Yahya Berman'ın "Mültecilere Kapıları Açın" yazısını iki bölüm olarak yayınlıyoruz. İkinci bölüm için tıklayınız.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin nüfusa ihtiyacı olduğunu söylüyor. Eğer Türkiye’nin nüfus sorunu varsa, bu Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerini gerçekleştirmesi açısından bir fırsat anlamına da geliyor.
İran’da iki milyon Afgan mülteci, Suriye’de bir milyondan fazla Iraklı mülteci, gelecekleri konusunda kaygılı ve sefalet koşullarında yaşıyor. Türkiye hükümeti ise, 14 bin sığınmacının ülke açısından büyük bir yük oluşturduğunu söylüyor.
Türkiye’de çok daha büyük bir "yasadışı göçmen" nüfusu var. Medyada her gün sayısız Afgan, Filistinli ve Iraklı "yasadışı göçmen"in sınırdışı edildiğini okuyoruz. Bu kişilerin çoğu fiili olarak mülteci. Çok daha büyük bir nüfus ise, yasanın ve insan uygarlığının dışında yaşıyor.
Nüfus politikası mı?
Türkiye’nin mülteci politikası, mültecileri kabul etmemek ve caydırmak üzerine kurulu. Türkiye, Mültecilerin Statüsüne Dair 1951 Sözleşmesine getirdiği sınırlamayla sadece Avrupa ülkelerinden gelen mültecilere koruma sağlama politikasını koruyor.
Oysa eski Yugoslavya ülkelerinden gelen Avrupalı mülteciler de, Türkiye’de resmen "misafir" statüsünde, fiiliyattaysa vatansız statüsünde yaşamlarını sürdürüyor.
Türkiye’den çeşitli dönemlerde kaçan Ermeni, Süryani, Rum ve Keldani mültecilerin Türkiye’ye dönmesi söz konusu değil. İran ve Irak’tan kaçan Türkiye kökenli Hıristiyanlar da Türkiye’ye gelmeleri halinde geçici sığınma kategorisinde ikamet izni alarak Birleşmiş Milletler (BM) Mülteciler Yüksek Komiserliği vasıtasıyla başka ülkelere yerleştiriliyor. Lübnan, Mısır ve Sudan’da Türkiye kökenli vatansız Ermenilerin sayısı bilinmiyor.
Suriye’de sadece Türkiye kökenli Hıristiyanlar değil, aynı zamanda Türkiye’den Suriye’ye kaçan ve Suriye hükümeti tarafından vatandaşlık verilmediği için vatansız statüsünde bulunan yaklaşık 500 bin Kürt bulunduğu tahmin ediliyor. Suriye’nin politikaları, bu azınlık grubunu sefalet sınırında yaşamaya mahkum ediyor.
Yunanistan ve Bulgaristan’ın ırkçı politikaları sonucu Türkiye’ye sığınan 100 binin üzerinde insana Türkiye yurttaşlığı verildi. Bir Afgan Özbek grubuna ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte vatansız konuma düşen Ahıska Türklerine yurttaşlık vermek için özel yasalar çıkarıldı.
Yabancıların Türk vatandaşlığına kabul edilmesinin temel koşulları Türkçe bilmek ve "Türk kültürü”nü benimsemek. Türkiye’de henüz vatandaşlık almamış bulunan Romanların sayısı bilinmiyor. Romanların, Ortadoğu’daki ve Sudan’daki vatansız Ermenilerin, Suriye’de Türkiye kökenli oldukları gerekçesiyle vatansız durumda olan Kürtlerin "Türk kültürü"nü benimsemeyip benimsemedikleri konusunda nasıl bir test yapılırdı?
Öte yandan, kültürü etnik kimlikle ilişkilendiren anlayışlar akademik dünyada ve medyada da hakim. Bu varsayımlar sorgulanmıyor.
Arafta büyüyen çocuklar
Yetkililer sık sık Türkiye’de 1 milyon kayıt dışı yabancı olduğundan söz ediyor. Gerçek rakamlar bilinmiyor. Türkiye’de mülteci korumasından yararlanamayan, ancak ülkelerine de dönemeyen çok büyük bir nüfus var.
Örneğin Çeçen mültecilerin iltica başvuruları kabul edilmiyor. "Devlet politikası". Bir gün ülkelerine dönüp dönemeyeceği bilinmeyen Çeçen çocuklar, arafta yaşıyor. Onlar için yurttaşlık ihtimali yok. Çeçen mültecilerin tahammül edilebilir bir hayat yaşamasının tek güvencesi, Türkiye’deki Çeçen azınlığın ve insani kuruluşların yardımları.
Başka bir grup ise, Irak üzerinden Türkiye’ye kaçan Kürt mülteciler. İran’da rejim değişmedikçe ya da İran Kürt azınlığa ilişkin politikasını değiştirmedikçe ülkelerine dönmeleri mümkün değil. Avukatlarına göre hükümet, bu grubun başka bir ülkeye yerleştirilmesine de izin vermiyor.
Bu mültecilerin Türkiye’ye geçici olarak bile entegre olmasına, insana yaraşır hayatlar yaşamalarına dair bir politika yok. Bu mültecilerin çocukları bir gün "Türk kültürü"nü benimseyecekler mi?
İslam Devriminden beri çeşitli nedenlerle Türkiye’ye kaçmış olan ama mülteci olarak başka ülkelere yerleştirilememiş olan İranlıların sayısı bilinmiyor. Sayısız Fars, Azeri ve Kürt aile, bazıları ikamet izniyle, bazıları "yasadışı göçmen" olarak yaşamını sürdürmeye çalışıyor.
Ne ülkelerine dönme şansları var, ne de "Türkleşme"… Anadilleri Türkçe ya da Türkiye halkının konuştuğu başka diller olsa bile…
Yasanın dışında hayatlar
Naima, Afganlı bir ailenin kızı. Anne ve babası, İran’da mülteci olarak yaşarken tanışıp evlendi. İran’da geleceklerinin belirsiz olması, daha iyi bir hayat umuduyla Türkiye’ye kaçmalarına yol açtı. Naima ve beş kardeşi Türkiye’de doğdu. Başka bir ülke, Türkçeden başka bir dil bilmiyor. Naima’nın babası, Aksaray’da çobanlık yapıyor.
Naima ve kardeşleri, hiçbir ülkenin yurttaşı değil. Ama varlıkları biliniyor. Çünkü Naima, yatılı bir Kuran kursunda öğrenim görüyor. Mülki idarenin hayır girişimi… Naima’ya, büyüyünce ne olacağını soruyoruz. Yanıt veremiyor. Onun bu tür hayalleri yok. Ona layık görülen, sadece dinî vecibelerini öğrenmesi ve kocasına iyi hizmet etmesi. Kadın karşıtı ırkçılıktan da söz etmek gerekiyor.
Naima, 12 yaşına gelince evlendirilecek. Şansı varsa kocası Türk vatandaşı olacak. Böylece çocukları Türk vatandaşı olacak. Ama Naima Türk vatandaşı olmayacak muhtemelen.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Antakya Şubesi Başkanı Hatice Can, Türkiye vatandaşı kocaları tarafından boşandıktan sonra sınırdışı edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalan ve kocalarına karşı, hatta çocukları üzerinde hak iddia edemeyen Filistinli kadınlardan söz ediyor. Can, bu durumdaki bir kadının davasını yargıya götürdü.
Böylece Naima, kocasından dayak yediğinde polise gitmeye korkacak. Bunun kaderi olduğunu bilecek. (YB/GG)
Yahya Berman'ın "Mültecilere Kapıları Açın" yazısını iki bölüm olarak yayınlıyoruz. İkinci bölüm için tıklayınız.