Yeni Şafak Gazetesinde yazan bazı yazarların, toplumsal hareketi AKP’ye karşı laisist-militarist, AKP tabanına üstten bakan daha önceki bir takım hareketlere indirgeme ya da en azından bu hareketlerin yeni, daha geniş tabanlı bir biçimi olarak görme eğilimi dikkat çekici.
Toplumsal hareket içinde Atatürkçü ya da ulusalcı grupların da yer aldığı doğru. Bu katılım ne düzeyde olduğunu ve harekete nasıl bir etki yaptığını kestirmek mümkün değil. Bunu Yeni Şafak sosyologlarının bilmediği ve genel olarak toplumsal hareketlerle ilgili olarak uzaktan ahkam kesmenin ötesinde bilgi sahibi olmadıkları da kesin. Onlar, öyle görünüyor ki, Başbakan Erdoğan’ın kariyerine ve karizmasına sıkıca bağlı olan kariyerlerinin zirvesindeyken bu harekete yakalandılar ve Amerikan sosyolojisinden, ya da Fransız yeni felsefesinden arta kalan söz dağarcıkları pek de yardımlarına koşmuyor.
Sanıyorlar ki, köşelerinde(n) yazdıkları her yazıda bir ‘sosyolojik tahlil’ patlattıklarında, bilimselliğin, tarafsızlığın halesi binecek kafalarına.
AKP entelijensiyası ve kendi mahallesine dönüş
Kentli orta sınıf kesimler, şimdi toplumsal hareketin meydanlarında başkalarıyla, çevrecilerle, temel çıkış noktası kentsel özgürlük olan kesimlerle, feministlerle, LGBT aktivistlerle, hatta sınırlı da olsa aynı kentleri paylaştıkları Kürtlerle ve azınlık mensuplarıyla karşılaştılar. Bu, Yasin Aktay gibi AKP mütefekkirlerinin ancak partilerinin çıkış döneminde denediği ama gerçekten de deneyimlemediği, AKP kitlesinin ise tamamen kapalı göründüğü bir durumdur.
Belki şöyle söylemek daha doğru olur: AKP entelijensiyası, şimdi amansızcasına safları sıklaştırmaya, eleştiriyi karalamaya ve 28 Şubat tarzı propaganda yoluyla kitlesini kendi içine kapalı bir mahalle haline getirme çabasında görüntüleniyor. Bunu yaparken 28 Şubat taktiklerini aynen devralmalarını nasıl yorumlamalı?
AKP’li gazeteciler ve mütefekkirler, AKP’nin ve temsil ettiği değerlerin yükselişine o kadar odaklanmışlardı ki, ormanların talan edilmesi, sağlık sektöründeki vahşi kapitalist gidişat, gıdadaki hızlı kirlenme, sokaklardaki korku dikkatlerini çekmedi bile. Eğer iyi niyetle yorumlayacaksak…
Ama AKP ve onun koruması altındaki inşaat lobisi (lobi terimini pek sevdikleri için biz de öyle diyelim) kentlerin nefes alma alanlarına saldırdıkça muhalefetin de yaşam alanlarına kaydığını görmedi.
O nedenle de on yıl önceki kaygılarına bir uluslararası komplo ekleyerek iktidarın arkasına saklanarak görmekte ısrarlılar olup biteni. O uluslararası komplo ki, kayıtsız koşulsuz savundukları iktidarın müttefiklerince kotarılmış olması gerekiyor; polis şiddetine karşı gayet zayıf uluslararası eleştiride ve yabancı öğrencilerin gözaltına alınmasında kanıtlanmış oluyor.
Anlaşılan o ki, AKP entelijensiyası, tıpkı AKP’nin kurnaz aklını oluşturan siyasetçi ve bürokratları gibi, AKP’nin temsil ettiği neo-muhafazakar değerlerin ve kesimlerin sonsuz bir iktidara ulaşabileceğine inanmanın mümkün olduğu bir noktaya gelmiş ve orada tıkanmışlar. Muhalefette komplo aramanın ve başkalarını dinlemeyi reddetmenin açıklaması bu olmalı. Tıpkı onlardan önceki otoriteryenlerin yaptığı gibi.
Şunu sormak gerekirdi: Şimdi uluslararası sermayenin bir kolunun kendilerine karşı komplo içinde olan hükümetiniz değil miydi sermaye akışının önündeki engelleri kaldıran? Hükümetin maddi tabanını oluşturan inşaat lobisi, ‘çılgın projeler’ için aynı ulusaşırı sermayenin finansmanına dayanmıyor mu? Ve dahası var: orman ve doğal yaşam alanlarının talan edilmesine dayalı bu devasa inşaat projeleri, başta üçüncü havaalanı, üçüncü köprü, nükleer santral ve sayısız hidroelektrik santral projesi, uluslaraşırı sermayenin projeleri değil mi?
AKP çevresinde toplaşan inşaat lobisi, Ertuğrul Günay’ın yerinde tabiriyle rant lobisi, bu projelerin gerçekleşmesinde yer alarak ve özellikle üçüncü köprü ve kanalın çevresinde giderek iskana açılacak olan alanlar sayesinde hızla zenginleşmeye devam edeceği için böylesine hırslı, böylesine azmış değil mi?
Bir tür ıslah olamayan gençlik
Taksim’de başlayan toplumsal direnişin ana eksenini kentli gençlik oluşturuyor. Bu genel bir tespit. Muhafazakar sağın, özellikle de AKP’nin kültür savaşının merkezinde de gençlik var.
Tıpkı 1930lar tek parti rejiminin gürbüz gençliğe, 12 Eylülden beri de devletin asker doğmuş gençliğe hedeflendiği gibi, AKP de ıslah olmuş, mütedeyyin bir gençlik istiyor. Fethullah Gülen’in Başbakan’a verdiği tavsiyelerden ve hem Başbakan’ın, hem de Yeni Şafak Gazetesi yazarlarının Taksim gençliği eleştirilerinden şunu anlıyoruz: AKP’nin mütedeyyin gençliği, ormanlar ve kentler talan edilirken Başbakanın karşısında hazır ola geçmiş bir gençliktir.
O nedenle bu gençlik, resmi bir düzen içinde hareket ederek Başbakanı karşılamaya giden bindirme kıtalarından çok farklıdır. Yasin Aktay, işte o ‘hareket’in de sosyal medya kullanmış olduğunu, işte onların da mizahı kullanmış olduklarını söylüyor ve toplumsal direnişe katılan gençlerden ayrı düşünmekle bu ‘gönül’ adamlarına bir kez daha haksızlık edildiğini düşünüyor. Anlaşılan bu haksızlığı ana akım medya yapıyor ve o medya tamamen hükümetin denetimi altında olduğunu yeterince kanıtlamamış olmalı
Anlaşılan AKP gençliğinin bu gönül ilişkisi – Aktay’a gore AKP gençliğinin Erdoğan ile ilişkisi, onlara böyle bir üstünlük veriyor – ‘yol ver gidelim, Taksim’i ezelim’ diyerek toplumsal harekete yanıt vermişti. İktidarla gönül ilişkisi kuran ilk gençlik hareketi bu değil. Totaliterizmin tarih sayfalarında çok örneği var: Uzağa gitmeye gerek yok; İran’da Bassic milisleri, Suriye’de Şabiha ve Rusya’da Putin’le gönül bağı içindeki gençlik hareketi…
Buradan yola çıkarak, Başbakan’ın kendi taraftarlarını sokaklara dökeceği ve kimin daha büyük olduğunu göstereceğini ilanı ve AKP karar organının toplumsal harekete iki büyük miting düzenleyerek yanıt verme kararı açık bir anlam kazanıyor: AKP, TOMA’lar ve akreplerinin ardından bindirilmiş kıtalarını da düzmektedir. AKP entelijensiyası 28 Şubat aynasında kendini yeniden konumlarken, aman dikkat…
Sosyolojinin arkasına saklanan totaliterizm
Toplumsal harekete misilleme olarak Başbakanı karşılamaya gidenlerin de ’90 kuşağı’ ile birlikte değerlendirilmesi ve bu hadisenin duygusal ve fikri veçhelerinin tahlil edilmesini talep eden AKP mütefekkiri Yasin Aktay, Taksim’de başlayan hareketinse Cumhuriyet mitingleri ile birlikte anlaşılmasını ve bu harekete katılımın ardındaki mahalle baskısının araştırılması gerektiğini söylüyor.
Hakkaniyet adına kariyerinde başarılı olduğunu söylemek gerekir. Şu tespitini not ederek: “Hareketin bir aşamasında, hareketi kontrol edenlerin ürettiği müthiş sosyal baskılar kıyıda kenarda kalmış birçok kişiyi hareketin içine kattı. Akademisyenler arasında, sanatçılar arasında, gazeteciler, televizyonlar arasında ayrı ayrı bu sürece katılım konusunda açık baskıların uygulandığı görüldü. Hani şu, birilerinin mahalle baskısı dediği türden baskılar. Olayın dışında kalana deli, hain, gerici, yobaz muamelesinin yapılmasıyla başlayan, daha ötelere biraz pasif davrananların bile alabildiğine itibarsızlaştırılmaya çalışmasına uzanan bir baskı.”
Ardından, hemen ertesi gün, aynı mütefekkir, bu hareketin taleplerini öğrenince iç ve dış çıkar çevreleri adına hareket ettiğini anlamış ve çevre duyarlıklarından hareket ettiği zannındaki safiyetine yanmıştır. Aslında bu çevrecilerin ardından hep bir takım çıkar çevreleri çıkmamakta mıdır?
Öyle sanıyorum ki, bir kariyer İslamcısı olarak Yasin Aktay’ın bütün ‘samimiyetiyle’ savunduğu Kanal İstanbul, Üçüncü Hava Alanı ve Köprü projelerinin ardındaki Türk ve uluslararası korporasyonlar konusunda hayli bilgisi vardır.
Bu şirketler Aktay’ın sosyolojik tahlillerine göre çıkar çevresi sayılamayacağına göre, tiyatro kumpanyası sayılabilir. Aktay’ın birazcık olsun inanırlık kazanmak için, şu noktadan sonra ‘sosyolojik tahlil’lerin arkasına saklanmaktan vazgeçmesi gerekmez mi?
Ama kurnaz akıl tam da budur: Kendini bilimsel tarafsızlık, rasyonel kaçınılmazlık ardına saklayan çıkar…
Aynı yazısından anlıyoruz ki, üstadın asıl meselesi şudur: Allah solun hayallerinden her daima dünyayı koruduğu gibi, solun şimdi hayallerini yükleyerek mesih gibi baktığı bu gençlerden de koruyacaktır. Çünkü Türkiye’nin geri kalan gençliği ülkenin gelecekteki vatandaş tipolojisini oluşturmaktadır. Yani Başbakanın karşısında hizaya giren gençlik kalacaktır Türkiye’nin geleceğine.
Böylece Yasin Aktay, hamdü senalar düzdüğü ve her halinde, her sözünde bir hakikat görerek mest olduğu Başbakanın tehditlerine, totaliter bir tehdit eklemekten kendini alamamıştır.
Böylece Aktay’ın kurnaz akla dayalı İslamcılığının gelecek tahayyülüne dair ciddi bir işaret almış oluyoruz. Bu, Başbakanın kutuplaşmacı politikasını anlamak için bir yol işaretidir.
1992 Temmuzunda Sivas’ta Alevi ve solcuları yakan kitlenin mazlumluğunu ilan eden İsmet Özel, ümmetin Müslüman olmayanlarla aynı mahallede oturmasının bile zulüm olduğunu ilan edivermişti. Kendince ve kendine Müslüman işbu totaliter zihniyetin dini yedeğine alarak suçlarını meşrulaştırmasında unutulmaz bu sayfayı, Yasin Aktay bize tekrar hatırlatıyor. (YB/HK)
* Fotoğraf: Aykut Ünlüpınar