Ekim ayında TBMM açılacak. Hazırlanmış olan kanun teklifleri gündeme gelecek. Bu demektir ki; ekim ayında endişelenme zamanı gelmiş olacak.
İfade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere yeni "sınırlandırmaların" hem Anayasa ile hem kanunlarla yeniden düzenleneceği ve "ileri demokrasi" süreçlerinin yeniden başlatılacağı günler geliyor demektir.
İfade özgürlüğü temel hakların omurgasıdır. Düşünce açıklama özgürlüğü "halkın bilgilenme ve gerçekleri öğrenme hakkını" sağlayan vazgeçilmez değerdir, herkesin hakkıdır. Bu haklar sınırlandırılacaktır.
Söz söylemek özgürlüktür, yorum ve eleştiri haktır... Hakkın kullanımı zorlaştırılacaktır.
Basın halkın gözü, kulağıdır. Artık ne göz ne kulak olacaktır!
Körler ve sağırlar diyarının gazetecileri olarak ne duyacaklar ne söyleyecekler ne görecekler. Duymadım, görmedim, söylemedim toplum düzeninin ilkesi olarak iletişim özgürlüğünün temelini oluşturacak.
Ama toplumsal düzeni ifade ve basın özgürlüğünden yana çevirmek, esas kabul etmek basın özgürlüğünün en değerli mücadelesi olmaya devam edecektir. Duyanlar, görenler ve söyleyenler azalacak ama var olmaya ve çoğalmaya devam edeceklerdir.
Nesilleri tükenmemiş meslek mensupları olarak bildikleri gibi yapacaklardır... Siyasal iktidarın korkusu olmayı ve tehlike altında olmayı sürdüreceklerdir.
İfade özgürlüğü hakkında Türkiye'de ne kadar çok konuşulursa, tartışılırsa, ne kadar çok yazılırsa o kadar iyi olur. Basın özgürlüğü tartışmalarını mahkeme salonlarından, dava duruşmalarından dışarı çıkarmak gerekiyor. Basın özgürlüğü, sokak istiyor...
Gazetecilerini koruyan, hakkını koruyan insanları koruyan ahali aranıyor! Gazetecilerini, aydınlarını koruyan halkın varlığı, toplumsal bir özleme dönüşmüştür!
Ahali bir gün mutlaka kendi gazetecilerini ve kendi ifade özgürlüğü hakkını koruyacaktır!
Dinleyiciye, izleyiciye, okuyucuya haberin, yazının, görüşlerin ve düşüncelerin ulaşması önünde herhangi bir engel varsa ve "sınırlandırma" uygulanırsa ülkenin rejimi despotik demektir. Haberin, görüşlerin, bilgilerin kamuoyuna, halka ulaşmasını engellemeyen, demokratik toplum düzeni gereklerine uygun olarak sınırlandırmaları en aza indiren rejim demokrasidir. Sadece böyle bir devlet hukuk devletidir. Anayasa'da yazılı; Türkiye demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Sonuç basittir. Özgür haber dolaşımını sınırlandırmak amacıyla yasal ve idari düzenlemeler yapılırsa, bu amaca hizmet eden bir hukuk düzeni varsa ve eğer uygulama böyleyse "demokratik siyasal yapı" yok demektir.
Türkiye'de "demokratik siyasal yapı" yoktur. Türkiye'de ifade özgürlüğü yoktur.
Gazeteciler olayları haber yapmadıkları, toplumu aydınlatmadıkları, kamuoyunda tartışma açmadıkları zaman; kısaca, gazetecilik görevlerini yapmadıkları için sorumludurlar.
Günümüzde gazeteciler için "güvenceli iletişim ve düşünce açıklama ve yayma düzeni" olmalıdır. Bu düzenin arayışı sürdürülmektedir.
Gazeteciler ellerinde fenerlerle gündüz vakti haber aradıkları gibi böyle bir düzen yaratmanın mücadelesi içindedirler. Bu arayışta gazeteciler bilgi dolaşımını, gerçekleri, haberleri ve dünyada olup bitenleri halka ulaştırdıkları, olup bitenlerden halkı haberdar ettikleri ve "haber verme hakkını" kullandıkları için hukuk karşısında "sorumlu" değillerdir. Gazeteciler bu nedenle hukuka aykırı davranmış olmazlar. Aksine "haber verme görevini" yaptıklarından dolayı hukuka uygun davranmış olurlar. Haklarını kullanan kişiye ceza verilemez (Türk Ceza Kanunu Madde 26). Gazeteciler kendilerine görevler yükleyen bir mesleğin mensuplarıdır. Ama tam tersi bir davranış; haber yapmamak, gerçekleri eğip bükmek; meslek ilkelerine ve gazetecilerin doğru davranış kurallarına ve hukuka aykırılıktır.
Demokratik siyasal yapının olmadığı ülkelerde halkın gerçekleri öğrenme ve bilgilenme hakkını sağlayacak olan sınırlandırma ve engellemelere rağmen gazeteciler görevini sürdürürler ama tehlike altındadırlar.
Tüm zamanların gerçeği şudur; Türkiye'de gazetecilik sürekli tehlike altındadır.
Sadece gazeteciler mi? Herkes tehlike altındadır: Düşüncenin cezalandırılacağı ceza hukuku sistemine doğru hızla sürükleniyoruz... Herkesin görüş edinme ve görüşlerini açıklama hakkı tehlikededir. Tehlike çoğalarak büyümektedir.
Sansür hayata hâkim olmuştur. Oto-sansür her alanda hissedilmektedir ve korkuların sonucudur. Düşüncenin dahi cezalandırılacağı "düşünce ceza hukuku sistemi" yaratılacak, bu topraklarda yıllardır siyasal iktidarın uygulamak istediği "kanuna uygun sansürün" siyah rengi hayata hâkim olmuştur. Amaç budur.
Siyasal iktidarın sınırlarını çizdiği, izin verdiği ölçüde ifade özgürlüğü esastır artık. Temel insan hakları, ifade ve basın özgürlüğü uzun yıllardır istisnadır. Bağımsız ve tarafsız olmadığına inanılan yargıdan bir talepte bulunmak nafiledir.
Hak ve özgürlüklerin tartışma yeri artık ceza davalarıdır.
Laf söylemek, yazı yazmak basit bir eylem olmaktan çıkmıştır. Olağan her şey olağanüstüdür ve en başında "hukuk" gelmektedir. Hukuk yoluyla olağanüstü her şey olağandır artık! Ceza tehdidi altında tutulan yaşamlar "olur böyle şeyler" denilen kanıksamalara dönüşmüştür. Her şey artık olağandır ve hayret edilecek bir şey kalmamıştır. Yargıdan gerçekleri bulup gün yüzüne çıkarması beklenir, beklemeyin! Yanılırsınız. Böyle bir derdi olmayan yargıda; artık nasıl düşüneceğinizin bile tayin ve takdir edildiği davalara tanık olursanız şaşırmayın!
Ceza hukukunu değiştirdiler, daha da değiştirecekler.
Suçun faili somut bir hukuksal değeri ihlal ettiği için değil, failin kendisi tehlikeli olduğu için suç ve cezanın konusudur. Sadece gazeteci olduğu için değil ve söz söylediği, yazdığı, muhalif olduğu için herkes cezalandırılabilecektir.
Suç ve cezanın konusu fiil değildir, faildir... Kişi hak ve özgürlükleri hiç değildir!
Esas olan şudur; failin dünya görüşü nedir? Siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç, milli veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumlarıdır suç ve cezada dikkate alınacaklar...
Herkes kanun önünde eşittir. Ayrımcılık yasaktır ve hatta kanunlara göre böyle bir ayrım yapılamaz diyebilirsiniz ama yapılacaktır ve bazı kimselere ayrıcalık tanımak için temel hak ve özgürlüklerden vazgeçilebilir bir düzen gelecektir.
Anayasa Mahkemesi kararlarına göre; "sınırlanabilir" birer hak olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğüne yönelik sınırlamaların da mutlaka bir sınırının olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahalelerin haklı bir sebebe dayanması ve müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olması koşulu ölçülülüktür.
Bütün bunlardan vazgeçileceği için şimdi endişelenme zamanıdır...
Haberlere göre yargı reformunun devam etmesi için hazırlık yapılıyormuş...
TBMM açıldığı zaman kanun teklifleri verilerek temel insan haklarını koruyacak düzenlemeler yapılacağını ve yargı reformu stratejileri oluşturulacağını duyduk...
İsterseniz önce bir hatırlatma!
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 7'nci maddesinin ikinci fıkrası terör propagandasını cezalandırmaktadır. Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapmak suçtur. 23.10.2019 kabul tarihli 7188 sayılı kanunla 7'nci maddenin ikinci fıkrasına üçüncü cümlesinden sonra gelmek üzere "Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz" düzenlemesi bu maddeye eklenmiştir, hatırlatalım...
7188 sayılı kanun için "Yargı reformu" demişlerdi ve ilk kanun olmasıyla çok övündüler. Bu düzenlemenin özellikle ifade özgürlüğünde reform olduğunu öve öve ve altını çizerek açıklamışlardı.
Düşünün, yıl 2019'du ve yargıda reform dedikleri düzenlemeleri şaşalı sözlerle görkemli törenlerde açıklamışlardı! Sonra ne oldu; bir arpa boyu yol alınamadı bile. Uygulama tam tersiydi...
Yıl 2023... Meğerse "haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları bile suç oluşturur" demişler, biz düşman suçlular anlamamışız.
Yapılan açıklamalara bakarsanız şimdi yine Anayasa değişikliği diyorlar...
Yargı Reformu Strateji Belgesi ve İnsan Hakları Eylem Planı hazırlanıyormuş...
Meclis açılır açılmaz hazırladıkları yasal düzenlemeler gelecekmiş.
Kısacası; endişelenme zamanı gelmiş demektir...
Totalitarizmde devlet sadakat ister. Yöneticiler herkesten mutlak itaat bekler. Siyasi despotizmin güvencesi olan totalitarizmde bireysel özgürlüklere izin verilmez. Kişinin yaşamı devlet kontrolündedir. "Yaratmak direnmektir. Direnmek yaratmaktır" diyen İnsan Hakları Evrensel Bildirisini yazanlardan Stephane Hessel'in dediği gibi, amacımız totalitarizm insanlığın üzerine çöken tehditlerinden kurtarmak olmalıdır. Adaletsizliğe karşı öfkenin amacı budur.
Toplumları yalanlar çürütür... Gerçekler özgürlüktür ve insanları özgürleştirir.
Temel insan haklarının omurgası ifade ve basın özgürlüğünün çürütülmesi toplumu çökertir.
Şimdi endişelenme zamanıdır ama aslında; öfkelenmenin tam zamanıdır.
(Fİ/NT)