Ölümlü "iş kazaları" size ne hissettirir bilmiyorum ama duyduğum her maden kazasının yüreğimde bıraktığı acı ve çaresizlik tarifsizdir. Bir maden işçisinin kızı olarak, soluk benizli, sürmeli gözlü maden işçilerinin arasında büyüdüm.
Onların çalışma koşullarına çok yakından tanıklık ettim. Mühendislik okuduğum yıllarda stajlarımda maden ocaklarına inip, kömürden kapkara olmuş ellerimizle yemeklerini paylaşma fırsatım da oldu.
Benim için çocukluğumun gençliğimin geçtiği, politik - muhalif kimliğimin temellerinin atıldığı şehrin adıdır, madenciler şehri Zonguldak.
İlk mitinge katıldığım, ilk polis copunu ve tokadını yediğim, polis tarafından arandığım, takip edildiğim, gözaltına alındığım, afişleme yaptığım, bildiri dağıttığım, açlık grevine yattığım ve üniversiteden uzaklaştırma aldığım şehirdir madenciler şehri Zonguldak.
Büyük madenci yürüyüşü
Şanslıydım, lise yıllarım, 1990-91 büyük madenci grevine tanıklık eden döneme denk geldi.
Dönemin Başbakanı Turgut Özal'ın koltuğunu sallayan, sermayenin yüreğini hop oturtup, hop kaldıran büyük madenci yürüyüşüne hazırlanan şehirden geriye hayatımda hiç unutamayacağım kareler kaldı.
Grev boyunca babamla, annemle bazen de okuldan kaçarak arkadaşlarımızla takıldık madencilerin peşine.
Birlikte kilometrelerce yol teptik. Ta ki, beş gün güren büyük yürüyüşe kadar. Ağladım, sızladım, yalvardım ama babam 17 yaşındaki kızını yanına almaya cesaret edemedi.
Grevle yatıp grevle kalkan bir şehirde birlikte coşup, birlikte üzüldük. Günlerce, okulda evde, yolda, arkadaş sohbetlerinde grev konuşuldu. Bir şehrin nasıl siyasallaştığına olduğuna tanık oldum.
1992 Kozlu: 263 madencinin katli
Maden mühendisliği okumaya başladığımın ilk yıl, bir haber düştü evimize, akşam vardiyasında çalışan babam vermişti...
Kötü haberin hızlıca şehri dolaştığını bilen babam, "Kozlu'da patlama oldu beni iyiyim, merak etmeyin" diye haber etmişti. Sabahı zor ettik.
3 Mart 1992, İngiliz romanlarında tasvir edilen grilikte yağmurlu bir gün, patlamanın ve facianın büyüklüğünü bilmeden arkadaşlarımızla buluşmak için okula geldim.
Okulun hemen yanında, patlama noktasından kilometrelerce uzakta, yeraltındaki ocakların havalandırılması için kullanılan havalandırma bacasından simsiyah bir duman çıkıyordu, yeraltı yanıyordu.
Kampusun üstünü simsiyah bir duman, is kaplamıştı. Bir anda eliniz yüzünüz çıkan isten kapkara oluveriyordu. Bu tablo bile vahşetin boyutlarını gözle önüne seriyordu. Havalandırmadan, o duman günlerce çıkmaya devam etti. Yani, yer altı günlerce yandı.
Koştuk Kozlu'ya, herkes koştu. Sanki ne kadar hızlı gidersek birini kurtarabilirmişçesine.
Ocak çıkışında her yer ana baba günü, donmuş, ifadesiz, umutsuz ve çamur içinde bir bekleyiş. 1. gün, 2. gün, 3. gün gittik, geldik patlamanın olduğu ocağın girişine. Gidiş gelişimiz azaltacağına arttırmıştı sanki ölümleri.
Nihayet ölümler, 263'te durdu.
Günlerce yattığımda, yatağımda ağladığımı hatırlıyorum, yaşadıklarımın etkisiyle; onlardan biri babam olabilirdi.
263 baba gibi.
İsyan öfke, keder her şey birbirine karışmıştı. Daha bir yıl önce, grevin coşkusuyla caddelerin dolduğu şehrin her köşesinde, artık keder, acı ve gözyaşı vardı.
Taşeronla gelen ölümler
O günden bugüne çok şey değişti, Zonguldak'ta, madenlerde, 40 binlerden 10 binlere indirildi sendikalı işçi sayısı ve taşeronlar madenlerde cirit atar oldu. Ama değişmeyen tek şey madenlerden gelen ölüm haberleri oldu, hem de artarak.
Daha iki yıl önce, 2010 yılında Yapı-Tek taşeron firmasında çalışan 30 işçinin, yerin 540 metre altında grizu patlaması sonucunda ölümüne ve devletin kalan son iki işçinin çıkartılmasındaki acizliğine tanıklık ettik.
Kazadan sekiz ay sonra işçilerin cenazeleri ailesine teslim edilebilmişti. Aynı yıl, bütün dünya Şili'de göçük altında kalan 33 madencinin 69 gün sonra canlı olarak kurtarılışını seyretti.
7 Ocak 2013'te bu sefer Star İnşaat isimli taşeron firma... Sendikasız, güvencesiz taşeron işçileri ve yine işçi güvenliğinden yoksun bir çalışma ve gelen ölüm.
Şimdi ardınızdan isimlerinize bakıyorum; Hüseyin Kürekçi, Hasan Bozacı, Muharrem Yapıcı, Yüksel Koca, Ahmet Şekerci, Satılmış Arslan, Köksal Kadıoğlu, Muhsin Akyüz hepsiniz ne kadar tanıdık geliyorsunuz bana, daha önce madenlerde iş cinayetinde aynı kaderi paylaştığınız yüzlerce maden işçisi gibi.
İş kazaları önlenebilir kazalardır. Ağır ve tehlikeli işkolu olan ve uzmanlık gerektiren bir işkolu taşerona bırakılmamalıdır. Madencilerin hayatı, kar hırsına kurban edilemeyecek kadar değerlidir.
2000-2009 yılları arasında Türkiye Taşkömürü Kurumu'nda 63 ölümlü kaza meydana gelmiş ve 75 işçi hayatını kaybetmiş.
Yine, ulaşabildiğimiz başka bir veriye göre ise, 2012 yılı içinde Türkiye genelinde maden ocaklarında meydana gelen 132 iş kazası kayıtlara geçmiş, ölen işçilerin sayısı 77, yaralı sayısı 216 olarak belirtilmiştir. Bu bir yıl içinde meydana gelen ölümlü kazalarda Zonguldak maden havzası içerisinde ölen işçi sayısının 16 ve birçoğunun taşeronda çalışan işçiler olduğu görülüyor.
Bu ölümler Başbakan'ın dediği gibi ne "işin fıtratında var", ne dönemin Çalışma Bakanı Ömer Dinçer'in dillendirdiği gibi "güzel ölümdür", ne de AKP Denizli Milletvekili Nihat Zeybekçi'nin dediği gibi "medeniyetin göstergesi". Bu ölümler, AKP'nin sendikasız, örgütsüz, iş güvenliğinden yoksun, ucuz işçi çalıştırma anlamına gelen taşeron firmaları yaygınlaştırma politikasının sonucudur.
Bu ölümler ve ardından sarf ettiğiniz bu sözler, sizin işçi düşmanı politikalarınızdan sonra, düşmanlığınızın dilinize vurduğunun da göstergesidir. (NG/HK)