Günün birinde, nereden geldiğini bilmediğiniz, sizi mutlu etmek ne kelime havalara uçuran gündüz düşleri görmeye başlıyorsunuz. Aman yarabbi beynimde tümör mü var, ya da psikolojik yardım mı gerekiyor diye düşünmeyip yollara vuruyorsunuz kendinizi. İnsan böylesi uç bir durumun içinde hayal edemiyor belki kendini.
O zaman şöyle anlatayım: Walter Mitty, şu ünlü mü ünlü, efsane Life Dergisi'nde çalışıyor. 16 yıldır fotoğrafları yayına hazırlayan Walter, derginin kapanacağının açıklanmasıyla umutsuzluğa kapılır. Ancak, son sayının kapak fotoğrafının negatifi ortadan kaybolunca kendini büyük bir maceranın içinde bulur.
Walter'ın peşinden koştuğu şey, aslında negatif değil. 16 yıldır mektuplarla da olsa tanıma fırsatı bulduğu ünlü fotoğrafçı Sean O'Connell'ın izini sürüyor. İdolünü yakalamaya çalışan bir hayran olarak da düşünebilirsiniz Walter'ı. Sadece negatifin yerini öğrenmek gibi bir görev aşkıyla pencerelerden zıplayıp, kızılderili köylerinde kavga etmiyor, helikopterlerden teknelere atlayıp köpek balıklarıyla bu yüzden boğuşmuyor şüphesiz. Sıradan hayatının içinde nefes almakta zorlanan bir birey olarak hayalinin peşinden koşuyor, canlı olduğu anlara biraz "hayat" katma derdine düşüyor.
James Thurber 'ın 1939'da yazdığı kısa bir hikayeden esinlenen yönetmen Ben Stiller, bu sefer sabunköpüğü kurgulardan vazgeçip mesaj vermeye niyetlenmiş anlaşılan. Hem yönetmen koltuğunda hem de başrolde iyi iş çıkarmış. Walter'ın işini kaybetmenin eşiğinde kendisini Benjamin Button filminden bir sahnede hayal etmesi ve çok aşık olup bir türlü açılamadığı Cheryl Melhoff'un kanatlarının altında " Burada sakince dur ve öl" repliğiyle avutulması noktasında, gerçek olmasını umduğu hayal dünyasını sıkıcı ve son derece hakiki günlük rutinden damıtmaya çalışan kahramanın zincirlerini kopardığına şahit oluyoruz.
Buraya kadar her şey güzel. Fakat bu dönemeçten sonra, komedi unsurları aniden yok oluyor. Yerini ruhsal yolculuk temasına sırtını dayamış bir drama bırakıyor. Stiller, biraz narsist, biraz neşesiz, kendi dünyasına dalıp giden kahramanın zihninde kayboluyor adeta. Samimiyetle mutlu bir sona ulaşmaya da çabalıyor. Aniden çıkılan yolculuk, esrarengiz fotoğrafçının ardısıra süregelen bir kovalamacaya dönüşüyor: Kaptan'dan tutun da sarhoş bar şarkıcısına ve hatta Walter'ın kendi annesine kadar herkes Sean'ı görmüş, onunla konuşmuş, o efsaneninin cisimleşmiş haline şahit olmuş. Ama ya Walter? Hep bir kaybeden mi olacak?
"Hımm 4 saat önce buradaydı. İki dakika önce jipine atlayıp gitti arkadaş. Yok yok dün geldi konuştuk. " Sean herkes için sıradan ama Walter için Samanyolundaki bir yıldız kadar ulaşılmaz.
Walter Mitty'nin Gizli Yaşamı, içinde birbirine zıt iki film barındıran tek bir film. Destansı bir mutlu son bekleyenler belki sevinecek belki hayal kırıklığına uğrayacak, çünkü destansılığın içinde bile bir "tık" burukluk mevcut. Aksiyon ve macera gözlerimizin önüne seriliyor, yine de yönetmenin bu hayal sahnelerini satirik ve abartılmış şekilde sunduğuna şüphe yok.
Günümüz New York'u gibi bir metropolde küçük burjuva tabir edilebilecek bir kahramanın hayat gailesinden ve ipleri eline almaktan kaçarak gündüz düşlerine sığınması belki kızdırıyor yönetmeni. Daha katı bir yaklaşımla harekete geçmesini, üzerindeki ölü toprağını atmasını hayal ediyor. Yine de, kahramanın kapasitesi bu dileğini gerçekleştirmesine yardımcı olmuyor. Walter, patronunu yumruklamayamıyor, ünlü bir dağcı gibi Everest'den inip kar ve buz kaplı paltosunun ve donmuş saçlarının arasından dudaklarını oynatarak sevdiği kadına ilan-ı aşk edemiyor, Avangers'daki gibi çılgın aksiyon sahnelerinde başrol oyuncusu olamıyor.
O, kaderinde kötüleri yenmek olan bir çizgi film kahramanı da değil. Yine de bu dünyadaki zamanının kısıtlı olduğunu bilecek kadar bilge. Tıpkı bu filmdeki her şeyin Lincoln'ün ünlü sözüne bağlanması gibi : " Sonun geldiğinde, önemli olan ne kadar zamandır yaşadığın değil, yaşadığın zamana ne kadar hayat kattığındır." (ZGŞ/NV)
Mitty'nin Gizli Yaşamı
Yönetmen: Ben Stiller
Oyuncular: Ben Stiller, Kristen Wiig, Jon Daly, Sean Penn, Shirley MacLaine.
114 Dakika