Soluk kızıl renkte, tuhaf bir gezegenin birkaç ayın çevrelediği semalarında, havada asılı metal bir mantar gibi yükseliyor Bulut Şehri. Fabrika bacalarından salınan acayip renkli dumanlar, zaten gazlarla kaplı atmosfere katılıyor. Devasa gaz bulutu, büyüdükçe büyüyor. Madenci gezegenin ürettiği, her şeyiyle zenginliği ve iktidarı simgeleyen bir gemi Ölüm Yıldızı.
Bu gemide, amansız bir savaş vuku buluyor. Şehrin silindir silüetinin altında, ufka uzanan soğuk ve merhametsiz endüstriyel yapılar, kurtulmak için çabaladığı tuzağın altında, uzak bir hayal gibi dikiliyor. Kamera, küçümsercesine yükseliyor, o an ölmemek için kendisine dua edilen bir gücün gözleriyle bakıyor öznesine. İnsan formunun savunmasızlığı sanki bu bakışla daha da berraklaşıyor: Son derece teknolojik, çelikten, devasa bir kütle ve yutmak üzere olduğu etten kemikten bir insan: Luke Skywalker. Kalan son gücüyle haykırıyor: “Baba, Lütfen yardım et!” Ve beklenen kehanet gerçekleşiyor: Güce denge geliyor: İyiyle kötü, asla yenişemiyor. Sadece birbirine karışıyor.
George Lucas’ın kült klasiği Yıldız Savaşları, günümüzden 32 yıl önce çok tartışılan bu finalle sonlanmıştı. Sonrasında, iyiyle kötü arasındaki bu amansız savaşın başlangıcını anlatan öncül bir üçleme çekilmeye başlandı. Hangi üçlemenin daha başarılı olduğu ya da hangi sırayla izlenmeleri gerektiği tartışmaları süredursun, bu ay tekrar seyirciyle buluşacak olan seri, Güç Uyanıyor ile yepyeni bir viraja girecek gibi görünüyor.
Güç Uyanıyor, Ölüm Yıldızı’na karşı kazanılan zaferin 30 yıl sonrasını anlatıyor. Filmde, halen süren savaşa karşın yeni bir cumhuriyet kuruluyor. Ancak, Galaktik İmparatorluk da küllerinden doğarak İlk Düzen’i oluşturuyor. Hikayenin yeni kahramanları bir yana, Yıldız Savaşları evreninin merkezinde her daim esrarengiz, bilinmez bir kavram olarak cisimlenen ve evrilen Güç, bu filmle ağırlığını daha çok hissettirecek.
Yeni seri, uzak galaksimize hayat veren gücün bu zamana kadar neden inzivaya çekildiği veya neden şimdi uyandığı gibi sorulara yanıt verecek mi bilinmez. Ancak, 2019’da sonlanacak hikayenin başlangıcına dönmek, bizlere cevabın aslında sorunun içinde olduğunu gösterebilir…
Yıldız Savaşları, bugüne kadar kendisini ortaya çıkaran dönemin sosyo-ekonomik, politik,kültürel değerlerinin görsel bir kolajını sunmasının yanısıra hukuk,medeniyet, yabanıllık ve bütün bunların toplumla ilişkisi hakkında derin katmanlı bir teoriyi de görselleştirdi ve bu kesişmeyi dünyamızdan başka bir yere, ‘çok çok uzak’ bir galaksiye taşıdı. Serilerin bütününde hakim olan ‘Güç’ nosyonuna yönelen dini- mitik süslemeler göz önünde tutulursa, ‘Güç’ ve yasalar arasındaki temel bağ, doğa yasalarını akla getirir. Yine de, bu gibi bir bağıntı ilahi yasa koyucunun-inayet kanununu belirleyen ve buyuran tanrının, - dini tanımlamasından yola çıkmaz.
Aynı Grotius’un ‘Doğanın ve doğa kanunlarının varlığını veya işleyişini belirlemek için bir tanrıya ihtiyaç yoktur’ çıkarımında olduğu gibi ya da Peter Fitzpatrick’in “Modern Hukukun Mitolojisi” adlı kitabında belirttiği üzere, “Aydınlanma, tanrının merkezi kanun koyucu konumunu zapt etme girişiminde bulunduğunda düzen, doğanın ilk kanunu haline geldi. hukuk, ilahi düzen türevlerine” yani düzenin kendisine dönüştü. Buna göre, modern hukuk, pozitivist ilerlemesine rağmen hem egemen hükmünün merkeziyetçiliği hem de hukukun düzenle ilişkisi açısından belirli ilahi özelliklerini korumaktadır.
Buradan Star Wars’a dönsersek, ‘Güç’ nosyonunun düzenle aynı yasal doğrultuda konumlanan bir kavram olarak ortaya çıktığını görürüz. “Denge arzusu” ve Güç’ün iradesi referansları onun dışarıda bir yerlerde gizlenen ilahi bir varlık olarak değil de, bütün canlılar tarafından yaratılmış bir olgu olarak görüldüğünü ortaya koyar. Örneğin, Yeni Bir Umut’da Obi-Wan, Güç’ü canlılarca yaratılan bir enerji olarak tanımlar. Bizi çevreleyen, içimize nüfuz eden ve evreni birarada tutan bir enerji. Bu tanım, Güç’ün tanrısallığının terkedilerek dengeye ve evrenin düzenine odaklanılması şeklinde algılanabilir. Bu da, tanrıya ihtiyacı olmayan bekayı ve düzeni, yani bir nevi doğa kanununu yansıtır.
İmparator’daki Yoda’nın Güç tanımı ise, denklemin bağlayıcı ve koruyucu yönünü karşılar. Bu tanım, sosyal ilişkilere imkan verip bunları kontrol eden, “herkesin herkesle savaşını” engelleyen bir niteliği tarifler. Burada Güç, fiilen kaderi belirleyen bir kuvvet olarak konumlanır: Örneğin, Obi Wan Luke’a ‘kaderinden kaçamayacağını’ söyler. Yine de, kaderi belirleme konumu, en çok Gizli Tehlike’de Qui-Gon Jinn, Anakin’i bulmasının ‘Güç’ün isteği’ olduğunu belirttiğinde vurgulanır. Daha sonra, Anakin, kehaneti gerçekleştirip ve güce denge getirecek ‘seçilmiş kişi’ olarak betimlenir. Bütün bunlar onun kaderidir. Bu bakımdan film, doğa kanunlarının düzene olan ihtiyacını yansıtır. Diğer bir deyişle, ‘Dini imalarına rağmen kaderin işleyişine dair yasa bilimsel bir bakış geliştirir.’(P.Fitzpatrick, 2001)
Yine de bütün bunlardan Güç’ün doğa yasalarının bir biçimi olduğu sonucunu çıkaramayız. George Lucas’ın yarattığı bu zamane miti, Güç’ü modern hukukun konumuna yerleştirir. Bu, modernite öncesi ve modern arasında sıkışmış doğa kanunu tasvirinden çok, düzenle olan dengesine odaklanan modern hukukun temsilidir. Star Wars evreninde,Güç, hukukun ve yasallığın yerini tutar.
Hukukun, düzenle, şiddetle olan doğal ilişkisini ve medeniyeti, toplumu ya da toplumsal düzeni tesis etme yetisini simgeler. Yani, Güç’ün düzenin yetki alanı ve dengeyle olan bağlantısı, modern hukukun medeniyeti ya da sosyal düzeni kurma ve/veya savunma rolleri çerçevesinde değerlendirilmelidir. Fitzpatrick’in de dediği gibi, “Medeniyet, daima saldırı altındadır. Kargaşa, düzeni her zaman tehdit eder.”
Buna göre, medeniyet, aslında dışarıdaki potansiyel bir ‘vahşi diğeri’nin saldırısından ziyade, kendisi gibi ebedi içsel bir vahşinin tehdidi altındadır. Toplumun en küçük parçası ‘Birey de, ısrarcı, inatçı bir vahşetin ve zorba bir medeniyetin talepleri arasında bölünmüştür.‘ Kısaca, hukukun medeniyetle ilişkisi kısmen yabanıllığı kontrol etme ve onunla baş etme yetisidir.
Freud’un “Medeniyet için zaruri olan ilk unsur, adalettir.” sözünden yola çıkarak Star Wars’a geri dönersek, başlangıçta Güç’ün medeniyetle direkt olarak ilişkilendirildiğini görürüz. Tıpkı modern hukukun medenileşme unsurunun bir parçası olması gibi modern, kendisinden önce gelenden ayrıştırılmaya çalışılır. Yeni Bir Umut’da Luke ve Obi Wan ‘ın ilk karşılaşması aynı zamanda Güç’le olan ilk karşılaşmaya referanstır. Luke’a babasının ışın kılıcını veren Obi Wan şunları söyler: “Bu, Jedi Şovalyesi’nin silahıdır. Bir patlama gibi sakar ya da başıboş değildir. Daha medeni bir çağa ait zarif bir silahtır. Bin yıldan fazladır Jedi Şovalyeleri barışın ve adaletin koruyucuları olmuştur. Karanlık zamanlardan, İmparatorluk’tan çok önce…” Bu noktada, Jedi’ların ve silahlarının barışın ve adaletin koruyucusu oldukları daha medeni zamanlarla özdeşleştirildiğini görürüz. Şiddete ait bir öğe olarak silahın medeni bir çağla bağdaştırılması, barışı tesis eden hukukla, o barışı garantileyecek bir unsur olarak şiddete duyulan ihtiyaç arasındaki bağlantıyı güçlendirir. Orijinal üçlemede, Eski Cumhuriyet, medeniyet, barış, düzen ve adaletle ilişkilendirilirken, şimdiki zaman, İmparatorluğun egemenliği ve tiranlığıyla bağdaştırılır.
Bu açıdan bakıldığında, şiddet ve kargaşa, aynı medeniyete ve hukuka karşı olduğu gibi Güç’e de karşıdır. Çünkü hukuk, düzeni getirir ve şiddeti kontrol altında tutar. Başka bir deyişle, şiddetin haklı olmasının koşulu, hukuki düzeni muhafaza etmeye yönelik olmasıdır. Medeniyetin Jedi silahı referansıyla ilişkisi, hukuku şiddetle ve aynı zamanda şiddet karşıtlığıyla bağdaştıran çelişkili bir durum yaratır. İmparator’da Yoda, Luke’a Güç’ün asla saldırı aracı olmadığını sadece bilgi edinme ve savunma aracı olarak kullanılması gerektiğini öğütler. Jediler bireyin özüne yönelimi ve olayları oluruna bırakması gibi barış ve pasifizmle ilintili kavramlarla tasvir edilir.
Fakat aynı zamanda, barışın ve adaletin koruyucuları olarak, Güç’ün düzenini sağlamak amacıyla şiddete de başvururlar. Öncül üçleme, Cumhuriyetin(medeniyetin) daima saldırı altında olduğu bir dünya görünümü çizer. Obi Wan’ın bahsettiği medeni zamanlar aslında ticari anlaşmazlıklar, savaşlar, manüpilasyonlar, suikastlar, senatodaki bölünmelerle doludur. Bütün bunlar, ideal Cumhuriyet’in yozlaştığının göstergesidir. Cumhuriyet’in medenileşmesi süreci, kendisini dışarıdan yok etmeye çalışan “vahşi bir şiddete” karşı gardını almakla geçmiştir.
Bununla birlikte, Fitzpatrick ve Freud’un “Medeniyet, dışarıdan gelen yabanıl bir saldırı altında değildir.” fikrine dönersek, bu çıkarım, yabanıllık ve medeniyetin birbirinden ayrılamayacağını vurgular ve ayrıştırma çabasının da aynı Cumhuriyet örneğinde olduğu gibi, toplumu ve bireyleri daima ilkel bir vahşiliğe dönme tehdidi altına sokarak, şüpheci bir devlet yapısını doğuracağına işaret eder. Bu durum, Star Wars’ta Güç’ün karanlık ve iyi tarafı arasındaki içsel savaşla ifade edilir.
Yoda, Luke’a öfke, korku ve saldırganlığın Güç’ün karanlık tarafına ait olduğunu ve kaçınılması gerektiğini söyler. Yine de, Jedilerin farkında olmadıkları şey, iyi ve karanlık tarafların aslında aynı varlığın iki yanı olduklarıdır. Yani, Jediler de, filmde kötü olarak nitelenen Sithlerle aynı varlığın parçasıdırlar ve her ikisi de ondan güç alırlar. Güç’e denge geleceği kehaneti, Jedilerin 1000 yıllık barış ve adalet düzeni son bulduğunda gerçekleşir. Bu çerçeveden bakıldığında, dengeye ihtiyaç varsa, ona yönelecek hareket şüphesiz ki karanlık taraftan gelmelidir. Ki, öyle de olur.
Bu durum, Obi Wan’ın Sithin İntikamı’nda ortaya attığı “Anakin, kehaneti gerçekleştirmek yerine karanlık tarafa geçti” yorumunun hiç de doğru olmadığını kanıtlar. Anakin’le, iyi Cumhuriyet’den Şeytan İmparatorluk’a geçilmiştir. Anakin, aynı zamanda, iyiyi savunarak (Luke’u kurtararak) kendiyle çelişmiştir. Ancak, bu çelişkiyle Güç’e denge gelmiştir. Kehanet gerçekleşmiştir. Bu da Güç’ün ne iyi ne kötü olduğunu, bilakis aynı anda hem iyi hem kötü olabileceğini gösterir. İyi ve kötü, Güç’ün işleyişi içinde “bir olur.” İkisi, tek bir bütünün altındaki aynı zıtlar birliğinin parçalarıdır. Obi Wan’ın “Jedi’nin Dönüşü”nde belirttiği gibi’ Sıkıca sarılarak güvendiğimiz gerçeklerin çoğu, geniş ölçüde kendi bakış açılarımızın yaratımıdır.”
Kısaca, her bölümde karanlık boşluğa doğru kayıp giden önsöz ne derse desin her şey aslında tek bir evrenin geçmişi ve geleceği ile ilgilidir. İyisi kötüsü, ‘diğeri’ birlik olmalıdır; önyargılar bir kenara bırakılmalıdır; ancak bu şekilde “güce” denge gelir ve “Güç” bizimle’ olur. Başka bir deyişle, ırk, din, dil, zihniyetleri ne olursa olsun farklılıkların varlıklarını sürdürebilmeleri birbirlerinin varlığını kabul edip kaynaşmalarına bağlıdır. Asimile olmadan birlik olmak, özünü kaybetmeden birbirinin içinde yaşamak; artık nasıl mümkün olacaksa... (ZGŞ/YY)
Kaynakça
D. Peters, The Force as Law, Griffith University Press, 1992
Peter Fitzpatrick, Modernism and the Grounds of Law, Cambridge Press, 2001.