Yazının Kürtçesi için tıklayın
Cumhurbaşkanı Türkiye’ye sığınan Suriyelilere vatandaşlık hakkı tanınacağını beyan etti. Ardından da TOKİ’nin boş binalarının verilebileceğini açıkladı.
Sayın Erdoğan bu girişimi, devletimizin Suriyeli komşularımıza karşı insani amaçlarla ve iyi niyetle planladığı bir uygulama olarak değerlendirdi.
İlk bakışta insana heyecan veren, göz yaşartıcı asil bir davranış… Ama Türkiye’de evsiz barksız on binlerce aile açıkta yaşarken kısa süre önce ülkemize gelen Suriyelilere öncelik verilmesi düşündürücü…
Öte yandan bu insanlara henüz iltica hakkı tanınmadan ve bu kimlikle belli bir entegrasyon süreci yaşamalarına olanak sağlanmadan birden bire vatandaş olarak tanınacaklarının açıklanmasında iyi niyeti ve insana olan saygıyı aşan başka nedenlerin de etkili olabileceğini düşündürmektedir.
Cumhuriyetin kuruluşundan başlayarak Kürtlerin asimilasyonu devletin bir numaralı sorunu olarak bugüne kadar devam etti. Başlangıçta Kürtlere karşı sürgün ve dağıtma yöntemiyle açık bir asimilasyon politikası uygulandı.
1925 tarihli Şark Islahat Planı ve 1934 tarihli Mecburi İskân Kanunu bu amaçla uygulanmıştır. Bu kanunun 11-A ve 13/3 maddeleri açıkça Kürtlerin büyük nüfusu içinde dağıtılarak asimile edilmelerini sağlamayı amaçlayan hükümler taşımaktadır. Bu maddeler şöyledir:
“Madde 11-A: Anadili Türkçe olmayanlardan toplu olmak üzere yeniden köy ve mahalle, işçi ve sanatçı kümesi kurulması veya bu gibi kimselerin bir köyü, bir mahalleyi, bir işi veya bir sanatı kendi soydaşlarına inhisar ettirmeleri yasaktır.
Madde 13/3: Türk ırkından olmayanların serpiştirme suretiyle köylere ve ayrı mahalle veya küme teşkil edemeyecek şekilde kasaba veya şehirlere iskânları mecburidir.”
Bu hükümler Mecburi İskân Kanununun Kürtleri Türkleştirerek asimle etmek amacıyla çıkarılıp uygulandığını göstermekte. Ne var ki, kanun 1946’da yürürlükten kaldırılınca, Kürtler eski topraklarına geri döndü ve kanunun nihai amacı gerçekleşemedi.
27 Mayıs darbesini yapan Milli Birlik Komitesi de Kürtleri asimle etmek için aynı nitelikte bir tasarı hazırladı. Tasarı Devlet Başkanı Gürsel’in de onayından geçti. Ancak 1961’de seçimler yapılınca kanunlaştırılamadı ve tasarı Birinci İnönü hükümetinde devredildi.
Gazeteci Can Dündar bu belgeyi Ecevit’e ait özel dosyada buldu ve yayınladı. Tasarı “Bölgenin kendilerini Kürt sananlar lehindeki nüfus strüktürünün Türk lehine çevirmek için, Karadeniz sahillerindeki fazla nüfusla memleket dışından gelen Türkleri bu bölgeye yerleştirmek, bölgede kendilerini Kürt sananları bölge dışına hicrete teşvik etmek ve bu hicreti finanse ederek memleketin Türk çoğunluğu bulunan yerlerine iskân etmek” gibi radikal önlemleri öngörmekteydi. Bu önerilerin Kanunlaşarak uygulanması halinde milyonlarca insan yer değiştirmeye zorlanacak ve Türkiye’de büyük bir sosyal felaket yaşanacaktı.
1980’li ve 90’lı yıllarda “faili meçhul cinayetler” serisinden pek çok Kürt aydını, iş insanı ve halk önderi katledildi. Hiçbiri hakkında yasal soruşturma yapılmadı. Bu da Kürtleri korkutarak sorunu çözme amaçlı güvenlikçi bir yöntemdi.
Son yıllarda önce köylerin sonra da şehir ve kasabaların yakılıp yıkılarak boşaltılması suretiyle Kürtler Kürdistan’dan koparılarak asimilasyona zorlandı. Ama bu da başarılı olmadı. Kürdistan’dan koparılan halk ilk fırsatta topraklarına dönüyordu. Kürt sorununu bitirmek için yeni bir yol bulmak, gerekliydi: Bunun mülksüzleştirme olduğu düşünülmekte. Sürülen ya da bölgeden uzaklaşmak zorunda kalan Kürtlerin bir daha Kürdistan’a dönmelerini imkânsızlaştırmak için akla gelen en uygun yöntem mülksüzleştirmektir. Kürdün köyü, toprağı, evi, geçim aracı elinden alınır ve ecdadının metfun olduğu mezarlıklar yok edilirse artık Kürdistan’a dönmesinin koşulları kalmaz ve Kürt soruna da bir daha devleti rahatsız edecek şekilde nüksetmez.
Kürt sorununun çözümünde güvenlikçi uygulamalar dışında başka bir yolun olduğuna inanmak istemeyen kimi uzman ve siyasetçiler mülksüzleştirme seçeneğini ciddi olarak düşünmektedirler.
Sayın Erdoğan’ın bu teze ne kadar yatkın olduğunu bilmiyoruz. Ama 25 Temmuz 2015’de başlayıp devam eden savaşta Diyarbakır – Sur, Cizre, Nusaybin, Silopi, Yüksekova, Kızıltepe ve benzeri yakılıp yıkılan şehirlerde TOKİ’nin bir yıl içinde yeni binalar yapacağının programlandığı biliniyor.
Kamulaştırılan arsalarda yapılacak binaların eski sahiplerine verileceğinin güvencesi yoktur. TOKİ’nin yapacağı bu binaların vatandaşlığa alınacak Suriyeli mültecilere tahsis edilmesi ihtimal dışı değildir. Üç milyon Suriyelinin Kürdistan’da iskân edilmesi nüfus strüktürünü tamamen değiştirecek. Geçici olarak bölge dışına çıkan Kürtler mülksüzleşecek ve eski yaşam alanları Araplaştığı için geri dönmelerinin maddi ve manevi koşulları ortadan kalkmış olacak. Böylece bir tür soykırım gerçekleşmiş ve Kürt sorunu da radikal biçimde çözülmüş olacak.
Savaşta yakılıp yıkılan şehirlerdeki mülk sahiplerinin, her türlü ihtimali göz önüne alarak, arsalarının kamulaştırılmasına yargı yoluyla karşı çıkmaları ve yıkılan evlerini kişisel imkânlarıyla inşa etmeleri kendi çıkarlarına olacağı açıktır. (TZE/EKN)