Yerel seçim henüz tamamlanmış, İstanbul için sayımın bitemediği günlerde “babaakım” medyada bir haber dikkatleri çekti : “Nükleere küresel sigorta!”
Seçim sürecindeki belirsizlik, siyasi iktidarın büyük ve güçlü ülke ambalajına sarmaladığı merkeziyetçi kalkınma idealinin hatırlatılması için uygun bir zamandı. Artık yurttaşın nükleer felaketin zararlarından korkmasına gerek yoktu... Nükleer zararı tazmin edebilecek bir hükümet vardı ve desteklenmeliydi!
Nitekim nükleer sigorta işine soyunan şirketinin yetkilisi haberde şöyle diyordu: “Fransa'daki, Rusya'daki ve Türkiye'deki santraller birbirine bağlı. Birinde oluşacak zarar, havuzdan temin edilerek karşılanıyor. Devletin yükünü paylaşacak sistemler üzerinde çalışılıyor”...
Haberin mesnetsizliğini anlamak için uzak, fakat internet sayesinde yakınlaşan doğudaki canlı Fukuşima örneğine bakmak yeterli. Üstelik soğanın kilosu 10TL'yi bulurken muştulanan bu sigorta haberi aslında son günlerde dünya kamuoyunun fotoğrafını konuştuğu karadelikten bile derin, dipsiz bir kuyudan farksız... Adeta “ak bir kuyu”...
Bu yazıda nükleere küresel sigorta haberini iki açıdan ele alacağım. Bunlardan biri küresel sigorta kapsamında yüklenicinin sorumluluklarına, diğeri ise sigortanın bir nükleer felaket için ne kadar kapsayıcı olabileceğine bakmayı amaçlayacak.
Nükleer endüstriye dair genel fakat tarafsız olduğunu söyleyemeyeceğim Dünya Nükleer Birliği (World Nuclear Association) internet sitesinde dahi belirtildiği üzere nükleer santrallerin işletmecileri, nükleer santrallerin işletim süreçlerinde oluşan zarar kendi hatalarından kaynaklansın ya da kaynaklanmasın tazmin etmek zorundadır.
Açıklama şöyle devam eder: "Eğer bir nükleer santralde kaza meydana geldiyse Ulusal hukuk uygulanırken uluslararası sözleşmeler de dikate alınır ve yükümlülükler de Uluslararası düzeydedir. Ancak sorumluluklar uluslar arası sözleşmelere ve ulusal hukuka göre sınırlandırılabilir. İlaveten devlet sorumluluğu tüm diğer endüstriyel toplumlarda olduğu gibi kendisi üstlenebilir."
Bu bağlamda yalnızca ikisi kağıt üzerinde üç nükleer santral projesi olan Türkiye, 2016 yılının Kasım ayından itibaren Türkçesi Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği örgütü olan The Organisation for Economic Co-operation and Development (OECD) küresel örgütünün bünyesindeki Nükleer Enerji Ajansı çatısı altında bir sigorta sistemine dahil bulunmaktadır. Nükleer santrali olan ya da uluslararası sözleşmelerden en az birinin meclis onayından geçtiği ülkelerin dahil olabileceği bu sistem, nükleer tehlikelerin tazminini sağlamak üzere işletmecinin yükümlülüğüne göre tazminat tutarlarını gösterir. 2019 yılının Şubat ayında güncellenen verilere göre Türkiye'de ilgili yüklenicinin nükleer operasyonlarla ilgili olarak 18, 5 Milyon Avro tutarındaki ihtiyacı karşılanabilecek. Bu miktar ne olursa olsun amaç, yüklenicinin zararını tazmin etmektir. Şüphesiz zararın tazminini mümkün kılacak sigorta primleri ki rakamsal olarak belirtilmemiştir, tazmin edilecek meblağ oranında artacaktır.
Sorular da tam burada başlıyor. Zira iki araştırma reaktörü olan, ilaveten Mersin, Sinop ve İğneada'da nükleer santral kurmayı planlayan Türkiye için yükleniciler açısından bazı özel durumlar bulunuyor.
Her şeyden önce, Türkiye'ye ait araştırma reaktörleri haricinde yabancı devletlerle anlaşma yapılmak suretiyle kurulmak istenen nükleer santrallerin yüklenicileri de bu yabancı ülkelerdendir. Türkiye dünya genelinde "yap-sahip ol- işlet" tipindeki bir anlaşmayı ilk kez yapan bir ülke olarak bu sigorta sistemine katılmakla aslında yabancı bir şirketin yükümlülüklerini üstlenen pozisyonda değil midir?
Değerlendirmeye kurulum süreci en fazla ilerlemiş olan Akkuyu Nükleer Güç santrali (NGS) üzerinden devam edersek; onaylanan ve mahkeme süreçlerinde iptali reddedilen Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) belgesindeki ibareden projenin yatırım ve işletim dönemlerini kapsayan risklerin sigortalanmasının sorumluluğunun Proje Şirketi'ne ait olduğu anlaşılıyor. Alıntıyalım şöyle deniyor: “İşleten, sorumluluğu teminat altına almak için, Nükleer Sözleşmenin yedinci maddesinde gösterilen miktarda ve yetkili resmi makamın belirleyeceği şekil ve hükümler çerçevesinde sigorta veya diğer mail garantiler bulundurmak zorundadır"ibaresinden anlaşılmaktadır. Bu durumda Türkiye Hükümeti Akkuyu NGS üzerinde %51 den az hissesi olmayacak Rus devletine ait Rosatom şirketinin sigorta yükümlülüğünü üstlenmiyor mudur? Bu konuda Akkuyu NGS ile Rosatom arasında özel bir kontratın yapılması gerekmez mi? Aksi halde Neoliberal dönemde hükümetlerin ulusal şirketlerin çıkarlarını koruduğu fikrine tam alışmışken bir de Türkiye Hükümeti'nin açıkça yabancı bir şirketin sorumluluklarını üstlenmesine alışmak zorunda bırakılacağız!
Küresel sigortanın, nükleer zararlarının ne kadarını karşılayabileceği kısmına gelirsek… Öncelikle meseleye nükleer santrallerde meydana gelen kazaların etkisinin uzun, tahripkar ve hesaplanmasının zor olduğu önkabulüyle yaklaşmak gerekmiyor. Zira yine Dünya Nükleer Birliği tarafından dahi ifade edildiği üzere nükleer santralin operasyon süreçleriyle bağlantısı olan zarar, yıllar sonra ortaya çıkabiliyor ve sorunun kaynağı ile bağlantının kurulmasının güç. Kaldı ki zararın kaynağıyla bağlantısının ispatlanması da zaman alabilir. Örneğin Birleşik Krallık yasalarına göre nükleer santral zararının tazmin edilmesi için tazminata konu olan vakanın zarara neden olmuş olabilecek olaydan 10 yıl sonra ortaya çıkabileceği ve 30 yıl içinde yapılacak şikayetlerin kabulü öngörülüyor.
Diğer taraftan nükleer santrallerin işletim süreçlerinde meydana gelecek zararın tazminine sigortanın gücünün ne kadar yeteceği de çokça tartışmalıdır. Bu konuda Fukuşima'da sekiz yıldır devam eden daha da devam edecek olan nükleer felaket kapsamındaki zararlarının nasıl tazmin edildiğine bakmak yeterlidir. Zira kazanın meydana gelmesinden bir yıl sonra Japonya'da nükleer santralin operasyonundan sorumlu olan yüklenici Tokyo Elektrik Şirketi’nin (TEPCO) tazmin etmesi gereken miktar 100 milyar ABD Dolarıyken; TEPCO'nun zararının tazminatına yönelik olarak kontratın yenilenmeyeceği bildirildi. Bugün 700 milyar ABD Dolarına ulaştığı değerlendirilen Fukuşima nükleer felaketine ait çevresel maliyetlerin sigorta kapsamına sıkıştırılamayacak kadar yüksek olduğu ve esas yükün nükleer santralin işletmecisi olan şirketlerde değil hükümetlerin dolayısıyla yurttaşın vergi verebilme gücünde olduğu aşikardır.
Sonuç olarak denebilir ki Nükleere küresel sigorta ambalajıyla ortaya çıkanlar, nükleer enerjiyi temiz, güvenli ve ucuz olarak tanıtanlardan başkası değildir! (PD/HK)