Ve madem ki bir gün ölüm mukadder
Ben sularda batan bir ışık gibi
sularda sönmek istiyorum
Denize dönmek istiyorum
Denize dönmek istiyorum
Nazım Hikmet, Hasret
İnsanın denizle ilişkisi, bin yıllar öncesinin ruhumuza bıraktığı bir iz midir? Varlığımıza çalınmış bir maya mıdır deniz? Denizin kıyısına oturup da uzaklara dalıp gitmeyen var mıdır, uzaktaki kendine kulak vermeyen? Hele ki deniz güneşle veyahut mehtap ile buluşmuş ise yüreğinde en içli ezgiyi hissetmeyen var mıdır? Şöyle içli bir ezgi mesela: Ah deniz, denizim! Damlada boğulanım, kendinde kaybolanım... Benim sana akan ırmak yüreğim, senin bana uzanan balık ellerin var... Ah deniz, denizim! Martısız kalanım, kumlarda yitenim... Benim sana taşıdığım çakıllara, senin bıraktığın yosunlardır arda kalan ve anılara yaslanıp kederlenmektir bize kalan...
Ama sadece hüzün değildir deniz. Yaşamın ta kendisidir. Şöyle de denebilir: Yaşama dair ne varsa, denize içkindir. Sanırım bu yüzdendir ki denizin olmadığı bir gezegende yaşam yoktur. (Aksini iddia eden varsa, kanıt göstersin :)) Ne zaman deniz yaşamına dair bir belgesel izlesem, büyülenirim. Milyon çeşit varlık, milyon renk, milyonlarca öykü içeren bir başka evren, deniz. Hani başımızı kaldırıp da gökyüzüne bakarız ve uçsuz bucaksız evren bizi büyüler ya, işte o evrenden bir tane de biricik yerküremizin üzerinde var, içinde var.
Miletli Tales, bir gün, günbatımında denizin kıyısına oturmuş, kafasında deli sorularla boğuşurken “her şey sudur” demiştir sanırım. Suyun varlığımızın her zerresine sirayet ettiğini denizle söyleşirken keşfetmiştir. Bir damladaki denizi görmek, o bir damla üzerinden uçsuz bucaksız bir evreni kuran insan zihninin büyüleyiciliğine kapılmamak elde değil.
İnsanı bu derece denize çeken ne olabilir? Elbette bütün insanları çekmez deniz kendine. Bunu biliyorum. Ama ömründe bir kez olsun denizi görüp de ona kendinden bir parça bırakmayan, ondan bir damlacık duygulanım almayan var mıdır? Sanmıyorum. Karıncanın su içtiği deniz, dalga dalga yükselip önüne gelen ne varsa alıp götüren deniz, sesimize ses vermeyen, kendi kabuğuna çekilen deniz. Herkesin bir denizi var mıdır, içinde sakladığı? Benim içimde, canım Hasret Gültekin'in "bir bak şu göğe, umut doludur"[1] ile Arkadaş'ın "Göğü kucaklayıp, getirdim sana"[2] dizelerini armağan eden bir deniz var ve hep Ahmed Arif'in sevdası gibi "maviye maviye çalar.”[3]
Yaşar Kemal'in Deniz Küstü romanında denize dair büyüleyici bir tirad var. Denizin bize küstüğüne dair. On yıl önce mi okudum kitabı ne, ama o tirad sessizce ruhumda duruyor öylece. Bir tek cümle dahi yok aklımda ama ruhuma bıraktığı müthiş bir his var. Orada işte, hissediyorum. Tıpkı denize yakın yaşayıp da aylar boyunca kıyısına gitmeyip ama onun orada olduğunu bilmek huzuru gibi bir şey bu his.
Deniz bende bir şiirin en vurucu dizesi gibi, bazen bir tek sözcük belki. Nasıl mı? Anlatayım. Ahmed Arif oğlu Filinta'ya bir gün bir şiirinde kullandığı bir kelimeye dair heyecanla “On altı yıldır bu kelimeyi arıyordum. Sonunda buldum” der. Bir şiirin bir dizesinde yerini almak isteyen bir kelime. Büyüleyici değil mi? Bunu okuduktan sonra denizle söyleşmeye gitmiştim. Ve dilimden "deniz dediğin azizim, bir şiirin dizesinde kendini arayan bir sözcük, öyle bir sözcük ki, yıllarca peşinde koştuğun" dizeleri dökülmüştü.
Metin & Kemal Kahraman kardeşlerin ruhumuza bıraktığı eşsiz şarkılardan sadece bir tanesi Deniz Koydum Adını. Bugünlere nasıl da uyuyor "çılgın zamanlarda yaşamak bize düştü/Zamanın acımasızlığı her zamankinden beter" dizeleri. Bu beter zamanlarda inatla yaşama tutunmak, iyiye sarılmak, umudu ve cesareti küller içinde kalmış bir parça diri köz gibi saklamak boynumuzun borcu. Ne yani yaşamın bütün güzelliklerini kötülere mi bırakalım? Hayır, hayır bırakmak yok. Ne diyor iki gözümüzün çiçeği: "En karamsar olduğunuz anlarda bile ayak ucunuza değil ufka bakın, umudu göreceksiniz mutlaka, göremiyorsanız bir daha bakın, görene kadar bakın."[4] Bir başka şekilde ifade edeyim, sevgili Murat Sevinç’in deniz mavisi sözleriyle: "Moral ve asgari mutluluğa ihtiyacımız var. Türlü saçmalıklarla mücadele için her yerdeki iyinin, niteliklinin bir araya gelebilmesi, birbirinden haberdar olması, önemli. Bir de elbette, fazla dikkat çekmeyen, kenarda kalmış görünen iyi ve güzelin fark edilip kıymetlerinin bilinmesi. Umut kuyunun dibinde ve elimizde bir iğne olabilir. Olsun. O iğne de olmayabilirdi. İğneyi de mi aldılar? Eyvallah, tırnak var…"[5]
Ve son olarak Murathan Mungan ile Yeni Türkü'nün en şahane buluşmalarından biriyle, Fırtına ile anlatayım size içimdeki denizi. Her dinlediğimde, sanki ilk kez dinleyip de çarpılmışım gibi bir hisle dinliyorum. Bana eşlik eder misiniz sevgili okurlar? Haydi hep birlikte
"Denizlere çıkar sokaklar" diyelim... (HÖ/AS)