Usta yazar Marquez’in eserlerinden biri olan Başkan Babamızın Son Baharı’nda, hasta, kocamış bir diktatörün son günleri anlatılır. Herkesin durumdan rahatsız olduğu ama bir türlü cesaret edip ayağa kalkamadığı ülkenin, kötülük timsali başkan babası. İktidarı boyunca iki defa hakkında öldü dedikoduları çıksa da başkan baba yüzyılı aşkın bir süre ülke yönetiminde yer alır ve hiç bir yere gitmez. Roman boyunca başkan babanın güçlendiği derece yalnızlaştığına tanık olursunuz. Okuyucu olarak sizin de iğrenip, yanıbaşınızdaymış gibi tiksindiğiniz başkan baba, sevdiklerini bile öldürmekten çekinmemiş, sayısız katliam emri vermiştir. Ahali ise kurtuluşu başkan babanın ölümünde arayarak beklemeye koyulmuştur…
Ülkenin geldiği duruma bakarsak başkan babamızın sonbaharına benzer bir atmosferde gibiyiz. Seçimler ve sonrası çıkarılan KHK’lar başta olmak üzere son dönemlerde içimizi karartan çok fazla gelişme yaşandı. “Yoksulların değil zenginlerin kabinesi” iş başına geldiğinden beri saraydan birbirinden çelişkili kanunlar bir çıkıyor bir geri alınıyor. Adliye saraylarında da durum farklı değil. Toplumun vicdanını kanatan bir arada durmanın zeminini parçalayan kararlar yayılıyor ortalığa her gün. Sedat Peker gibi organize suç liderinin savurduğu tehditler ifade özgürlüğü kapsamına girerken ODTÜ’lü gençlerin mezuniyet pankartı suç kapsamında değerlendiriliyor mesela. Ne olup bitiyorsa herkesin gözü önünde oluyor ve ezilenlerin hayat şartları kötüleşirken, yaşama dair beklentileri de gittikçe azalıyor.
Elbette ki bu yaşadıklarımız sadece AKP dönemine mahsus özel politikalar değil. Sürekliliği olan ve esasen 70’li yıllarda kâr oranlarının düşmesiyle başlayan kapitalizmin yapısal krizinin ekonomik, politik, kültürel ve toplumsal hayata yansımaları. Sermaye ile emek ilişkisini ve bölüşümünü belirleyen ithal ikameci (50’lerden 70’lerin sonuna) veya ihracata dayalı sermaye birikim (24 Ocak 1980 kararları ve 12 Eylül faşist darbesinden bugüne) modelleri denense de iktidardaki hükümetler neoliberal politikalara sadık kalmış hep. Neoliberal politikaların geldiği son durumda ise “ekonomik savaş” adı altında sermayenin yeniden el değiştireceği açık açık söylenir oldu. Bugün arttığını düşündüğümüz baskılar, uzun süredir devam eden egemen politikaların bir ürünü ve ezilenler olarak bizler güçlü bir örgütlenme yaratamadığımız için ardı ardına gelen saldırıları da bertaraf edemiyoruz.
Oysa kendi yalnızlıklarımızda boğulmanın, sokakta konuşurken bile sakınmanın kimseye faydası yok. Tablonun giderek ağırlaştığının, intihar vakalarının yükseldiğinin ve ülkeyi terkedenlerin sayısının arttığının hepimiz farkındayız. Sosyal medyada peş peşe akan haberlerde hayatımızın her alanına yayılan saldırıları izlerken “üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğleyenlerdenim” ben de.
Karanlıkları dağıtmanın en iyi yolu, dayanışmayı artırmak, yanı başımızdakinin hayatına dokunmak ve öfkeyi elden bırakmadan, gündelik hayatı örgütlemektir. Mütevazi adımlarla çalışmaya başladığımızda giderek büyüyen bir kıvılcımı çaktığımızı göreceğiz. Bugün hayatın her alanında var olan örgütlenmelerimizi yeniden kurgulamaya, dönüştürmeye hatta yepyeni örgütlenmeler yaratmaya ihtiyacımız var.
Tam da bu noktada daha önce nasıl bir kolektif sorusuna yanıt ararken iç içe geçmiş halkalar şeklinde tanımladığım mücadele araçlarını biraz daha ete kemiğe büründürmek gerek. Taban örgütlenmelerini, hak ve kimlik temelli örgütlenmeleri, sınıf örgütlenmelerini nasıl bir araya getirip birlikte hareket edeceğimiz birleşik mücadeleyi düşünmeye başlamak lazım. Öncelikle var olan örgütlenme modellerimizin bir kaçına göz atalım;
Mesela, Okmeydanı’nda çalışan ve Suriyeli göçmen kadınların hayatına değen bir çalışma Kadın Kadına Mülteci Mutfağı. İçinde Türkiye’nin de olduğu egemenlerin yürüttüğü bu kirli savaşın yaraladığı, parçaladığı hayatların yaşam mücadelesinde ortaklaştığı, bir araya gelerek dayanışmayı yükselttiği bir çalışma aynı zamanda.
17 Kadının hayatını birleştiren Okmeydanı Sosyal Yardımlaşma ve İletişim Derneği ise şimdilerde yükselen ırkçı hezeyana inat bir arada yaşamanın ve üretmenin ne demek olduğunu gösteriyor herkese. Mahalleye ilk geldiklerinde iktidarın yandaşı olarak görülen Suriyelilerin savaşın yanısıra yoksulluk ve dil bilmezlikle nasılda çaresiz kaldıklarına şahit olmuş Dernek. Sonrasında kolları sıvayıp mahallede desteğe ihtiyaç duyanlarla, destek verecekleri bir araya getirmiş ve böylelikle kurulmuş Mülteci Mutfağı.
Kadınlar buradan az miktarda elde ettikleri gelirle ev ekonomisine destek oluyorlar. Son dönemde artan merdiven altı üretimin düşük ücretli çalışanları göçmenler, özellikle de kadınlar ve çocuklar… Dernek, çocuklar çalıştırılmasın, oyun oynamaya ve eğitimlerine devam etsinler diye tüm ailelerle konuşmuş ve ikna etmiş.
Mesela, kentsel rant kapsamına alınan Gülsuyu/Gülensu Mahallesi’nde mahalliler yaşam alanlarına sahip çıkarak, belediyede çıkarılan projeleri takip ederek, hayatlarını geçirecekleri mahallerinde söz sahibi olabiliyorlar.
Bölgede 1950’li yıllarda işçi mahallesi olarak başlayan yerleşim, hemşerilik üzerinden devam etmiş. Sol hareketin yükseldiği 1970’ler de kurtarılmış mahallelerden biri olan Gülsuyu, 80 darbesinden sonra hükümetin hedefinde olagelmiş. Halen girişinde akrep ve TOMA’ların hazır beklediği mahalle kentsel dönüşümle birlikte tarumar edilmek isteniyor. Arsa fiyatlarının artması, mafya tarzı örgütlenmeleri ve uyuşturucu satıcılarını da beraberinde getirmiş.
Mahalleliler, zorunlu göçe tabi olmadan, akademisyenlerle, derneklerle, demokratik kitle örgütleriyle birlikte, içerisinde parkların, hastanelerin, çocuk oyun alanlarının olduğu bir yaşam alanına yerinde iyileştirme planını Maltepe Belediyesi’yle birlikte hazırladılar ve İBB bu planı onayladı. Uzun erimli bu mücadelede de farklı bölgelerdeki rant projelerine karşı mücadele eden mahalleler bir araya gelerek Mahalleler Birliği’ni kurdular ve ortak hareket edebiliyorlar.
Mesela, Büyükada’da ada değerlerini yeniden yaşatmak ve adanın tüketim değil üretim merkezi olmasını sağlamak amacıyla bir araya gelen ada gönüllülerince kurulan Büyükada Tarımsal Ürünler Kalkınma Kooperatifi.
Eski başbakan Fethi Okyar’ın torununun 100 dönüm arazisinde ilk olarak istiridye mantarı yetiştirerek başlıyorlar üretime. Ardından arıcılık ve son olarak adanın hemen her yerinde yetişen delice zeytininden zeytinyağı üretiyorlar. Betonlaştırmanın pas geçmeyeceği, imar affıyla yeniden şekillendirilmek istenen adada bulunan farklı toprak sahipleri de topraklarını onlara verip üretim yapmalarına destek olmak istiyor.
Yakın zamanda ada merkezinde yer alan küçük bir satış dükkanı için belediye ile protokol imzaladılar. Adalar semt pazarlarında da ürünlerini satan Kooperatif ürettiği mantarları ada halkına ücretsiz dağıtarak adada üretim yapmanın ve dayanışmanın mümkün olduğunu göstermiş. Solucan gübresi yapmak, lavanta balı üretmek gibi fikirleri olan Kooperatif, dükkanında farklı üreticilerin ürünlerine de yer veriyor.
Mesela, her hafta düzenlediği F oturmalarıyla hasta mahpusları gündemleştiren İHD İstanbul Şubesi Hapishane Komisyonu. Hak ihlallerinin birbiri ardına geldiği ve özellikle muhalif kesimlerin suçlulaştırıldığı bizim gibi 3. Dünya ülkelerinde mücadelenin bir başka yönü de hapishaneler olagelmiştir. İktidarın çeşitli işkence aygıtlarıyla muhalifleri yoketme anlayışını her hafta teşhir eden Hapishane Komisyonu hapishaneler mezarlık olmasın diye çaba gösteriyor.
Tek tip elbise dayatmasından, ayakta sayıma, kelepçeli muayene işkencesinden tel kafesli havalandırmalara dek hapishanelerde ki hak ihlallerini kamuoyuna açıklayan, hasta mahpusların sağlık ve yaşam koşullarını gözler önüne sererek en azından gündem olmasını sağlayan Komisyon şimdilerde hükümetin İHD’yi suçlulaştırma çabalarına karşı da mücadele yürütmek durumunda.
Mesela, wernicke korsakofflular ve eski mahpusları bir araya getiren Dayanışma Ağı. Eşitlik ve özgürlük mücadelesi verirken yolu bir şekilde hapishanelere düşen, hapishanelerde ki hak ihlallerine karşı direnen açlık grevi ve ölüm orucu direnişçilerini bir araya getirmek ve devrimcilerin yaşamını kolaylaştırmak üzere kurulmuş bir dernek. İstanbul’da yer alan yaşam ve özgürlük alanı ile onlara kalıcı bir mekan sağlayan, tedavi ve yaşama tutunma da yanlarında olmaya çalışan, gönüllülerin inatla sürdürdüğü bu çalışmada yurt içi ve yurtdışında 300’den fazla kişiye ulaşılmış. Dayanışma Ağı kırda çiftlik ve üretim merkezi, kent merkezli rehabilitasyon merkezi gibi çalışmalarla ağını genişletmeye ve destek kanallarını çoğaltmaya uğraşıyor.
Mesela, Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Eylem Grubu (KCKAEG). 2014 Yılının Temmuz ayında kadın cinayetlerine karşı acil önlem alınması talebiyle kadınlar KCKAEG’nu kurdular. Erkek şiddeti ve erkek şiddetini güçlendiren politikalara karşı faaliyet yürüten KCKAEG eş zamanlı eylemler, forumlar düzenleyerek kadın ve trans cinayetleri davalarını takip ediyorlar. Kadına yönelik suçların önlenmesi kapsamında kadınların acil eylem planını açıklayan Grup, kadınları güçlendirecek atölyeler, kampanyalar düzenledi. Özgecan eylemleriyle öne çıkan Grup özsavunma yapan Nevin, Çilem gibi kadınlarla dayanışmayı güçlendirirken feminist avukatlar aracılığıyla kadın davalarına müdahil olup, erkek yargı sistemini teşhir etmeye devam ediyor.
Ve daha buraya alamadığımız pek çok örgütlenme modeli…
Rize’den Trabzon’a dek üç gün denizde yüzen ve kurban olmaktan kurtulan Ferdinand adlı boğa gibi hayatlarımıza sahip çıkmak bizim elimizde. Nasıl ki zenginler kabinesinin saldırıları çok boyutlu biz ezilenlerin mücadeleleri de yarattığı örgütlenmelerde çok boyutlu. Bu mücadele pratiklerini ortaklaştırarak büyütmek, Korkusuzlar Cephesi, COBAS, SEWA deneyimleri gibi çoğaltmak, birleşik mücadeleyi nasıl hayata geçireceğimize kafa yormak gerek. (SE/BK)