“Demir olsam çürürdüm, toprak oldum dayandım.
Toprak, toprak, toprak oldum da dayandım.”
Yaşar Kemal, İnce Memed
Her insan mutlu olmayı arzu eder. Bile isteye mutsuz olmayı arzu eden var mıdır? Sanmam. Şayet acıdan zevk alanları öne sürerseniz, “Ama onların mutluluktan anladıkları da o işte” derim.
Evet, herkesin mutlu olmaktan anladığı farklı olabilir ama mutluluk peşinde koşma istenci değişmez. Bu dünyada mutlu olmak bizim için mümkün değil ise, o düşümüzü cenneti yaratarak gerçek kılmayı umuyoruz.
Ama benim kafamı asıl meşgul eden insanın mutluluğu elde etme arzusu değil, mutluluğu elde ederken kendisi dışında kalanların mutlu olup olmamalarının onun kendi mutluluğunu ne derece etkilediğidir. Sorumuzu yalın haline alalım: Başkaları mutsuzken, mutlu olabilir miyiz?
Tarihin tozlu raflarından defterleri indirip tek tek örnek vermeye gerek var mı? Bence yok. Zira tam da bu yüzyılda yan komşumuzda cenaze varken kahkahalarla gülebilecek kadar kayıtsız ve mutluyuz. Daha da beteri cenaze üzerinden mutluluğun katlanarak çoğalmasına da tanık olmamız.
Sanırım insanlığın sefaletinin hüküm sürdüğü bir yüzyılda yaşıyoruz. Dünyanın öbür ucundaki bir insanın mutluluğunu ve mutsuzluğunu görebilme, izleyebilmeyi mümkün kılan insan, bitişiğindeki insanın mutluluğunu ve mutsuzluğunu görmezden gelebilecek kadar da kayıtsızdır.
Bu kayıtsızlığın bağrından çıkan tragedyamıza şöyle bir bakalım mı? Sulara gömülen, kıyıya vuran, yerlerde sürüklenen, derin donduruculara konan, çırılçıplak soyulup sokağa atılan, bir mayınla paramparça olmuş, bir mermiyle beyni dağıtılmış, bir bombayla yerle yeksan olmuş, açlıkla, susuzlukla, korkuyla, ölümle terbiye edilen/edilmeye çalışılan, kalbinden vurulmuş insanlığımıza ağlayalım mı? Neresinden tutsak varoluşumuzu bir bulantıya düşüren, yarını imkansız kılan paramparça insanlığımız. Neresinden tutarsak elimizde kalacak, neresine bakarsak içimiz kalkacak insanlığımız.
Bir tanrı gözüyle tarihe bakabilme şansımız olsaydı, sanırım insanlığın en karanlık zamanlarında yaşadığımızı görürdük. Herhalde son yüzyılda insanın kendi cinsine, diğer canlı türlerine ve de bir bütün olarak doğaya verdiği zarar önceki zamanlardaki zararın toplamından fazladır. Bir bakıma insan, kendi tarihinin en vahşi halini de yaşıyor. Şu an dünyanın bütün dengesini bozup ve kim bilir belki de onu güneş sisteminden silebilecek güce sahip.
Peki, bu denli bir güce sahip insan ne yapıyor? Dünyanın her köşesinde kendi cinsini boğazlamakla meşgul. Öldürüyor, işkence ediyor, açlığa mahkum ediyor, susuz bırakıyor, hapislerde çürütüyor, yaşadığına bin pişman ediyor, ölüsüne rahat vermiyor... Kısacası tarih boyunca içinde biriktirdiği tüm vahşiliği ve barbarlığı uygulamaya koyuyor. Üstelik bu barbarlık ve vahşilikten bütün canlı-cansız varlıklar da payını alıyor.
Melike Koçak, Bir Zorbalık Matruşkası Olarak İnsan adlı yazısında söyle diyor: "Kendi türüne ve dışındakilere karşı sınırsız bir kötülük potansiyeline sahip, gölgesi ve karanlığı şiddete meyyâl insan, yeryüzünün ezelî ve ebedî bir salgını, habis bir urudur sanki."
Sahi insan bunca ölümlerden, öldürmelerden sonra nasıl oluyor da yaşayabiliyor? Sahi insan bunca zulümden, vahşetten sonra nasıl oluyor da yaşama tutunabiliyor? Sahi insan kendini bütün canlıların zirvesine yerleştirirken nasıl oluyor da bu derece dehşet verici bir kötülükle dünyayı kasıp kavurabiliyor?
Başlarken insanın mutluluğu arzuladığını yazdım ve herkesin farklı bir mutluluk anlayışının olabileceğini. Aşk, para, ev, araba, aile, dostluk, barış, zenginlik, şöhret, güzellik, sevme ve sevilme gibi şeylerde mutluluğu arayıp bulabilirsiniz. Peki, arzu edip elde ettiğiniz bu mutluluğun başka hayatlardaki karşılığı nedir ki? Başkalarının mutluluğunun sizin hayatınızdaki karşılığı nedir?
Bir şaire sormuştum: Senin için mutluluk nedir? Çok düşünme gereği duymadan yapıştırdı cevabı: Gece başımı yastığa koyup gözlerimi kapattığımda, açlıktan, susuzluktan, yokluktan, yoksulluktan, savaştan hiç kimsenin ölmediğini ve herkesin huzur içinde yaşadığını bildiğim bir dünyada olmaktır, mutluluk.
Peki, siz mutlu musunuz? (HÖ/BK)