3 Mart 1992 Kozlu maden ocaklarında 263 maden işçisinin katledildiği gün. 1990 madenci grevinde tarih yazan 263 madenci umutları, hayalleri ile birlikte hayattan kopartıldı. 263 işçinin, çocuklarının, eşlerinin ve sevenlerinin yaşamları, hiç tahmin edemeyecekleri bir şekilde, keder ve açıyla değişti. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Olmadı da onlar için.
8 Mart Kadınlar günü nedeniyle kaleme aldığım ve işçi mücadele tarihinde önemli bir dönüm noktasını oluşturan 1990 madenci grevinin ve kadınlarını yazdığım bu yazıma, yaşadığımız en büyük işçi katliamlarından biri olan 263 maden işçisini anmadan başlayamadım. Bu ölümle kol kola yaşam, hayatlarından başka kaybedecek bir şeyleri olmayan maden işçilerin, sınıf mücadelesindeki anlamlı yerini açıklayan nedenler arasındadır.
Sokaklar erkeklerin, evler kadının
Kozlu katliamından yaklaşık iki yıl önce, ANAP hükümetinin, TTK’nın zarar ettiği, maden ocaklarının kapatılmasına/küçültülmesine yönelik söylemlerinin ayyuka çıktığı, kömür alımının yurtdışından yapılmasının daha karlı olduğu açıklamalarının yapıldığı dönemde, Genel Maden İş sendikası ve hükümet arasında devam eden toplu iş sözleşmesinin tıkanmasıyla, 30 Kasım 1990 tarihinde yaklaşık 80 bin maden işçisi sendikanın kararı ile greve başladı.
Grevin ilk günlerde sokaklar asıl olarak erkeklerindi. Tarihte, mücadelenin keskinleştiği, geleneklerin göreneklerin ve onu besleyen toplumsal yapının kadınları dört duvar arasına kapatmakta yetersiz kaldığı dönemler var. Sadece erkeklerin çalıştığı bir şehir olan madenci şehri Zonguldak’ta da kadınlara çocuk doğurup, bakmak, beslemek düşerken, tüm kenti saran grev /eylem havasının işçi eşlerini daha fazla evde tutması mümkün olmadı. Çünkü açlık ve yoksulluk en çok kadınları vuruyor. Evde tutulmaya çalışan kadınlar, sokağa çıkmışlar, mücadelede olması gereken yeri almışlardı. Grev sürecinin ortaya çıkardığı ekstra yokluk, şehirde oluşan atmosfer, heyecan daha fazla onları evde tutamamıştı.
Elbette evdeki kadının, kocasının işine, çocuklarının geleceğine sahip çıkmak için bile sokağa çıkması o kadar da kolay olmuyor. Kendileriyle, eşleriyle ve toplumun diğer kesimleriyle büyük bir mücadele vermek zorundaydılar.
Grev sürecinin yarattığı yokluk ile kadınların yaşadıkların mücadelelerini, madenci eşi olan annemden dinleyelim, “madencilik öyle diğer işlere benzemez, bizler hep yüreğimiz ağzımızda yaşıyorduk.
Sabah eşlerimizi işe gönderdiğimizde akşam eve döner mi dönmez mi bilmiyorduk. Sürekli bir tedirginlik hayatımıza hakimdi. Uykularımız bölük pörçük bir yaşamdı bizimkisi.
Bizler, işçi aileleri birikimleri olan onunla bir süre idare edelim diyen insanlar da değildik. Maaşın bir ay olmaması aç kalmamız anlamına geliyordu. Grev başlamıştı.
Biz, evi olanlar şanslıydı. Birde kira derdiyle uğraşmıyorduk. Greve başlamadan önce komşularla birlikte un, patates, soğan gibi temel maddelerden fazlasıyla aldık.
Aileler genelde kalabalık, ekmekle başa çıkmak mümkün değil. Kısa süre içinde evde tüp de bitmişti.
Her sabah saat 5’ de kalkmaya başladım. Dört çocuk okula gidecek, kahvaltı edecek. Sobayı yakar, çay demler, sobanın üzerinde ekmekleri ısıtıp sizleri kaldırırdım. Hava yağmurluysa, tüm yemekler sobada yapılır, güneş varsa kapıya yaktığım ateşte pişerdi yemekler. Zaten zor olan hayatımız o dönemde daha da zorlaşmıştı. Pazara gitme şansımız yoktu eldeki parayı idare etmek zorundaydık. Çevremizdeki bakkallardan, pek çok şeyi sonra ödemek üzere borç alıyorduk.
Komşular arası yardımlaşmanın arttığı dönemlerdi. Grev ne kadar sürecek bilmiyorduk. Dikkatli davranmak zorundaydık. Çocuklar okula gidiyor, hayat devam ediyordu.
Bazı günler, sendikanın aldığı karar gereği çocukları okula göndermiyorduk. Hayat o günlerde neredeyse tamamıyla duruyordu. Çocuklarımızın evde dışarıda yaşadığı sıkıntıları çözmek biz kadınlara düşüyordu. Her şeyi kocalarımıza anlatamıyorduk. Moralleri bozulmasın diye. Bir yandan eşimize destek olmak, evdeki sıkıntılarla onları sıkmamak için çaba harcıyor diğer taraftan yokluğu çocuklara yansıtmamak için elimizden geleni yapıyorduk ama bunu her zaman başaramıyorduk.
Bizler pek ortada görünmüyorduk ama grevin bütün yükünü omuzlanmıştık aslında. Gerçekten zor günlerdi. En büyük desteği de mahallede biz kadınlar birbirimizden alıyorduk. Hepimiz aynı durumdaydık. Yokluğumuzu paylaşıyorduk.
Kadın başına eyleme
Benimde lise son sınıfta okuduğum döneme denk gelen grev sürecinde, biz okullu genç kızlar annelerimize göre daha şanslıydık, yürüyüşleri izleme, kısmen de katılma hakkımız vardı. Bu nedenle ne ben nede kız arkadaşlarım babalarımızdan tepki almıyorduk. Hatta okulu kırıp gizli gizli gittiğimiz eylemlerde babamız, akrabalarımız tarafından yakalandığımızda korumaya alınıyor, sonrasında espri malzemesi bile oluyorduk. Ama annem ve nice annelerin başlangıçta eylemlere gitmeleri yasaktı. Şimdi dönüp sorduğumda anneme neden? “grevin ilk günleri, yürüyüşlere katılmak aklımıza gelmiyordu.. biz de bizim işimiz değil diye düşünüyorduk. Ayıp gibi geliyordu bize kadının sokakta o şekilde yürümesi. Ne olduysa merak, endişe tüm “ayıpların” üstesinden geldi. Bizler gidelim diye can atmaya başladık. Çünkü sürekli haberler geliyor, merak ve endişeleniyorduk acaba bir şey olacak mı? Başlarına bir şey gelir mi diye. 80’i yaşadık. Korkularımız hala yerindeydi. Grev olacaktı ama sonra ne olacaktı. Bilmiyorduk. Bizleri rahatlatacak tek şey onların yanında olmaktı. Ama babana her bende geleyim dediğimde, orda kadın yok ki, seni nasıl götüreyim diyordu. Bende kadın başıma gidemezdim”.
O dönemin kadınları, kadın başlarına ancak yakın komşularına, pazara gidebilirlerdi. Eyleme mitinge gidemezlerdi. “Ayıptı”, başkaları ne derdi? Eylemler, mitingler, grevler erkek işiydi. Dönemin Genel Maden iş Sendikası’nın yöneticilerinin de grev başlangıcında işçilere, eşlerinizi çocuklarınızı alın gelin diye bir telkini yoktu. Kadınlar “akıllarına” gelmemişti.
Kadınların eylemlere katılmaları süreç işiydi. Ta ki, kadınlarında artık mahallelerde bir araya gelip yapılan eylemlere katıldıkları haberleri yayılıncaya kadar. Kadınlar, kocalarından azar işitme hatta dayak yeme riskini göze alarak düzenlenen yürüyüşlere katılmışlardı. Yine annemin yapılan eylemleri ilk katılışı, mahalleden üç-beş kadınla olmuştu. Yavaş yavaş madenci grevinin eşleri, daha çok ve artarak ellerine aldıkları boş tencere, pazar torbaları ile eylemlerdeki yerlerini aldılar. Bir süre sonra eylemlerin aranan simaları haline dönüşmüşlerdi. Bu kadınlar başlangıçta, siyasi bilinçleri olan kadınlar değildi. Onların isyanları tamamen pratik yaşımın zorluklarından kaynaklıydı. Hatta çocuğunu okuma yazması bile yoktu. Ancak pratik yaşamın zorlukları onları, mevcut iktidarla karşı karşıya getirmiş, işlerine, ekmeklerine dokunan dönemin Özal iktidarının baş düşmanı haline gelmişlerdi. Öfkeleri bir iktidarı yerle bir edecek kadar güçlüydü.
Kadınlar grevin en renkli ve yoksulluklarını en iyi yansıtan kesimdi. Bu kadınlardan beş gün süren madencilerin Ankara yürüyüşüne katıldı. Yurtiçinden ve yurtdışından gelen destekler muazzamdı. Erkek egemen zihniyet Büyük Ankara yürüyüşünde de kendini göstermiş, Genel Maden iş sendikasının Genel Başkanı Şemsi Denizer’in yolda kadınları evlerine gönderme önerisi sert bir şekilde kadınlar tarafından geri çevrildi. Kadınlar verdikleri yanıtla, erkek egemen zihniyetin kadınları “ koruma adı altında” kontrol altına alma, sınırlama çabasını boşa çıkartıldı. Kadınlar, sonuna kadar yola devam edeceklerini sendika başkanına isterse kendisinin erkeklerle geri dönebileceğini söylediler. Öylede yaptılar. Yürüyüşün 5. gününde tüm işçiler Mengen’den geri döndürüldü. Bir süre sonra 6 Şubata sözleşme imzalandı. Hayat rutine döndü. Kadınlar eski toplumsal rollerine geri döndüler, erkeklerde öyle. İşine ve geleceğine ekmeğine sahip çıkmak için sokağa çıkılır bilinci ve birazda 80’lerin yarattığı korkular bir nebze dağılmış olarak. Artık sokaklar işçilerin ve kadınlarındı. 1990 Madenci Grevi 1980 sonrası darbenin ardından uzun bir süre sokağa çıkamayan işçilerden muazzam bir kalkışmaydı. Ancak, sendikanın peşinde hareket eden işçilerin kalkışması Mengen barikatında, Genel Maden İş Sendikası önderliğinde sonlandırıldı. O barikatı yıkacak başka bir irade ortaya çıkamadı.
Herkes gibi hala merak ediyorum, Mengen’de kurulan o barikat yıkılsaydı. Neler olurdu memlekette? Kadınların hayatlarında neler değişirdi? Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz…