bu kararlarını uygulamaya koyacak olanlar, başka bir deyişle “kafası net olanlar” kuşkusuz bu yazının muhatabı değiller. onların düşünce, karar ve seçimlerine, demokratik teamülün bir gereği olarak saygım sonsuz, başka bir diyeceğim de yok.
umarım kararları doğru, atacakları oylar, hem kendilerine, hem ülkenin tümüne, hem de geleceğimize yararlı olur. bunu söylerken atacakları oyların sonuçlarının da vicdani sorumluluğunu üstlenmiş olduklarını varsayıyorum tabii ki.
insanlar yanlış yapabilirler, yanlış yapanlar bunun farkına vardıkları oranda ve akıl ile vicdanlarının sesini dinledikleri sürece, bu saygımın kimlik ve kişiliklerini kapsadığını da eklemeliyim. dolayısıyla yanlış yapmak suçlu olmak değildir, ama yaptığından, seçiminden ve sonucundan sorumlu olmaktır da.
barışı öncelemek ve savaş karşıtlığı
etnik kökenimiz, politik aidiyetimiz, sempati duyduğumuz taraf neresi olursa olsun hepimizin en temel ortak sorunu savaş. üstelik de tek bir savaş değil söz konusu olan. içimizde olanı neredeyse 40 yıldır sürüyor. çevremizde yaşananları ise hepimiz görüyoruz; hepsi de bizi ciddi biçimde tehdit ediyor.
savaşın her türüne karşı olduğum, her durumda barışı öncelediğim için seçime farklı yerlerde farklı partilerin çatısı altında giren “bdp/hdp” bloğu benim temel tercihim olacak.
çünkü bu iki partinin kurucu, aktivist ve savunucularıyla, gösterdikleri adaylar savaştan, çatışmadan en çok zarar görmüş, en çok acı çekmiş, büyük bedeller ödemiş ve bunun anlamını en iyi bilen insanlardan oluşuyor.
onların dışında kalanların tümü, acı çekmiş olsun, olmasın “savaş”a dair bu kadar somut ve net bir tutumu ortaya koymadıkları gibi, “kırk” yıldır süren çatışma ve savaş durumunun sonuçlanması için herhangi bir söylemde bulunmamakta, bir program ortaya koymamakta, o doğrultuda aktif tutum sergilememekte, ellerini barıştan yana taşın altına koymamaktadırlar. savaş herkesi etkiler, barışı var edemesek de bu isteğimizin dile getirmek hem hakkımız hem de görevimizdir.
bu iki partinin alacağı oyların toplamı, bu ülkede barışı kayıtsız/koşulsuz isteyen ve destekleyenlerin “en az” sayısını gösterecektir. kuşkusuz ben de “barışı istiyor ve önceliyorum” diyen, ama başka partilere ya da adaylara oy verenler de kendilerini bunun üstüne ekleyebilirler.
demokrasiyi istemek ve demokratik tutum
bu ülkede temsili demokrasinin bile gereklerine uygun bir rejim söz konusu değil. “ben bilirim”ci otoriter yönetimler, her zaman demokrasiyi bir şekil ve araç durumuna getirmiş. çok partili dönemler dahil demokrasi hiçbir zaman tam anlamıyla varolmamış.
egemenler ve egemenliğin fikrî sahibi olanlar, yüreklerinde ve kafalarının içlerindeki “derin devlet”in bir gereği olarak, istediklerini ve düşündüklerini yaptırmak için şekli bir demokrasiyi hep “araç” olarak kullanmış. anayasa ve siyasi partiler yasası başta olmak üzere demokrasinin düzeyini belirleyecek her duruma müdahale eden kurallar öngörülmüş, uygulanmış ve yaşanmış. muhtarlık seçimleri dahil olmak üzere her seçim için seçilecek olanlara sınırlamalar konulmuş.
dahası seçimin sonucunda uygulanacak olan yönetimlerin “katılımcılık” konusundaki tutum ve uygulamaları bile bunun asla “temsili bir demokrasi” bile olamayacağını göstermiş.
baştan belirttiğim gibi temsili demokrasiyle doğrudan demokrasi arasında bir noktada duran, her kesimin etkin katılımını talep eden ve içine alan, etkin ve belirleyici olmasının koşullarını yaratan, demokrasiyi yaşamın içinde kurabilen yapıları oluşturanları yeğlemekten daha doğru ve haklı bir tutum olamaz. bu yüzden de “bdp/hdp” bloğu benim tercihimi oluşturuyor.
kendini politik özne olarak görmek
politika özünde gündelik yaşamın içinde ve her an yaşanan bir olgudur. ama temsili demokrasi, politikayı bir seçimle belirlenen yönetimin şekillendirilmesi olarak tarif etmiştir.
o yüzden ‘camiye, okula, kışlaya politika giremez’ gibi bir “sav”la, buralarda yapılan ve uygulanan politikayı gözlerden kaçırmayı başarmış, oralardan aldığı güçle de her türden “politik faaliyeti” bir yasağa dönüştürmüştür. çünkü politikayı yalnız kendileri ve çıkarları için kullanmaktadırlar.
oysa politika her yerde, hep vardır ve varolmuştur. şimdi çok açık ve seçik olarak gördüğümüz gibi, politikanın yapıldığı ve belirlendiği yerler de buralardır aslında.
dini cemaatlerin de, her düzeyde askerin de, eğitimin tüm biçim ve uygulamalarının da politikanın doğrudan içinde olduğunu görüyor yaşıyoruz.
tıpkı onlar gibi tüm bireylerin de yasaksız, engelsiz ve doğrudan “politika yapmaları” bir haktır. bunun herkes açısından eşit biçimde koşul ve olanaklarının yaratılması da hem demokrasinin bir gereği, hem de bu toplumun tümünün kaynaklarıyla varolan devletin bir ödevidir. bireyler bu hak ve ödevlerini her düzlemde yerine getirebilmeli, politik özneliklerini her durumda gösterebilmelidir.
hiçbir politik yapının içinde aktif yer almıyorum. bu seçimin sonuçlarından kişisel düzlemde hiçbir çıkar ya da yarar ummuyorum. seçimin sonucunun doğuracağı “iyilik ve kötülükler” toplumun tüm bireylerini nasıl etkileyecekse beni de öyle ve aynı oranda etkileyecek. yalnız oy verirken değil, sonrasında yapılanları değerlendirirken de herkese eşit olduğumu düşünecek ve öyle davranacağım. doğru yapılanların yanında olduğum kadar yanlış yapılanların da karşısında olmayı sürdüreceğim. “kendisinin tek sahibinin kendisi olduğunu bilen” ve kararlarından mesul bir birey olduğunun farkında olarak, bunun böyle olması gerektiğini her fırsatta ortaya koyan “bdp/hdp” bu yönden de tercihim olacak.
“solcu”, “muhalif” ve “öteki”olmak
uluslararası sözleşmeler, hukuk, yasalar ne derse desin bu ülkede “solcu” olmak, “muhalif” olmak, “öteki” olmak, kabul edilir nitelikler değildir, o nedenle de çok zordur.
bunların hepsinin bir arada olduğu durumları aynı anda ve aynı yerde yaşamak ve yaşamın içinde bu nitelikleriyle varolmak, dahası kendini kabul ettirmek ise çok daha zordur.
en sağdan en sola kadar her durum ve grup için de böyledir: bir yapıda “muhalif” olanlardan kimse hazzetmez, iktidarlar onların muhalefet yapmalarına olanak tanımaz.
bir iktidarın olduğu her yerde “muhalif”ler hep “öteki”dir.
“öteki”lerin olduğu yerlerde bile “sol” ve “muhalif” olmak genellikle çok zordur.
oysa en sıradan demokrasi ilkeleri bile en uçtakilerin bir arada olmasını, düşüncelerini ifade etmesini, kendi içinde örgütlenmesini temel bir hak olarak kabul eder.
bu açıdan da vereceğim oyu yönü “bdp/hdp” olacaktır.
günlük çıkarlar ve ilkeler
yaşamım boyunca iki tür insan gördüm çevremde: ilk grupta en küçükten en büyüğe kadar “bireysel/kişisel çıkar/yarar”ını gözetenler ve önceleyenler yer aldı. bu ayıp değil, yanlış da!. çünkü insan öncelikle varolmak için yaşar ve “gereksinimler” asla bitmez.
günlük çıkarlar da bu gereksinimlerin başında gelir: bir lokma ekmek, bir kaşık su, bir adım yer, bir makam, bir mevki, bir toplumsal unvan, bir olanak, bir konfor... bunların hepsi de insana dair ve insanların hak ettiği yaşamsal unsurlar. ama yaşamı bunlar için sürdürmek de bir tercih kuşkusuz.
diğer tarafta ise kendisi dahil herkesi “bir ve eşit” gören, kendi yararını salt kamu yararıyla sınırlı tutanlar var. bu ilkesel bir duruş ve tutumdur. ben benim olana toplum içindeki herkesten biri olduğum için sahip olabilmeliyim. ben elimden geldiğince hep bu tarafta yer almayı yeğledim, buna gayret ettim ve bu tarafta olanların yanlarında durdum.
sayısı çok az olsa da, çoğu zaman sahip olamasalar da, dahası sahip olduklarını bile yitirseler de, daima kendilerinden bir bedel ödeseler de bazıları için böyle olmak ve davranmak bir tercih. doğrusu yanlışı ayrı bir tartışmanın ve bir başka yazının konusu ama son çözümleme de toplum bu iki kesimden oluşuyor bana göre. dahası bu iki kesim hep var olacak, üstelik de hep birlikte olacak. ilkini tercih etmek “doğal ve anlaşılır”; ikinciyi yeğlemek ve öncelemek ise bir “vakıa” yani “gerçeklik”.
bu nedenle de “bdp/hdp” vereceğim oyu hak ediyor. çünkü onların en azından “henüz”, tanımladıkları ve ardına düştükleri, bu tür “özel” ve “kendileri” için somut çıkar ve yararlara sahip değiller. bunu da istemiyorlar. dahası buna dair somut iddialar da söz konusu değil.
tek istedikleri dediğim gibi “barış ve özerklik”; onu da yine yalnız kendileri için değil, herkes için istiyorlar.
yalnız “bdp/hdp” mi böyle?
sosyal ağlarda bu düşüncelerimin satır başlarını belirtince çeşitli itirazlar geldi.
bitirirken bir cümle de onlar için yazmam gerek:
bu yazıyı okumadan önce kime oy vereceğini belirleyenlerin dışında, bu ölçütler bakımından “bdp/hdp”den daha önce ve önde, her yerde seçime giren bir başka yapı varsa onu da yeğleyebilirler elbette. bunu da bir şekilde bana ve tüm kamuoyuna duyururlarsa, söz veriyorum, oyumu sandığa atmadan önce bir kez daha düşüneceğim. ama en azından henüz karar vermemiş olanlar burada dile getirilenleri de sandık başına gidene kadar düşünmeliler. (ms/çt)