Filistin'in devletleşmesi hakkındaki Birleşmiş Milletler (BM) oylaması yaklaştıkça, İsrail'deki ve dünyanın diğer bölgelerindeki tutucular, bunun beraberinde bir felaketi getirebileceğine dair uyarılarda bulunuyor.
Bu görüş her ne kadar hatalı olsa da Ortadoğu şahinleri şu anda sokaklarda sevinç gösterileri yapıyor olmalı. Filistin'in BM teklifi, sonuçta İsrail toprakları üzerindeki Yahudi hâkimiyetini gelecek yıllar için uzatmak suretiyle, demokratik, iki-uluslu bir devletin kurulmasını on yıllar boyunca geri plana atılmasına neden olacak.
Son birkaç senedir, bir avuç analist, Yahudi devletine karşı en büyük tehdidin, el Fetih yönetiminde bir Batı Şeria, Hamas yönetiminde bir Gazze veya bu ikisinin herhangi bir birleşimi olmadığı konusunda uyarılarda bulunuyordu.
Asıl zorlu iş, Ürdün ve Akdeniz arasında sıkışıp kalmış topraklarda, samimi, uluslararası desteğe sahip, "bir insan, bir oy" prensibine dayalı bir demokratik politik sistem talebi olan bir Filistin.
Bu korku nereden geliyor?
1980'lerde, Kudüs eski belediye başkan yardımcısı Meron Benvinisti gibi İsrailli analistler Yahudi iskân hareketinin iki-uluslu de facto bir devlet yarattığına dair uyarılarda bulunmuştu. Yahudi yerleşimciler, geri çekilmenin engellenebilmesi için Batı Şeria'daki Filistinlilerin etrafında binlerce yeni ev inşa ediyordu ve bu gayretleri meyve de veriyordu.
Benvinisti'nin açıklamalarına göre sorun, bu gayretin, etnik kimliğe dayalı ayrımcı bir politik bölge oluşturmasıydı. Bu iki-uluslu de facto devlette Yahudiler, tam vatandaşlığa sahipken Filistinliler ikiye ayrılmıştı. Israil'de yaşayanlar, yasal haklarının çoğundan (tamamından değil) yararlanabiliyorken, işgal altındaki topraklarda yaşayanlara çok daha alt bir statü tayin edilmişti.
Politikacılar, 1990'lar boyunca Benvinisti'nin uyarılarını asılsız ve korku-yayma amaçlı görerek kulak ardı ettiler. Bir barış anlaşması imzalandığı takdirde İsrail'in Batı Şeria'dan hemen çekilebileceğini ve yaşanılabilir (geçerli) bir Filistin devletinin kolayca oluşturulabileceğini söylüyorlardı.
Yine de çoğu gözlemci, son birkaç yıldır yaklaşımlarını değiştirdi. Çoğu artık Batı Şeria'daki Yahudi topluluğunun çok büyük, kararlı ve ana İsrail politikası için derinden etkili olduğunu fark ediyor. Sonsuz şekilde genişleyen ve kesişen yollar ve diğer altyapılar, ayrılmayı ihtimal dâhilinden çıkartarak ve -belki de- imkânsız kılarak "Filistin''i sıkı bir şekilde İsrail'e bağlıyor.
Bu, iki halkın, yüzyıllar boyu en azından on yıllar boyunca birbirine dolanmış olarak kalacağı manasına geliyor. Aslında, bu birleşme kalıcı bile olabilir.
Bu gerçekleşirse İsraillileri, Filistinlileri ve onların uluslararası müttefiklerini bekleyen asıl görev hakkaniyetli (tarafsız da denebilir), demokratik ve barış içerisinde olan iki-uluslu bir devletin nasıl oluşturulacağı. Ne yazık ki Filistin yanlısı bir BM oylaması, gözleri elde edilemez bölünme hayaline odaklayarak dikkatleri bu amaçtan başka bir yöne dağıtıyor.
İsrailli ve Filistinliler eğer oturur ve ortak bir devletin detaylarının son şekillerini oluştururlarsa tarih met cezrinin tersine yüzmeyi sonlandırabilirler.
Güney Sudan'ı bir kenara bırakacak olursak, yüksek ihtimalle iyi sebeplerle, toprak bölünmesi küresel destek görmüyor. Onun yerine, uluslararası toplum çatışmaya panzehir olarak üniter devletlerin demokratikleşmesini destekliyor. Uzmanlar, Balkanlar'dan Afrika'ya kadar etnik olarak bölünmüş devletlerin çözüm değil sorunun bir parçasını olduğunu savunuyor.
Uluslararası toplumun etnik temizliği tersine döndürmek için büyük miktarda enerji sarf ettiği Bosna'yı ele alalım. Yerli milliyetçilerin ortak kurumları reddetmesine rağmen yabancılar bundan vazgeçmediler ve çatışma sona ermiş olmamasına rağmen, demokratik ve çok-uluslu Bosna'yı destekleyen uluslararası baskı ılımlılara politik bir alan sağlamış oldu.
Demokrasi, radikal Hutular tarafından kanlı 1994 soykırımının gerçekleştirildiği Ruanda için de uluslararası politikaydı. Tutsilerin çektikleri korkunç acılara rağmen, bugün Tutsi liderliğindeki hükümetin resmi bir şekilde Hutuları buyruğu altına almak veya sınırdışı etmek amaçlı herhangi bir hareketi şiddetli bir uluslararası kınamayı tetikler.
Ne yazık ki Batılı güçler, bu mantığı Ortadoğu'ya yaymak yerine Yahudi ve Filistin tarafından tek-uluslu devlet hayranlığının yaşatılmasına yardımcı oldu. Batılı diplomatlar, ortak politik kurumları teşvik etmek yerine zaten küçücük olan bir bölgeyi daha da küçük etnik-milliyetlere dayalı yabancı ülkelerle kuşatılmış parçalara bölebileceklerini iddia ediyorlar.
Şunu bir göz önünde bulundurun. İsrailli ve Filistinliler 10 yıl önce ciddi barış görüşmelerini sonlandırdıklarında tartışılan planlar, yüzde 72'si zorunlu Filistin olan ve kalan yüzde 28'inin (Gazze şeridi yarımadasıyla birlikte Batı Şeria'nın kuzey ve güney kısımları olmak üzere) yarı-izole üç yabancı ülke ile kuşatılmış Filistin topraklarına bölünecek Yahudi çoğunluklu bir devleti öngörüyordu.
Müzakereciler biraz daha ileri gidip yabancı ülkelerle kuşatılmış Filistin toprakları içinde etnik alt-grupların yer aldığı işkenceden geçirilmiş bir senaryo tasarladılar. Yahudi yerleşimciler belirli müstahkem bölgelere toplanacak ve sonra da İsrail'e özel otoban ağları ile bağlanacaklardı. Kuzey ve güney Batı Şeria ile çevrili Arap Doğu Kudüs ise sokak sokak güvenlik ayarlamalarının yapıldığı, "egemen" bir etnik komşular yamasına dönüşecekti.
İsrailli mimar Eyal Weizman bu garip uygulamayı modern bir havaalanına benzeyen "istiflenmiş egemenlikler" uygulaması olarak tanımlıyor. Bu uygulama ile İsrail-Filistin, her biri kendi güvenlik kontrolüne ve bağımsızlık illüzyonuna sahip ayrı toplumların ayrı ama paralel geçit yollarla ulaşımını sağladığı ortak bir fiziksel alana dönüşür.
Anlaşmanın düşmesiyle ilgili herhangi bir şüphe var mı? Her iki taraf da bu planı kabul etmiş olsaydı dahi böylesine garip bir tasarı ne kadar süre ayakta kalabilirdi ki? En iyi halleriyle, İsrail-Filistin bölünme planları, Batılı diplomatlar tarafından Bosna için reddedilmiş benzer karmaşık, etnik, parçalı yapılanmayı öngörüyor.
Bölünme, kolay çözümler sunduğu için imrenilmeye devam ediliyor. İsrailliler, Arapları resmi olarak buyrukları altına almadıkça veya sınırdışı etmedikçe Yahudi çoğunluğu sürdüremeyeceklerinin farkındalar; Filistinliler ise özgürlüğün demokratik ve uyumlu bir devleti gerektirdiğini biliyorlar. İki devletli bir çözüm, hatalı bir şekilde her iki tarafı da tatmin etme sözünü veriyor. Bunun yanı sıra, her iki taraftaki elitler de toplumlarına bölünme yasallaştırıldığı anda her şeyin düzeleceği sözünü vermiş durumda.
Yine de kanıtlar İsrailli analist Meron Benvinisti'nin haklılığını güçlendirmeye devam ediyor: İsrail hükümetindeki çoğu kişinin de aktif desteği ile on yıllardır süren kararlı Yahudi iskânı, geçerli bir bölünmeyi imkânsız kılıyor.
Bu sebeple Ortadoğu şahinleri şikâyet etmek yerine yaklaşan BM oylamasını coşkuyla karşılamalı. Bu oylama, Filistin'in yanılsamalı devlet olma umutlarını önemli bir şekilde güçlendiriyor, bölünmeyle ilgili uluslararası hayranlığı devam ettiriyor ve en nihayetinde Arapların Yahudiler ile oturup ortak bir demokratik ortamın detaylarının son şeklini verecekleri günü ileri bir tarihe atıyor. (JR/IK)
* James Ron'un Open Democracy'de 21 Eylül 2011'de ''Middile East hawks should welcome the UN Palestine vote'' başlıklı yazısını Irmak Kaleli Türkçeleştirdi.
** James Ron, İsrail, ABD, Kanada vatandaşı, Minnesota Üniversitesi Humphrey Kamu İlişkileri Departmanı'nda Harold E. Stassen Başkanlığı'nı yürütüyor, şu anda, Mexico City'de CIDE'de, konuk öğretim üyesi.