1844 yılının Haziran ayında, Sigurður Ísleifsson, Ketill Ketilsson ve Jón Brandsson isimli üç avcı kendilere verilen siparişi yerine getirmek için şimdilerde koruma altında olan İzlanda'nın Eldey adasında karaya çıktı.
Danimarkalı doğal tarih koleksiyoncusu Carl Siemsen’in, artık ender görülen Büyük Dalıcımartı kuşunu doldurup vitrinine koymak için verdiği bu sipariş için Sigurður ve Jón dünya üzerinde kalan son çift kuşu derilerine fazla zarar vermeden öldürdü. Elleri bu büyük kuşun ölüsü ile dolu avcılardan, Ketill ise dünya üzerindeki son büyük dalıcımartı yumurtasını botlarıyla ezip arkadaşları ile birlikte adayı terk etti.
Öldürülen ve kalan son yumurtası kırılan büyük Dalıcımartı bir daha dünya üzerinde görülmedi. Ama bu canlının başına gelenler diğer bir çok martı türünün de başına geldi; gelmeye de devam ediyor.
Bu olaydan tam 175 yıl sonra, bu sefer dünyanın en güneyinde, kırmızı gagalı martı ve boncuk gözlü martı gibi yerel türler de dahil olmak üzere, birçok martı türünün yaşadığı Yeni Zelanda’nın martılarının sayısında 1960’dan bu yana yüzde 60 ile yüzde100 (tamamen) oranında düşüş olduğu ortaya çıktı. Geriye sadece 68 bin martının kaldığı tahmin ediliyor.
Sebep ise insan faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan yıkıcı değişim. Bu durum da sadece martılar ile alakalı değil.
*Megafauna’da Yokoluş
(John Gould / Public Domain)
Geçtiğimiz hafta Journal Conservation Letters adlı bilimsel dergide yayımlanan son çalışmaya göre, insanların başta et için yapılan avcılık olmak üzere çeşitli sebeplerle gerçekleştirdiği eylemlerinden ötürü, “megafauna” olarak tanımlanan büyük canlıların oranında büyük bir düşüş olduğu ortaya çıktı.
Araştırmada incelenen, aralarında Afrika fili, dev Çin semenderi, balina köpek balığı ve çeşitli gorillerle gergedanların da bulunduğu 300’e yakın türün yüzde 70’inde popülasyon azalması görüldüğü, beşte üçünün ise yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu ortaya çıktı.
Bu yaşanmakta olan yıkım sadece bilimsel raporlarda yer alıyor değil; aynı zamanda, gittikçe artan sayıda habere de konu olmaya devam ediyor.
Geçen hafta Hindistan’da evleri şeker kamışı plantasyonlarına yer açmak üzere yok edildiği için kasabalara kadar inen leoparlardan sonra şimdi de, Rusya’nın Kuzey Kutbu’na yakın Novaya Zemlya takımadalarında karınları aç olan çok sayıda kutup ayısının şehir merkezine indiği haberi geldi.
İnsanların yaşadığı şehir merkezine inerek çöpleri karıştırmaya başlayan, boş buldukları binalarda takılmaya başlayan 50’yi aşkın sayıda kutup ayısı yüzünden bölgede acil durum ilan edildi.
Entomofauna’da yokoluş
(Courtesy of Entomologisher Verein Krefeld)
Fakat yine geçtiğimiz hafta yayımlanan yeni bir araştırma, belki çok daha da büyük bir felaketin yaklaşmakta olduğunu gösteriyor.
The Guardian gazetesinden Damian Carrington’un özel haberine göre, 'Biological Conservation' dergisinde yayımlanan bu araştırmada, dünyanın birçok bölgesinde böcek aleminde (entomofauna) muazzam bir azalma olduğu ortaya çıktı.
73 araştırma temel alınarak hazırlanan bu meta-analizde, 25-30 yılda böcek popülasyonunun yılda yüzde 2,5 oranında azaldığını ortaya çıkarken, sadece 50 yıl içinde tüm böcek kitlesinin yarısının, 100 yılda ise tamamının kalmayabileceği söylendi.
Uzmanlar, yeryüzündeki birçok canlının besin zincirindeki en temel gıdası olan böceklerin yokoluşunun, böcekle beslenen sayısız başka canlının yokoluşlarını tetikleyerek ekosistemi hızla çöküşe sürükleyeceği uyarısını yapıyor.
Açık Gazete’den Ömer Madra’nın aktarımıyla bu durumun başlıca iki sebebi şu şekilde sıralanıyor:
Birinci sebep: Entansif endüstriyel tarım: Yani bütün o kimyasallar: suni gübreler, sentetik böcek öldürücüler (pestisitler), otkıranlar (herbisitler), neonikotinoid ve fipronil denen 'ilaç'lar toprağı steril yani kısır hale getiriyor ve börtü böceği öldürüyor. Tabii, bunları imal edip satarak fantastik kârlar edenler, siyasi karar alıcıları da her türlü kamusal denetimden uzak tutanlar, zengin ve güçlü kimya ve ilaç şirketleri.
İkinci sebep: İklim değişikliğinden dolayı meydana gelen küresel ısınma. Endüstriyel tarımın henüz girmediği, dolayısıyla kimyasalların pek kullanılmadığı tropik bölgelerde de, istikrarlı koşullara uyum sağlamış böcekler, değişim gösterme yeteneğine hemen hiç sahip değiller, havaları ve suları ısınınca adapte olamıyor ve kitlesel yokoluşa gidiyorlar.
"Antropofauna”*da Yokoluş
(AP Photo/UNRWA)
Ekosistemin küçükten büyüğe çöküşü ise sadece uzak ve tropikal ormanlardan ibaret değil. Aynı zamanda insanların yaşam alanlarının tam ortasında etkisini göstermeye başlayan yıkıma dair uyarıları içeren bilimsel raporlar da geçtiğimiz hafta haberlere konu oldu.
İngiltere’de araştırmalar yürüten Institute for Public Policy Research adlı düşünce kuruluşunun geçtiğimiz günlerde yayımladığı, “Bu bir krizdir: Çevresel Çöküş Çağı ile Yüzleşmek” başlıklı raporda, ana akım politikaların insanların çevre üzerindeki yıkıcı etkisini kavramakta başarısız olduğu ve çevresel krizin toplumların sosyoekonomik istikrarını tehdit edecek kritik seviyeye geldiği açıklandı.
Rapor insan faaliyeti sonucu ortaya çıkan sera gazı emisyonlarının neden olduğu iklim değişikliği tehdidine dair uyarıyı içermekle beraber, yine insan faaliyetlerinden ötürü biyo-çeşitlilikteki azalma, okyanuslardaki asitlenme, arazi bozunumu, yüksek seviyede fosfor ve nitrojen akışı, ozon tabakasındaki incelme, kara ve hava kirliliği gibi canalıcı konuların dünyanın sistemsel bir çöküşe sürüklemesine neden olduğu belirtiliyor.
Sistemsel çöküşün etkilerinin altyapıda, pazarlarda, politik süreçlerde, sosyal bütünlükte ve küresel işbirliğinde etkileri görülebileceği ve bunların da beraberinde ekonomik çöküşler, çatışmalar, açlık ve büyük ölçekli zorunlu göçler getirebileceği belirtiliyor.
Tıpkı şimdi ve burada yaşamakta olduğumuz ve bizzat sebep olduğumuz müşterek felaketlerimizde olduğu gibi… (CT/HK)
* Bu terimi literatüre kazandıran Ömer Madra’ya teşekkürü bir borç bilirim.