Heinrich von Kleist’in romanı Michael Kohlhaas, birkaç kere beyazperdeye aktarıldı. İlk kez Volker Schlöndorff tarafından 1969 da, sonra da John Cusack ve JohnGoodman’ın başrollerini paylaştıkları The Jack Bull adlı filmle.
Arnaud Des Pallières versiyonu da Adalet İçin başlığıyla dün Türkiye’de gösterime girdi.
Schlöndorff’un kendi filmini “en büyük başarısızlığım” olarak nitelemesi, daha eksiksiz, daha derli toplu bir adaptasyon için yer olduğu anlamına geliyordu. Bu, Cannes Festivali’ne giren Arnaud de Pallières’in düşüncelerine tercüman oldu. Film, geçen sene Cannes’da en iyi aktör ödülüne layık görülen Mads Mikkelsen, Downfall’daki rolüyle büyük beğeni toplayan Bruno Ganz, Holly Motors’un takdire şayan aktörü Denis Lavant’ı biraraya getiriyor getirmesine, ancak güçlü oyunculuklar, muhteşem görsel malzeme arasında ana fikri ayırt etmek oldukça güçleşiyor.
At tüccarı Kohlhaas, Leipzig Panayırı’na giderken iki atına el koyan soyluya karşı yasal yollara başvurur. Soyluya hak veren mahkeme heyetinin kararından sonuç alamaz. Prensese başvuran karısının da öldürülmesiyle topladığı sert adamlarla, sömürgeci düzene karşı, kan dökerek mücadele etmeye başlar.
Filmin cesurca çınlayan teması, haksızlığa duyulan öfkenin tiz sesiyle daha da güçleniyor, Kohlhaas’ın küçük isyancı ordusu devletin istikrarını tehdit etmeye başladığında, kahramanımız aradığı adaletin tahmin ettiğinden daha pahalıya mal olabileceğini fark ediyor. Pallières adalet ve onur üzerine güçlü bir drama yaratmak istemiş. Bu amacına ulaşmada çok başarılı olduğunu söylemek mümkün değil ancak. Film, zorlukla, tökezleyerek, duraksayarak, asilzade de olsa kimsenin şiddet göstermede veya suç işlemede haklı olmayacağını vurgulamaya çalışıyor.
Bu, eşzamanlı kurguyla olgunlaştırılmış destansı bir hikaye, ancak bir şekilde, yorucu, seyirciyi içine almayan bir biçimde sergileniyor. Tek yapabildiğiniz ekranda olanlara ayak uydurmak, özgürlük savaşı fikrini günümüz terörizm kavramından ayırıp kahramana hak vermeye çalışmak. Kurgu, sadece yavaş değil, aynı zamanda garip de. Bir olayla diğeri arasında ne kadar zaman geçtiğini kestirmek oldukça güç. Tabiatın değişmeyen manzarası eşliğinde Kohlass ve haramilerine eşlik ederken, zamanda ve mekanda kayboluyoruz.
Filmin ağır aksak havası bir hayal kırıklığı yaratıyor. Mikkelsen’in kendine özgü azimliliği ve zekası rol için biçilmiş kaftan. Asil bir adam olarak amacından bir nebze dahi taviz vermeyeceğini görebiliyoruz gözlerinde. Tabii bu soylu niyetlerinin herşeyi tuzla buz eden ironik bir sona da zemin hazırladığını söylemek gerek. Fakat, kameranın kahramanın etrafındaki nazlı dolanmalarına ve adalet arayan adamın ne yapılması gerektiğine dair uzun tiratlarına rağmen, gerçek bir özdeşleşme yaşamıyor asla seyirci. Kohlhaas’ın sabırlı, kahramansı görüntüsü zihinleri kaplıyor; ancak geçit vermiyor. Filmin en iyi sahnesi şüphesiz prensesle Kohlhaas’ın karşı karşıya geldiği sahne. Ancak, o zaman bile asık suratlı, eğitsel tonun ağır basmasına engel olamıyor Pallières.
Yönetmenin kitabın soylu, fedakar, varoluşsal tonunu yakalamaya çalışmak gibi bir telaşa düştüğü de gerçek. Bravehart tarzı destansı okşamalar da var hikayenin kendine dayanak edindiği. Fakat, bazı ilginç yan hikayelerin ve temaların varlığı kimi zaman çeviriye kurban gidebiliyor. Güçlü hikayenin, muhteşem oyuncuların, bizleri adeta ortaçağa ışınlayan görselliğin heba edildiğini söyleyebiliriz. Ancak, bu filmden yine de bir şeyler kalıyor bizlere. O da hakim sınıfların sömürüsüne ve keyfi uygulamalarına maruz kalan ve adaletsizliğe karşı duran herkesin, her daim anarşist ve terörist damgası yediği gerçeği. Ancak buna da verilecek cevabı biliyoruz Sevgili Okuyucu: Ferman padişahınsa dağlar bizimdir, Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir!!
* "Michael Kohlhaas"
Yönetmen: Arnaud Des Pallières
Oyuncular: Bruno Ganz, Denis Lavant, Sergi López, Amira Casar, Roxane Duran, David Kross, Delphine Chuillot.
122 Dakika