İstanbullular başta olmak üzere, Türkiye’nin son günlerdeki tartıştığı konu, İstanbul’u ortadan ikiye bölecek olan proje. Yani Kanal İstanbul.
Gerekçesi; iklim krizinin başlıca sorumlulardan petrol! Ya da bu petrolü taşıyan gemilerin daha rahat ve hızlı hareket edebilmesi.
Sonucu; iklim krizinin başlıca sorumlularından beton! Ya da ortaya çıkarılacak rant ile beraber inşaat sektörünün ayakta tutulmak istenmesi.
İşte bu gerekçe ile sonucun bir araya gelmesi ile de, ekolojik yıkım ve iklim değişikliğinin bütünleştiği ölçeği de, etkisi de oldukça büyük olması muhtemel bir felaketle karşı karşıya kalıyoruz.
Havaya Bağlı Her Şey köşesinde bu hafta, bu neden ve sonuç ilişkisi üzerinden toplumun farklı kesimlerinden yapılan açıklamalara ve bilimsel gerçeklere yer veriyoruz.
* Fotoğraf: AA
İktidar kanadından tarafından açıklamalar:
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Cahit Turhan, İstanbul Boğazı'ndan petrol başta olmak üzere geçen tehlikeli yük miktarının 150 milyon tonu aştığı, küresel petrol ticaretinin önemli bölümüne Karadeniz ve Marmara Denizi'nin ev sahipliği yaptığını söylüyor.
Bakan, bu yüksek deniz trafiği sonucunda oluşacak herhangi bir kazanın, sonuçları artık katlanılamayacak düzeyde olmaması için Kanal İstanbul Projesi'nin yapılmasının, İstanbul Boğazı'nın geleceği için artık bir zaruret halini aldığını söylüyor.
Muhalefet tarafından yapılan açıklamalar da aynı konuya dikkat çekiliyor:
CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve arkadaşlarının imzasıyla TBMM Başkanlığı'na sunulan araştırma önergesinin gerekçesinde, İstanbul Boğazı'nı, petrol tankerlerinin zararlarından koruyacağı ve kanaldan geçişin paralı olması nedeniyle yüksek kazanç elde edileceği düşünceleriyle "Çılgın Proje" olarak adlandırılan Kanal İstanbul Projesi için çalışmaların başladığı belirtildi.
* Fotoğraf: AP
Akademi de aynı vurgu yapıyor:
Bilkent Üniversitesi Enerji Politikaları Araştırma Merkezi (Bilkent EPAM) Direktörü Prof. Dr. Hakan Berument, Rusya ile Hindistan'ın bu anlaşmayla 13 milyar dolarlık bir iş birliğine imza attığını ifade ediyor ve şunlar söylüyor, "Rus petrol şirketi Rosneft, Hindistan'ın Essar Oil şirketinin yüzde 49 hissesini satın aldı. Bu anlaşmanın hayata geçmesiyle Rusya'nın Karadeniz limanlarından Hindistan'daki Vanidar Rafinerisi'ne gidecek ham petrol hacmi artacak. Bu sevkiyat diğer rotaların maliyeti artırması nedeniyle Türk boğazları üzerinden yapılacak."
Mevcut durumda bile İstanbul Boğazı'ndaki tanker trafiğinin tehlike oluşturduğunu vurgulayan Berument, "Rusya'dan Hindistan'a yapılan petrol sevkiyatının artmasıyla bu tehlike daha da büyüyecek. Araştırmamızda Rusya ile Hindistan arasında oluşacak petrol ticaretini farklı senaryolarda inceledik ve bu senaryoların tümünde Kanal İstanbul projesinin gerekliliğini açıkça gördük. Bu nedenle Kanal İstanbul'un zamanlamasının doğru olduğunu düşünüyoruz." değerlendirmesinde bulunuyor.
* Fotoğraf: AA
Geçmişte de (2011) sivil toplumun önerisi bu petrolün rahat akışı üzerinde temelleniyordu:
Kanal İstanbul’un ilk kez gündeme geldiği günlerde (2011) Deutsche Welle Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Mimarlar Odası İstanbul Şubesi’nden Mücella Yapıcı, “O mantıklı bir şey değil. Boğaz biliyorsunuz kaç kilometre, burada 150 metre yerde aynı trafiği taşıyacaksanız. Boğaz’dakiler insan da oradakiler başka yaratıklar mı yani? Aynı tehlikeyi bu tarafa da taşıyacaksanız. Onun için sonuçta tankerlerle değil, petrol boru hatları ile petrol sevkiyatının yapılması gerekiyor. Bu Boğaz’ı kurtarmak için mantıklı değil. Oradakiler can da buradakiler patlıcan mı?” ifadelerini kullanıyordu.
Hatta her “stratejik” konuda fikrine danışılan emekli generaller bile bu vurguyu yapıyor. Hem de başka çılgın projeleri önererek.
Sputnik’e değerlendirmelerde bulunan Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz petrol için kanalı değil, Anadolu'yu boydan boya geçecek olan bir petrol boru hattını şu sözlerle öneriyor;
“Kanal İstanbul’a ana neden olarak İstanbul Boğazı’ndan geçen gemi sayısı gösteriliyor. Bunda ciddi bir düşüş var. 2005 yılında geçen gemi sayısı 51 bin bugün 45 bin. Benzer şekilde 2005 yılında gemilerin yarısı neredeyse tehlikeli yük taşırken, 2006’da Bakü-Tiflis-Ceyhan’ın yapılmasıyla bu oran üçte bire düştü. Günde 20 civarında tanker geçiyor. Eğer Samsun-Ceyhan gibi Anadolu üzerinden geçen bir petrol boru hattı yapılırsa, geçen tanker sayısı dörtte birine düşer. Bu hem çok daha ucuza mal olur hem de bölgemize daha çok istikrar sağlar.”
* Fotoğraf: AA
Kanal İstanbul’un “sonucu”: Betonun bolca dökülmesi
Geçtiğimiz 2018 yılının Ekim ayında İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nde, Kanal İstanbul'un çevresinde yeni yerleşim alanının planlamasına ilişkin, protokol imzalanması teklifi oy çokluğu ile kabul edilmişti.
Buna göre, Kanal İstanbul'un çevresinde kurulacak yeni yerleşim alanında İBB ve İSKİ'ye ait taşınmazlar Kanal İstanbul projesi için tahsis edilecek. Sazlıdere Barajı içme suyu rezervinden çıkartılacak. İBB, proje alanında kanalı kesen altyapı ve ulaşım sistemlerini yenileyecek ya da taşıyacak, proje alanının altyapı ve ulaşım sistemlerini yapacaktı.
Kanal ve çevresinde, bolca yol, kavşak, raylı sistem, alt yapı ve üst yapı donatıları ile arsa üretimi ve geliştirilmesi çalışmaları gerçekleştirilecekti.
AA’dan Lale Bildirici’nin haberine göre, arsa üretimi ve geliştirme alanlarını Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ile TOKİ birlikte belirleyecekti.
Artık bu ifadeler geçmiş zaman eki ile yazılmakta. Çünkü İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu, Kanal İstanbul projesi için iki bakanlık ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi arasında imzalanan bu protokolden çekildiklerini açıkladı.
Sabah gazetesinin 2015 tarihli haberine göre, yeni şehirdeki nüfus yoğunluğu ise 1.2 milyondan 500 bine çekilerek, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Yüksek bina olmasın" talimatı üzerine, bina yüksekliği 6 katla sınırlandırarak, her iki yakada 250'şer bin nüfusun yer alması kararlaştırılmıştı.
Bu kararın durumu İBB’nin protokolden çekilme kararının ardından meçhul bir hale geldi.
Ama yapıldığı takdirde çeyrek milyon insan için yeni konutlar ve altyapı sistemleri için rekor sayıda betona ve türevi malzemeye ihtiyaç duyulacağı açık bir gerçek.
* Fotoğraf: theneweconomy.com
Petrol akınca ve Çimento dökülünce
WWF’in verilerine göre, aynı zamanda iklim krizinin de nedeni olan küresel ölçekte birincil enerji talebinin yüzde 27’si kömürden sağlanırken, enerji kaynaklı sera gazı emisyonlarının yüzde 43’ü kömür kaynaklıdır. Kömürü yüzde 36 ile petrol, yüzde 20 ile doğalgaz takip eder.
ABD merkezli İklim Hesap Verilebilirliği Enstitüsü'nün verilerine göre, aralarında BP ve Shell'in de bulunduğu 20 şirket, 1965'ten 2017'ye kadar 480 milyar ton karbondioksite eşdeğer sera gazı üretti. Bu rakam, aynı süre içindeki karbon emisyonlarının yüzde 35'ine karşılık geliyor.
Bu 20 şirketten 17’si İstanbul Boğazı yetmediği gerekçesi, ekolojik bir yıkım manasına da gelen Kanal İstanbul üzerinden tankerlerle akıtılmak istenen petrolü arayan, çıkaran ve taşıyan şirketler.
İngiltere merkezli düşünce kuruluşu Chatham House’a göre de, dünyaya salınan toplam karbondioksitin yüzde 8'i çimento kaynaklı olduğunu belirtiliyor.
Betonun en temel bileşeni olan çimentonun iklim krizine yaptığı %8’lik bu katkı küçük bir oran da değil. Çimento sektörü şayet bir ülke olsaydı, bu yüzde 8’lik karbondioksit salımı ile Çin ve ABD'den sonra üçüncü sırada yer alacaktı.
Bilim insanları tarafından üzerine inşa edilmesi istenen bölge ve civarındaki yaşam alanları için bir felaket olarak tanımlanan Kanal İstanbul projesi hem yapılma gerekçesi, hem de yapım süreci ile birlikte dünyayı topyekun bir yok oluşa sürükleyen iklim krizini tetiklemekte.
Gezegen üzerindeki bu hayati krize neden olan fosil yakıtların rahatça geçişinden bir an önce vazgeçmek, hem de bu krizin sorumlusu olan biz insanların yaşam tarzlarımız ile artık daha zarara neden olmamızın önüne geçmek için Kanal İstanbul fikrinden vazgeçilmelidir. Petrol yer altında bırakılmalı ve sürdürülebilir barınma yöntemlerine kaynak sağlanmalıdır. (CT/TP)