Yerel yönetimler, çeşitli altyapı,ulaşım ve sosyal hizmetlerin sağlayıcısı olarak gerek şehirlerin gerekse daha küçük ölçekli yerleşim yerlerinin ve doğal alanların nasıl değerlendirileceğine dair kararların verilmesinde önemli rol oynar.
Genel yönetimden yereline, kaynakların kullanım değerinden çok değişim değerine tabi tutulmasından mütevellit, siyasetin hep başka bir dünyası, başka öncelikleri vardır.
"Başkalarının dünyasında" kendimiz olarak ölmek
Bazı hizmetlere kaynak ayrılmaz, maliyetler hesap edilir ki yurttaşların seçim zamanlarında hafızalarını tazelemesi bu bakımdan önemlidir. Harvey'in, Umut Mekanları'nda "Başkalarının dünyasında kendimiz olarak yaşamanın" yaptığmız seçimler ve geliştirdiğimiz pratiklerle kendi potansiyelimizi inşa etmek anlamına geldiğine değinmesi bundandır. Aynı mantıkla "başkalarının dünyasında" kendimiz olarak ölmenin olasılıklarını da değerlendirebiliriz. Sahi siz ölümünüzü nasıl alırdınız?
Trafik kazasında ölmek; beton mikseri altında kalmak; çöp arabası tarafından ezilmek; inşaattan düşmek; asbestten, kimyasallardan kanser olmak; tren kazasında ölmek; madende göçük altında kalmak; hava kirliliğinden kanser olmak; yangın çıkan binada yangın merdiveninin kapısı kilitli olduğu ölmek, deprem bile olmadan çökebilen binalarda yaşadığı için ölmek...
Gazete manşetlerinden seçtiğim içimizi yakan bu olayları unutamayız.....
Bu elim olaylar fıtrattan değil, yerel yönetimlerin de sorumluluk alanlarına giren risklerin yok sayılmasından, maliyet hesabından, kontrol eksikliğinden meydana gelmiştir.
Misal Fukuşima Nükleer Santrali
Siyasi iktidarların dünya genelinde muhafazakarlaştıkça "muhafaza etmek yani korumak" fiilinden başka bir şey anladıkları yeni bir tespit olmaz...
Lakin ülkemizde sermayeyi ve kendi inşa ettikleri sistemi muhafaza eden, şeffaflıktan uzağa düşen yönetimler çevrenin yaşanabilir olmasını sağlamakta çok başarısız.
Bu şartlarda hayati olan, risklerin bertaraf edilmesi ve tehlikeye dönüşmesi halinde tesirin büyümesini önleyebilecek "maliyet hesabı"na odaklanmayan yönetimlerin ve "vicdanlı" yöneticilerin görev başında olmasıdır.
Nükleer felaketlerin mekan ve uzam tanımayan niteliği biraz da siyasi otoritelerin aldığı kararlar, attığı ve atmadığı adımlara bağlı olduğu için felaket süreçlerinin nasıl yönetildiği sistem açıklarına dair net fikir verir.
Misal Fukuşima Nükleer Santrali için felaketin öncesinde tsunami duvarının iki kat daha yüksek olmasının gerektiği bilinmesine rağmen bu işin maliyetleri arttıracağı gerekçesiyle duvarda her hangi bir yükseltme yapılmamıştır.
Bir belediye başkanı inisiyatif kullanırsa...
Daha evveline gidersek bugünkü sorunu körükleyen bir başka maliyet hesabıyla karşılaşırız. Fukuşima Nükleer santrali 50 yıl önce inşa edilirken soğutma suyu sistemi kurma maliyetleri azalsın diye zemin 35 metre tıraşlanmıştır.
Bu nedenle bugün nükleer santral sahasında toplam miktarı 1 milyon ton radyoaktif su silolarda depolanmakta, sivil toplım bu suyun denize boşaltılmaması için çırpınmaktadır.
Yine Fukuşima'dan örneklersek:
Deprem ve tsunami meydana geldiğinde santralden 10 kilometre yarı çaplı alanda nükleer felaket halinde içilmesi gereken iyot hapları önceden dağıtılmış olmasına rağmen kullanma talimatı beklediği için duyuru yapmayan belediye başkanlarına karşın Futaba Belediye Başkanı inisiyatif kullanarak yurttaşlara iyot haplarını kullanmasını duyurmuş belki de bu şekilde normal şartlarda milyonda bir görülen çocukluk çağı kanserinin 500 kat artmasına neden olan durumda Futaba'daki çocukların da hasta olmasının önüne geçmiştir.
Çok açık ki yerel yöneticilerin inisiaytif alarak inandığı şekilde davranması da hayati önemdedir.
Kağıt üstünde iki, sözde bir nükleer santral
1986 yılının 26 Nisan'ında Çernobil Nükleer Santrali'nde bir kazanın meydana geldiği Sovyetler Birliği tarafından bir süre gizlenmeye çalışılmış bu nedenle Türkiye dahil Avrupa'da milyonlarca insan iki gün boyunca hiç bir önlem alınmadan radyoaktiviteye maruz kalmıştır.
Benzer şekilde ABD'nin Pensilvanya Eyaleti'ne bağlı Harrisburg'da 28 Mart 1979'da yani 40 yıl önce, dünya çapında bilinen nükleer santral kazalarının ilki sayılan Üç Mil Adası Nükleer Santral Kazası'na ilişkin açıklamalar iki gün sonra yapılmıştır. İki gün içinde ise yetkililer bilgi vermekten çekindiği, emir bekleyen yerel yöneticiler de uyarılmadığı için binlerce insan havadaki metalik tadı öğrenmiş, günlerce kusmuş, yüzlerce kişinin vücudunda yanıklar oluşmuştur.
Bugün bu felaket nedeniyle santrale komşu olduğu için evlerini terk edip daha uzak yerlere taşınmış olanlar, sonradan evlerine dönenler nesiller boyu yaşadıkları kanser ve türevi hastalıklar üzerine kafa yormaktadır.
Lakin Üç Mil Adası Nükleer Felaketi'nin mağdurları karşılaştıkları kanser ve türevi hastalıkların nedenlerini yıllar sonra Çernobil Nükleer Felaketi'nin etkileriyle aradaki benzerlikleri görerek Üç Mil Adası Nükleer Felaketi ile ilişkilendirebilmektedir.
Türkiye'de ticari bir nükleer santral kurulmuş değil. Kağıt üstünde iki, sözde bir nükleer santral planı var.
Bir nükleer santral sürecinin yüksek maliyetli ve uzun yıllar gerektirdiğini düşünülürse genel seçime hatta bir sonraki yerel seçime kadar operasyona başlanamayacağı da söylenebilir.
Fakat o yola giden taşların bu yerel seçim sürecini izleyen dönemde taşınacağına şüphe yok.
Güçler ayrılığı ilkesi çiğnenmişse
Hızlandırılmış trenlerin, yaşam odası olmayan madenlerin, AVM' ye çevrilen deprem toplanma alanlarının ülkesiyiz.
Siyasi iktidarın, aldığı kararları yerel yönetimlerin sağ duyusunun süzgecinden geçirmesini sağlamak bizim elimizde.
Hele ki bir ülkenin yönetiminde en büyük denge unsuru olan güçler ayrılığı ilkesi çiğnenmiş başka bir şeye dönüştürülmüşse, doğasını, insanını koruma sorumluluğunu duyan yerel yönetimlerin, vicdanlı yöneticilerin önemi de artıyor. Yurttaşın kendini güvende hissedebileceği mercilerin olması, derdini anlatabilmesi, en azından kendini evinde güvende hissetmesi hatta eceliyle ölebilmesi için bu koşullarda başka bir yol var mı? (PD/PT)