Kendi zihinlerindeki karanlık dehlizlerde sıkışmış insanları bilir misiniz? Zayıf, kararsız, en çok da sakar ve başarısız görünenleri. Kabuklarını bir türlü kıramayanları. "Die Unsichtbare" (Kabuktaki Çatlaklar) işte böylesi içine kapalı bir genç kızı, Josephine’i merkezine alıyor. Alman yönetmen Christian Schwochow’un bol ödüllü filmi Kabuktaki Çatlaklar, bu ay İstanbul Film Festivali’ne konuk oldu.
Schwockow, öğretmenlerince görünmez olarak nitelenen, hayli silik Josephine’in ünlü bir tiyatro direktörü tarafından keşfedilmesinin ardından geçirdiği ruhsal değişime odaklanıyor. Film, 2011’de Natalie Portman’a en iyi aktrist dalında Oscar getiren "Siyah Kuğu"nun Alman versiyonu olarak da kabul edilebilir.
Josephine (Christensen), annesi ve engelli kardeşi ile yaşayan genç bir aktristtir. Yeteneksiz olduğu düşünülen ve başka mesleklerde şansı olabileceği söylenen genç kız, Kaspar Friedman adındaki meşhur yönetmen tarafından Alexandre Dumas’nın Camille oyunu için başrole seçilir. Fakat, Josephine bakiredir ve role tam olarak uymamaktadır. Bu noktada aynı Siyah Kuğu’da olduğu gibi cinsel ve ruhsal bir uyanışa doğru itilir genç kız. Yönetmenin cinselliğini, aile ilişkilerini ortaya çıkarması, kendisini sorgulaması ve kendine meydan okuması yönündeki telkinleri ile rolün karakteriyle ciddi bir tezat oluşturması Josephine’in ruh sağlığında derin yaralar açar.
Duygusal olarak zarar gören ve savunmasız haldeki Josephine’in ruh halini gözler önüne sermek için el kamerasına ve neredeyse yapmacık şekilde hızlı geliveren yakın planlara başvuruyor yönetmen. Filme belgesel havası veren bu planlar, seyirciyi karakterle yakınlaştırmaktan çok, iticiliğinin vurgulanmasına yarıyor.
Christensen‘ın etkileyici performansı bütün yükü sırtlıyor; Noethen ise kaçınılmaz biçimde stereo-tipik olmaktan kurtulamıyor. Bütün başrol oyuncularıyla ilişkisi olan çapkın tiyatro yönetmeni olarak oldukça inandırıcı yine de. Oyuncu ve yönetmen, birlikte, Josephine’in “kabuğunu” kırıyorlar. Ancak, altta yatan ve su yüzüne çıkan şey, her ikisinin de beklediği bir şey değil. Tabii bu kabuk kırılması olayı özellikle gençlik filmlerinde sıkça konu edilen masumiyeti yitirme nosyonuyla bağdaştırılabilir. Buradan bakılınca, Kaspar da, Josephine’in başarılı olmasının koşulunu “femme-fatale”’e dönüşmesi olarak gören erkek egosunun sembolü olarak görülebilir.
Kabuktaki Çatlaklar (Die Unsichtbare) Yön: Christian Schwochow Oyn: Stine Fischer Christensen, Ulrich Noethen, Dagmar Manze |
"Siyah Kuğu"’daki akıl sağlığı bozuk anne, bu filmde fakir anne ve engelli kız kardeş ile temsil ediliyor. Josephine’in geçirdiği değişim hiç kuşkusuz Nina’ın uyum sağlama süreciyle bağdaştırılabilir. Ve sonuç da saplantılı bir noktaya gelişleri de bu ikilinin birebir örtüştüklerini kanıtlıyor. Bu anlamda, Schwochow’un Siyah Kuğu’nun kendi versiyonunu çektiği de söylenebilir.
Film, prova aşamasını detaylandırarak, seyirciyi Josephine’in adım adım Camille’e dönüşmesine alıştırıyor adeta. Sert ve hayli müşkülpesent Kaspar’a her geçen gün daha çok bağlanan genç kız, Camille’in künt kesilmiş saçlarını kullanarak alter-egosunun agresif seksüel kişiliğini gerçek hayata taşımaya çalışıyor.
Bu noktada yönetmen, gayet telaşsız ve sakin bir yaklaşımla başarılı geçmiş bir giriş sınavı dışında Kaspar’ın neden Josephine’i seçtiğini de gözler önüne seriyor. Sınırda yaşayan bir genç kız olarak Fine’nin çarpıcı bir oyun sahnelemeyi kafasına koymuş deneyimli bir yönetmen için biçilmiş kaftan olduğunu fark ediyoruz o an. Bu oyunun amacının, Camille karakterinin delirmenin eşiğinde oluşunu en net ifade edebilecek kişiyi başrole getirmek olduğu gerçeğini hissettiriyor bizlere film. Ve Kaspar’ın, bu kişinin Josephine olduğunu anlamakta gecikmediğini de. Tabii, amaca giden her yolu mübah gördüğü için genç kızın kırılgan ve zayıf kişiliğini göz ardı etmesi pek de zor olmuyor.
Kabuktaki Çatlaklar’ın Siyah Kuğu’dan önce çekilmeye başlandığını ancak teknik nedenlerle ancak geçen sene gösterime girebildiğini de belirtmek lazım. Sanatsal yalnızlığın gerekliliğini ve bir çok tehlikesini açılımlayan bu iki film arasındaki birçok benzerliğe rağmen, Schwochow’un versiyonunda drama okulları ve diva tavrına dair çok daha alaycı yorumlar bulmak mümkün. Hiç kuşkusuz, “Düğünden Sonra”daki güçlü izlenimin hiç de tesadüf olmadığını gösteren Christensen filmdeki ana cazibe nesnesi. Kaspar ve Josephine gibi karmaşık bir ikili, oyuncuların duyguların iç içe geçtiği bu dramaya kendilerinden pek çok şey katmalarını sağlıyor. Teknik olarak hayli güçlü olan bu yapım, ağır başlı ve titiz tavrını son ana kadar sürdürüyor. Orijinal adı “Görünmez Kişi” olan filmin başlığının da öğretmenlerin yorumuna atıf yaptığı söylenebilir.
"Siyah Kuğu", "Patlarsam Yanarsın", "Genç ve Güzel" ya da "Carrie" gibi filmlerle sürekli ısıtılıp ısıtılıp gündeme getirilen cinsel uyanışla büyüme temasının sıkıcı bir yanı olduğu, kabak tadı verdiği ve hatta bu gibi filmlerde kadının arzu nesnesine dönüşümünün bir nevi günah gibi algılatılmaya çalışılarak baş karakterlerin her daim cezalandırılması klişesinin yorucu ve aşağılayıcı olduğu düşünülebilir. Ama belki de, sormamız gereken soru şudur: Bir kadın başarılı olmak için neden bu kadar çok ödün vermeli?
Ne Nina’yı, Ne Vic’i, Ne Isabelle’i, Ne de Carrie’yi bir erkek olarak düşünemiyoruz. Bunun nedeni bilinç altımıza enjekte edilmeye çalışılan seksüel ayrımcılık olabilir mi? Yine de, şunu söylemek mümkün; Woodson’ın dediği gibi, “Uzun vadede, üstün yeteneğe karşı ayrımcılık yapılamaz.” (ZGŞ/HK)