Daha derine inildiğinde ise, aslında çatışmanın kaynağı, yara almış ulusal gurur ve erkeklik onuru. Hayatını kaybeden ve yaralananların sayısı arttıkça iki tarafın kindar kesimleri diğer tarafa darbe vurmak için iki katı çabayı destekliyor.
Aşağılanma korkusu çatışmayı birçok şekilde tırmandırıyor. Birçok İsrailliye göre, daha önceki Hamas ve sonrasında Hizbullah saldırıları, gururlu, yetkin Yahudi savaşçısı kimliklerini lekeliyor ve onları, sınırlarını korumaktan aciz korkaklar haline getiriyor.
Bu nedenle, aşırı derecede oransız İsrail barikatı tuhaf bir terapi olarak da görülebilir. Sınırın kuzeyindeki her patlamayla Yahudilerin aşağılanmışlık duygusu hafifliyor; ancak bir sonraki Hizbullah roketi atılana kadar,.
Birçok Filistinli ve Lübnanlı da, bu ve önceki saldırılardan dolayı öfke içinde ve bu nedenle İsrailli sivillere ve İsrail şehirlerine saldırıları destekliyorlar. Arapların Yahudi kurşunları ve mermilerinden uzun süre çektiği düşünülürse, Müslüman savaşçıların Yahudileri havaya uçurabilmesi bazıları için memnuniyet verici olabilir.
Hizbullah'ın İsrailli askerleri kaçırarak son çatışmaların başlamasına neden olmasında, savaş kahramanlıklarına duyulan hayranlığın da rolü var. Grubun, İsrail'in güney Lübnan'dan çekilmesinden altı yıl sonra böyle bir şey yapması normalde şaşkınlık verici olsa da, bu açıdan bakıldığında, anlaşılır olabilir.
Zehirli maçoluk dürtüleri toplumların kolektif ruhunun derinliklerinde saklıdır ve devlet güdümlü periyodik gösterilerle, geçmiş kahramanlıklar hakkındaki anlatılarla ve ilkel kahramanlık filmleriyle beslenir.
Abartılı maçoluk ve yaralanmış onur kendi başlarına bir çatışmayı tetiklemese de, uygun şartlar altında çatışmanın gerçekleşmesi riskini artırır. Mesela, kuvvetli maçoluk özelliği taşıyan ülkelerin, tehdit altındayken aşırı tepki verme riski çok daha yüksektir. 11 Eylül saldırılarından sonra ABD'nin yaptığı gibi.
Kanada da bundan muaf değil. Afganistan'daki ölü ve yaralı sayısı arttıkça, liderlerimizin gaddar sözde kahramanlıkları yerini akılsızca bir militarizme bırakıyor ve bu nedenle, silahlarımız, uçaklarımız ve zırhlı araçlarımız ulusal tartışmalarımızda en önemli konu oluyor.
Abartılı maçoluk birçok erkeği ve bazı kadınları 20'li yaşlarının başına kadar olan gençlik dönemlerinde vuran bir hastalıktır. Barış zamanlarında bu hastalık kendini törenlerde, şiddet oyunlarına duyulan ilgi ile ve gürültülü makine ve rekabet gerektiren sporlara olan saplantıyla belli eder.
Siyasi olarak gergin dönemlerde ise, maçoluk, daha açık ve şiddetli şekillerde ortaya çıkar. Mesela Ortadoğu'da olduğu gibi, silahlarla. İsrailli yerleşimciler ve askerler işgal edilmiş topraklarda ateşlenmeye hazır silahlarla yürürken, bazı genç Filistinliler, rakiplerini taklit ederek aşırı derecede rahatsız edici şekilde, etrafta silah ve patlayıcılarla dolaşıyor.
Yaşlandıkça birçoğumuz maçoluğun en kötü biçimlerinden kurtuluyoruz. Ancak hastalığın izleri ruhumuzda yıllarca kalıyor ve ulusal kriz olarak algılanan zamanlarda tam olarak ortaya çıkıyor.
Bu hastalığın ne kadar ölümcül olduğunu biliyorum çünkü ben de bir zamanlar bu hastalığın tuzağına düşmüştüm. 1970'li yılların sonunda ve 80'li yılların başında İsrail'de büyüyen bir erkek olarak, fiziksel cesaretin arkadaşlar arasında saygınlık kazanmak için gerekli olduğunu öğrendim.
18 yaşımda askere alındığımda, askerlikten duyduğum tiksinti, erkekliğin vazgeçilmez dayanaklarına -silahlar, patlayıcılar ve büyük araçlar da dahil- ulaşabilmenin verdiği gizli zevkle hafifliyordu. Arkadaşlarımın çok azı üç yıllık askerlikten zevk aldılar ama birçoğu saldırganca araç kullanmanın ve bir şeyleri patlatmanın keyfini çıkardı.
Esrarengiz bir şans eseri 1980'lerin ortasında çok sınırlı çatışmaya şahit oldum. 1982'de İsrail'in Lübnan işgali ve 1988 Filistin ayaklanması sırasında. Ama yine de sürekli şiddet için eğitiliyorduk ve her gün hiper-erkekliği yeniden kutluyorduk.
Askerdeki küçük grup dinamikleri zehirleyiciydi. Zayıflık ya da korkaklıkla insafsızca dalga geçiliyor ve bu kişiler damgalanıyordu. Üstün figürler fiziksel olarak çok dayanıklı ve cesurdu, ancak şefkat, hoşgörü ve olgunluk az rastlanır özelliklerdi.
Şimdi 40'ıma yaklaşıyorum ve Kuzey Amerika'da benim yaş grubumda olan insanların çoğu saldırganlığa artık ilgi duymuyorlar. Ancak Ortadoğu gibi çatışma bölgelerinde genç bir erkek kültürü baskındır ve daha olgun ve mantıklı insanları bile aşağılanma, kin ve intikam söylemlerinin içine çekmektedir.
Önümüzdeki haftalarda diplomatlar muhtemelen İsrail-Lübnan sınırında bir ateşkes sağlayacaklardır. Ancak bu güçlü duygular bastırılmadan kalıcı bir barış olamaz. Ne kadar orantılı ya da haklı gösterilebilir olursa olsun, daha fazla şiddetin hiçbir faydası olamaz. Ama nasıl bir ilerleme kaydedileceği de belirsiz.
Şahsen ben, 13 yıl önce terk ettiğim ülkenin benim yaşamım süresince değişebileceğini sanmıyorum. Korkarım kindar maçoluk derin bir şekilde iliklere işlemiş durumda. (JR/EA/BA)
* Doç. Dr. James Ron, Carleton Üniversitesi Norman Paterson Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi. McGill Üniversitesi'nde İhtilaf ve İnsan Hakları konusunda Kanada Araştırma Başkanlığı yaptı. "Sınırlar ve Gettolar: Sırbistan ve İsrail'de Devlet Şiddeti"nin yazarı.
** James Ron'un "Trapped in a Vengeful Machismo" başlıklı yazısı Kanada'daki Toronto Star gazetesinde 28 Temmuz 2006'da yayınlandı.