Örgütlenme; yoksulluk, ezilmişlik, güvencesizlik, geçim derdi gibi nedenlerle hayatın her alanında eşitsizlik üreten kapitalist sisteme karşı bir araya gelme ihtiyacıdır aslında. Sözlük anlamı ortak bir amacı veya işi gerçekleştirmek için bir araya gelmiş kurumların veya kişilerin oluşturduğu birlik demek olan örgütlenme, tek başına altından kalkamayacağımız sorunları, birlikte çözme iradesi göstermektir. Belli bir ihtiyacı karşılamak için oluşturulduğu içinde örgütlenme biçimleri nesnel koşullara bağlı olarak değişir. Ezilenlerin tarihi legal, illegal; demokratik merkeziyetçi, meclis, konsey, sovyet, vakıf, dernek, birlik, kooperatif gibi çok çeşitli örgütlenme biçimleriyle dolu. Esasen isimleri farklı olsa da işleyiş açısından yatay ve dikey olarak iki ana kategoriye ayırmak mümkün. Bense ne zamandır, yatay ve dikey örgütlenmelerin öne çıkan ve aksayan yönleri üzerine düşünüyorum.
İki örgütlenme biçimini de deneyimlemiş biri olarak, nerelerde tıkandığımızı ve bu alanları terk etmeden nasıl dönüştüreceğimizi konuşmak zorunda olduğumuz bir dönemdeyiz. Süreç, örgütlenmenin önündeki engelleri kaldırıp bir araya gelmenin koşullarını yaratmamızın ne kadar elzem olduğunu gösteriyor bizlere. Ama önce kısaca bir tanımlamaya çalışalım…
Dikey örgütlenme: Bir politik eksen etrafında bir araya gelmiş, sınırları net şekilde çizilmiş, programı, tüzüğü olan, belli işlerin profesyonellerce yürütüldüğü daha homojen bir örgütlenme biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Dikey örgütlenme içinde yer alan kişiler belli bir referansla örgüte kabul ediliyorlar, belirli bir politik çizgide yer almayanların bu türden bir örgütlenme içine girmesi kolay değil. Dikey örgütlenme modelinde, farklı bölgelerdeki üyelerle kongre, genel kurul vb. büyük çaplı toplantılarla bir araya gelinebiliyor. Genellikle bir mekânı olan, liderlik mekanizması ile işleyen, güven temelli, deneme süresine bağlı bir çalışma söz konusu…
Yatay örgütlenme: Belli bir konu/konular etrafında bir araya gelmiş çeşitli politik görüşlere sahip veya apolitik insanların oluşturduğu daha heterojen bir topluluk olarak karşımıza çıkıyor. Sınırları net çizilmemiş, katılım durumu kişiye göre değişen, dileyen arzu eden herkesin rahatça girebildiği lidersiz bir örgütlenme biçimi diyebiliriz. Zaman içinde belli kurallar koyanlar da olmuş, kuralsızlığı kural haline getirenler de olmuş. Belli bir mekânı genellikle olmayan, ikna yöntemini kullanan, rotasyon, yuvarlak masa gibi yöntemlerle ilerleyen, karar mekanizmalarına toplantıya girdiğin andan itibaren katılabileceğin bir oluşum…
Dikey örgütlenme, içinde yer alan hemen herkesin bildiği gibi zamanla örgütlenme modelinde çeşitli hiyerarşik yapıların oluşması ve hatta bürokrasiye varan kaymaların yaşanması muhtemel. Bazen de kişinin dar kalıplar içine hapsolması ve görüş açısının belli bir eksende kalması söz konusu olabiliyor. Bazı alanlar belli kişilerce tutuluyor, o alanlar bir kürsü gibi kullanılıyor, küçük olsun benim olsun anlayışı hâkim hale gelebiliyor. Ancak dikey örgütlenme içinde aldığı sorumluluğu yerine getirme ve kolektif iş bölüşümü daha iyi işliyor.
Herhangi bir konuda diyelim ki sorumluluk aldınız, dikey bir örgütte iseniz; örgüt almış olduğunuz sorumluluğu yerine getirmenizi, getiremiyorsanız da nedenini bilmek ister. Siz de özeleştiri verir, nedenlerinizi sıralar, yapamadıklarınızın kolektif işleyişi bozmasını istemezsiniz. Üzerinize aldığınız sorumluluk her neyse, yapmış olduğunuz özeleştirinin kişiselliğinize bir saldırı olmadığını kolektif olarak bir arada durmanın bir koşulu olduğunu bilirsiniz. Bu, bireyin kolektife, kolektifin bireye olan güvenini sağlamlaştıran aynı zamanda kolektif iç hukukun oluşmasını sağlayan bir mekanizmadır.
Ne var ki üzerinde çok konuştuğumuz yatay örgütlenme bu en temel mekanizmadan yoksun. Gönüllü çalışma adı altında gönlünce bir çalışma söz konusu. Belki adına çalışma da dememek lazım, kolektifi bir sosyalleşme imkânı olarak görenler, kolektifin çıkardığı işin popülaritesinden faydalanmak isteyenler, kolektif üzerinden akademik kariyerini yükseltenler var. Zamanla politik çizgisi bile silikleşebiliyor. Hal böyle olunca da insan sormadan edemiyor, ne kadar kolektifiz, nereye kadar kolektifiz?
Yatay örgütlenmeler bireylerin ne kadar kolektif olduğu ile çok ilgili gerçekten. Kolektifin herhangi bir bireyi bireysel davranıp kendini dayatıyorsa, kolektifin de buna dair bir fren mekanizması yoksa lastiği patlamış araç misali duvara toslamak içten bile değil. Ayrıca nasıl ki genç nesil aileler çocuklarına bir proje gözüyle bakıyorsa, kolektife katılan yeni nesil için de çalışmanın kendisi bir proje. Başlıyor, bir süre devam ediyor ve sonra bitiyor. Uzun süreli çalışma ya hiç düşünülmüyor, ya da çalışma yıllara yayıldıkça ilgi, alaka düşüyor. Nitekim birbiri ardına biten yatay örgütlenmeler bu öngörüyü haklı çıkarır nitelikte. İyi de biz neden başaramıyoruz birlikte üretmeyi, bir arada uzun süre dayanışmayı güçlendirmeyi?
Niyet okuması yapmak, eleştiriyi saldırı gibi algılamak, kolektif değil bireysel çıkarları ön plana koymak, herhangi bir işin sorumluluğunu alıp yapmamak, dedikodu mekanizması içinde kolektifi yıpratmak, bütünsel bir perspektiften yoksun olmak, vicdan politikası yapmak ilk elden sayabileceğimiz temel başlıklar olsa gerek. Ardından toplumsal çürüme dediğimiz olgunun birlikte çalışma yürüttüğümüz insanları teğet geçmediği, okuma oranının düşük olduğu, öğrenme isteğinin olmadığı ve en önemlisi yaşam tarzının çalışma tarzını belirlediği bir dönemdeyiz diyebiliriz.
Her iki örgütlenme biçiminde de öne çıkan kuvvetli yönler olsa da esas olarak zamanla içe dönen kısır tartışmalar, çekişmeler sonucu içeriden güçsüzleştirilen ve hatta insan tasfiye eden bir hal alıyor örgütlenme modellerimiz. Bizler bu halimizle ne hayatın her alanında örgütlü olan egemenlerin bizler için planladığı faşist geleceği bertaraf edebiliriz ne de bir araya gelerek eşitlik ve özgürlük temelinde bir örgütlenmeyi hayata geçirebiliriz. Savaş ve talan politikalarının hız kazandığı, gözümüzü gözaltılarla, baskınlarla açtığımız bu günlerde, mücadele ediyor olmak zaten zorken güçlü bir örgütlenme yaratamadığımız için mücadeleyi büyütmek iki kat zor, bezdirici ve isyan ettirici bir hal aldı.
Tam da bu sebeple sınıfın deneyimlerinden öğrenmek ve her iki örgütlenme modelinde öne çıkan iyi yönleri birleştirmemiz lazım. Mesela taban hareketinin şekillendirdiği farklı sendikal örgütlenmeler, taban örgütlenme modeli olarak ilham veriyor. Hindistan’da kendi hesabına çalışan kadınların kurduğu SEWA bir kadın hareketi, bir kooperatif hareketi, bir işçi hareketi olarak yatay ile dikey örgütlenmeyi bünyesinde birleştirmiş bir hareket. Yine Güney Afrika’da yeni dönem militan sendikacılığı hayata geçiren NUMSA (Güney Afrika Metal İşçileri Sendikası), Filipinler’de toplumsal hareket sendikacılığı ile ortaya çıkan KMU (1 Mayıs Hareketi) ve İtalya’da taban komiteleri oluşturan güvencesizlerin kurduğu SI Cobas (Güvencesiz Çalışanlar Sendikası). Türkiye de ise yasal olarak dernek tüzüğüne yatay örgütlenme modeli yazmanın bile dava konusu olduğunu belirtmekte fayda var.
Bunca sorun içinde mücadele edenlerin kendi iç sorunlarını tartışması ne kadar mantıklı diyenler olabilir? Sustukça değişseydi, büyük umutlarla kurulan birliktelikler, kolektifler ayakta olacaktı ve deneyim biriktirmeye devam edecekti; baskı rejimleri bu kadar büyümeyecek, hayatın her alanında örgütlülük artacaktı; işçinin, kadının, öğrencinin, LGBTİ’nin, çocukların, devrimcilerin, göçmenlerin, ezilenlerin sesi dayanışmayla daha gür çıkacaktı. Örgütlenme biz ezilenlerin en büyük silahı, bu sebeple örgüt içi adaleti, güveni en önemli öncelik haline getirmek ve eşitlik temelinde safları sıklaştırmak gerek…
Çaresizlik hissini dağıtmanın, korkuları aşmanın en iyi yolu kendini geliştirmek ve mücadeleye hazırlanmaktır. Lenin “birey kolektifin içinde erir,” der. Önce bireyselliği bir kenara bırakmak, ardından kendini kolektif iradenin bir parçası görmek veya kolektif birey olmak gerek. Gerçekten bireyin dönüşümü veya gelişime açık olması önem arz ediyor. Önümüzdeki süreci inşa ederken, örgütlenme sorunlarımız üzerine daha çok kafa yormak ve birlikte mücadele pratiklerini nasıl gerçekleştireceğimize yoğunlaşmamız lazım.
Dikeylikle, yataylığı bir arada harmanlayacağımız, mücadele araçlarının hepsini sahiplenen ve yerine göre kullanan, içeride daha sıkı güven temelinde bir araya gelmiş bir çekirdek yapı dışında farklı kategorilerde bir araya gelen yapılar şeklinde, iç çekirdekten en son çepere, farklı halkalar şeklinde birbirini tamamlayan, girift bir örgütlenme modeli hayati önemde. Keza bu modeli kurgularken örgüt içinde eşitlik ve adalet temelinde şekillenen kolektif çalışma pratiğini hayata geçirmek de öyle. Bireyin dönüşümü, örgütlenmeyi hayatının merkezine alması, -mış gibi yapmaktan çıkıp çalışmanın öznesi olması için örgüt içi eğitim şart. Ayrıca farklı yapılarla bir arada çalışmayı önüne koyabilecek, somut bir gündem etrafında daha geniş bir çeperden verilecek bir mücadeleyi hedeflemek gerekiyor. Dilimizden düşürmediğimiz birleşik mücadele için tarihsel bir dönemeçteyiz, ya kaybedip faşist garabetin içinde yok olacağız veya bir arada durmayı öğrenip bu garabeti dağıtacağız. (SE/ÇT)