Çevirmen, köşe yazarı ve eleştirmen olarak tanınan, çok yönlü, çok değerli düşün insanı Ahmet Cemal’i (d.1942) kaybettik. Onun daha az bilinen diğer yönleri, eğiticiliği, tiyatroculuğu, şairliği ve öykücülüğüydü. Bu yazıda, Ahmet Cemal’in ‘Dokunmak’ adlı öykü kitabı üzerinden, onun öykücülüğünü değerlendiriyoruz. 10 öyküden oluşan ‘Dokunmak’, özellikle düşünsel yoğunluğuyla ve sanatsal izlekleriyle öne çıkıyor.
Dosyası Çabuk Kapatılan Bir Ölüm Olayı
Üçüncü tekil anlatımın kullanıldığı "Dosyası Çabuk Kapatılan Bir Ölüm Olayı"nda, “tanınmış tiyatro oyuncusu” Raif Ergüç, görünüşe göre intihar etmiştir. Ancak, geride bıraktığı intihar mektubunda, neden intihar ettiğini değil neden etmediğini anlatır. Bu da, kuşku uyandıracaktır. Oyuncunun yaşamında, oyunla gerçek birbirine girmiştir. Öykü boyunca, “bu, bu oldu ama bunun için intihar etmedim” biçimindeki bir mektubun içine gireriz. Annesinin çökmesi de, eşyaların eskimesi de intihar nedeni değildir. Başkişi bunları bize bir bir anlatır. Ergüç’ün annesiyle hastalıklı bir ilişkisi olduğunu öğreniriz. Yetişme koşulları, cinsel kimliğinde farklılaşmaya yol açacaktır. Yine de hiçbiri ama hiçbiri, intihar nedeni değildir ve asıl nedeni asla öğrenemeyeceğizdir. Dosya hızla kapanır… Böyle bir öyküyü ancak tiyatro konusunda derin bilgi ve becerisi olan bir öykücü yazabilirdi.
Claudia
‘Claudia’ adlı öykü, ikinci tekil kişi üzerinden bir aşk öyküsü… Bu öyküde de, ölüm ve yaşamın kıyısında olmak söz konusu:
“Yakın çevresinde bulunmuş olanlar yaşamı Claudia’dan, neden ölündüğünü merak etmeyecek kadar iyi öğrenmişlerdi.” (s.31)
Bir kez daha tiyatro ve bir kez daha bilinmeyen ölüm nedeni…
Dokunmak
Birinci tekilden yazılmış olan ‘Dokunmak’ adlı öyküde, başkişinin zihninde, düşle gerçek ve geçmiş anılarla şimdiki zaman içiçe geçecektir. Metinde bakış açısı, sürekli değişiyor. Ben dili, yer yer, sen dili ve biz diline kayıyor. Tek cümleden oluşmuş paragrafların kullanımı dikkat çekici. Bu, kolay okunurluk sağlamış ve metni akıcılaştırmış. Bu, bir aşk ve ayrılık anlatısı… Öte yandan, dilsel yalınlık, düşünsel yalınlık anlamına gelmiyor. Felsefi bir metin olmuş. Öyküdeki düşünceler azar azar verildiğinde bile, zihinsel enerji ve odaklanma gerektirebiliyor. Örneğin, “Hiç yaşamamış olmayı ölümsüzlük sandılar.” (s.42)
Vergilius'un Son Gecesi Üzerine Bir Çeşitleme
“Vergilius’un Son Gecesi Üzerine Bir Çeşitleme” adlı öykü, uzun bir alıntıyla açılıyor. Önceki öyküdeki gibi, tek cümleli paragraflar dikkat çekiyor. Bu öyküde de, ben dili, sen dili ve biz dili arasında sürekli geçişler var. Hatta bunun da ötesine geçilerek bu üç tür, odağa alınıyor. Bir noktadan sonra bu metin, öyküden çok deneme gibi duruyor. Belli bir olay akışı yok; bu, bir felsefi monolog. Tiyatro oyunu olmaya daha yatkın…
Balkondaki Defterler
“Balkondaki Defterler” adlı öyküde, başkişi, 8-9 defteri bulan güncelerini doğaya, bozulmaya bırakır. Başkişinin anılarla ilgili düşüncelerine tanık oluruz. Ölüm, bu öyküde de başköşede ve ilerleyen sayfalarda, başkişinin güncesini ve dolayısıyla anılarını neden imha ettiğini öğreniyoruz. Bu öykü, “Olmasa mektubun / Yazdıkların olmasa” dizelerini anımsatıyor.
Dört İncil
“Dört İncil” adlı öyküde, siz dili baskın. Öykücü, öyküyü yazma sürecini anlatıyor. Kendine gönderme yapan bir öykü. Başkişi olan öykücünün öyküsündeki başkişi ise İstiklal’deki Sen Antuan Kilisesi’ni ziyaret eden bir kadın olacaktır. Öykücü, cemaatin günahkarlığı bağlamında tutucu bir izlenim verir; ancak aslında maddecilikleri eleştiri konusu yapılıyor. Dua edenlerin bağışlanmayacağı söylenir. Öyküde, Hıristiyanlığa ilişkin simgesel bir dil kullanılıyor. “Dört İncil”de eski İstanbul’a dönük özlem de seziliyor:
“Ama çoktan yitirilmiş bir kentin bir zamanlarki haliyle en iyi burada, sığındığımız bu eski tapınakta düşlenebileceğini siz de biliyorsunuz.
(…)
Ve ellerinizi izlerken, bu görünen kentin altında aramaktan hiç usanmadığımız öteki batık kentin haritasını ancak sizin parmaklarınızın çizebileceğini biliyorum.” (s.65)
Öykücü olan başkişinin düşünceleri Çehov ve Dostoyevski’ye gidecektir. Öykücü, onların acılarının toplama kamplarının kurulmasından önceye gittiğini; yani neredeyse hiç olduğunu ileri sürecektir. Duaların kabul olmaması, belli bir ölçüde buna bağlanacaktır…
Olmayan Bir İstanbul Gecesinde Seninle Gezinmek
“Olmayan Bir İstanbul Gecesinde Seninle Gezinmek” adlı öyküde, başkişinin İstanbul’a duyduğu sevgi ve özlem karışımı duygular yer alıyor. Defalarca ayrılmayı, veda etmeyi düşünür, ama yapmaz, yapamaz. Ölümden söz açtığında ise, biz okurları üzecektir:
“Bir zamanlar ölmeyi bile bu kentte istemiştim. Üstelik ölümüm haberli gelmeliydi. Onu karşılamak için koca bir düğün sofrası kuracak ve sofranın her yanını elden düşme oldukları için yaşamaya değer bulmadığım yarınlarımın mumlarıyla donatacaktım.
Olmadı.
Bu kenti ne ölerek, ne de ölmeden bırakabildim.” (s.70)
“Olmayan Bir İstanbul Gecesinde Seninle Gezinmek”te, başkişi, İstiklal’de geçen çocukluk anılarını aktarır. Gözü dışarıda olan babasıyla onu eve döndürmeye çalışan annesi ve ‘Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çöküşünün hüzünlü görkeminden Asmalımescit’e kucak dolusu getirdiği’ (s.74) söylenen Madam Edith anımsanır. Öyküde, kıyısından köşesinden de olsa, siyasetçi eleştirisi de yer alıyor:
“Madam Mimi’nin kocası, cumhuriyetin ilk yıllarının ünlü bir politikacısının oğluydu.
Fakat bu politikacının namuslu olmak gibi bir zaafının bulunması nedeniyle, oğluna adından başka bir şey kalmamıştı.” (s.80)
Öykünün başkişisi, Ahmet Cemal’e fena halde benzer; kendisi olması büyük olasılık. Aynı izlekler, hem öyküde geçen yarım şiirde hem de “Özyaşam Öyküsü” adlı şiirinde yer alacaktır. Başkişi, çoktan ölmüş babasıyla ilgili anılarını okurla paylaştığında, bu paylaşıma önce bir anlayamamazlık ve sonra “büyüyünce daha iyi anladım” hissiyle karışık, hayranlık ve sevgi hisleri eşlik ediyor. “Olmayan Bir İstanbul Gecesinde Seninle Gezinmek”, şöyle bitecektir:
“Resmin aslını bilen kalmadığından, parçalar da hiç birleştirilemeyecek.” (s.85)
Yazılamayan Bir Öykünün Serüveni
“Yazılamayan Bir Öykünün Serüveni”nde, öykücü olan başkişi uzun süredir yazamamaktadır. Yazamama nedenleri üstüne düşünür; yazma denemeleri yapar; aynı anının farklı farklı yazım örneklerini görürüz… Bu öykü, kurmaca ile ilgili tartışmaları dolayısıyla (örneğin, anlatıda kullanılan zaman kiplerinin yarattığı farklılıklar), kuramsal bir yazı olmaya gidiyor. Başkişiye göre, tiyatro, her zaman şimdiki zamanda geçer; bu zamanı seçmeme özgürlüğü bulunmaz. Öyküde ise, şimdiki zaman, en ince ayrıntıyı aktarma kolaylığı sağlıyor… Öyküde geçmiş zaman kullanımı, tersine, her şeyin yerli yerince anımsanamayabileceği olasılığını gündeme getiriyor. Oysa, başkişinin söyledikleri, yalnızca anılara dayalı öykücülük için geçerli olabilir… Öykünün ilerleyen sayfalarında, öykücü başkişi ile öykülemeye çalıştığı ressamın konuşmalarını dinleriz. Ressamın öyküye yönelik itirazları vardır. Aralarındaki konuşmayla birlikte, asıl öykü başlar. Bundan öncesinin yalnızca hazırlık olduğunun farkına varırız.
Giritli Dayı’nın Sabah Çiçekleri
“Giritli Dayı’nın Sabah Çiçekleri” adlı öyküde de, bir önceki öyküde olduğu gibi, sanat ile gerçeklik arasındaki ilişki konu ediliyor. Bu öyküde, Ahmet Cemal öykücülüğünün sözlü değil yazılı bir nitelikte olduğunu bir kez daha görüyoruz. Sözgelimi, Aziz Nesin, Sait Faik ya da Orhan Kemal öykücülüğü için geçerli olanın tersine, Ahmet Cemal anlatısı, birine sözlü olarak anlatılabilecek bir türde değil; tersine, Ahmet Cemal öykülerinde kitaplara ve yazılı kültüre çoğunlukla açık ve kimi zaman örtük olmak üzere çokça gönderme var. Ahmet Cemal öykülerinde, ayrıca, şiirlere ve şiir parçalarına sık sık yer verilmesini de bu noktada not edebiliriz.
“Giritli Dayı’nın Sabah Çiçekleri”nde yazar, Kazancakis’in bir Bizanslı bilginden alıntıladığı söze yer veriyor: "Gerçeği değiştiremeyiz, öyleyse gerçeğe bakan gözleri değiştirelim," (s.101). Bu görüş, gerçekte, psikolojik danışmanlık ve klinik psikolojideki birçok yaklaşımın temel çıkış noktası… Öyküdeki temel kişiler, 90’ını geçmiş olan Giritli Dayı’yla, ‘Adalı’ diye çağırdığı yeğeni…
…Ve O Kentlerin Fotoğrafsız Zamanları
Kitaptaki son öykü olan “…Ve O Kentlerin Fotoğrafsız Zamanları”, ben ve biz diliyle, 30 yıl önceki anılara gidiyor. Kişilerden biri kanser. Cem için öyküde şöyle deniyor:
“Cem için ise kalan yıllarımız da önemli. Ağır bir kanser ameliyatı geçireli henüz iki ay olmuş. Bundan sonraki ilk beş yılı, tıp biliminin deyişiyle bir ‘deneme süresi’ olarak yaşayacak. O beş yıl içersinde hastalık tekrarlamadığı takdirde, ‘kalan zamanından’ söz ederken sınırlamalardan daha bir uzaklaşmış olmanın rahatlığını duyacak.” (s.107)
Resim ve anı ilişkisi için öyküde şöyle deniyor:
“O yıllarımızda resim çektiğimiz zamanlar, bunu neredeyse bir alışkanlığın etkisiyle yapardık. ‘Bir anı olsun,’ derdik, fakat doğrusu anıların ne işe yarayacağını da pek bilmezdik.
Hiç bilmezdik.
Yaşadıklarımızla aramızdaki uzaklık, anıların yardımına gereksinim duyacağımız kadar değildi. Üstelik ‘ilerisi için’ dediğimiz zaman bile öyle çok uzakları düşünebildiğimizi, düşünmek istediğimizi sanmıyorum.” (s.109)
Ahmet Cemal, “…Ve O Kentlerin Fotoğrafsız Zamanları”nda fotoğraf ile resim ilişkisine de değiniyor. Cem, fotoğraf çekmez, resim yapar; çünkü yaşamımızı çekilmeye değer bulmaz, ancak resimde, yaşadıklarını değil özlemlerini dışavurma olanağı bulur. Fotoğraflar yalancıdır; çünkü geçmişteki mutlu anları dondurarak onların sürekli olduğuna bizi ikna etmeye çalışırlar. Resimde ise, ressam, yaşadıklarından kendine kalanları resmeder.
Uğurlama
Görüldüğü gibi, ‘Dokunmak’, Ahmet Cemal’in çok yönlü aydın kişiliğinin bir parçası olan öykücülüğünün de ustaca olduğunun kanıtı… Özellikle, “Dosyası Çabuk Kapatılan Bir Ölüm Olayı” ile “Olmayan Bir İstanbul Gecesinde Seninle Gezinmek” adlı öykülerini öneriyoruz; bunlar Türkçe öyküler için hazırlanmış bir seçkiye (antoloji) girmeye aday öyküler… Keşke daha uzun yaşasaydı da, yeni öyküler yazabilseydi… Onun ölümü, yalnız çeviri, eleştiri, gazetecilik, tiyatro ve eğitim için değil, öykücülük için de kayıp…
Ahmet Cemal, son öyküsünde, okuma-yazma bilmeyen ve gitarını özgürce çalabilmek için nota da öğrenmeyen Çingene flamenko ustası Manitas de Plata’yı (1921-2014) (s.120) ve Eleni Karaindru’nun ‘Rosa için Ağıt’ını (s.118) anıyor. Onu Karaindru’nun Rosa’sıyla sonsuzluğa uğurluyoruz!
Devri daim olsun! (UBG/HK)