Kürt Çocuk Olmak Ne Demek? Kaç Kürt iyi bir çocukluk hatırlıyor? 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları gününde aklıma tekrar takıldı bu soru.
Kürtlere düşen çocukluk neydi?
Ölümdü…
Uğur Kaymaz 9 yıl önce 21 Kasım’da askerler tarafından öldürüldü. Uğur Kaymaz babasıyla birlikte öldürüldüğünde 12 yaşındaydı, vücudundan yaşından fazla, 13 mermi çıkmıştı.
Enes Ata 8 yaşındaydı başına kurşunlar yağdırıldığında. Fatih Tekin Batman’daki evinin damında yanağına isabet eden polis kurşunuyla öldüğünde 3 yaşındaydı.
Behzat Özen henüz bundan 2 hafta önce mayına basarak öldüğünde 8 yaşındaydı. Hakkari’nin Şemdinli ilçesinin Altınsu Köyü İncesu Mezrası’nda yaşıyordu. O gün de diğer günler gibi arkadaşı Tayfun ile birlikte hayvanları otlatmaya götürmüşlerdi.
Bingöl’de kitap almaya giderken,1 TL.leri olmadığı için yürüyerek Çapakçur Deresinden geçmeye çalışan Asliye ve Zeynep boğulduklarında 10 yaşındalardı.
Bu çocuklar öldüler. Çünkü bu coğrafyada doğmuşlardı.
Kürtlere düşen çocukluk neydi?
Yoksulluktu, açlıktı, yokluktu…
Bugün Kürt çocukların çoğunluğu yoksulluk ve açlıkla karşı karşıya. Özellikle 1992-1996 yılları arasında gerçekleştirilen zorunlu göç ve köy yakmalar bu açlık ve yoksulluğun en temel nedenlerinden biri. Zorunlu göçle şehrin varoşlarına savrulan bu ailelerin ve çocuklarının çoğunluğu, zorunlu göçten 25 yıl sonra bile bellerini doğrultabilmiş değiller. 2009 yılında zorunlu göçle gelen ailelere ilişkin yaptığım bir araştırma sırasında, bir baba şöyle demişti:
“Köyden kente gelince gözlerimiz kapalıydı, çoluk çocuğu perişan ettik. Çocuklarımız hırsızlık yapıyor, çöplerde dolaşıyor, çöplerden ekmek topluyorlar. Sudan çıkmış balığa döndük.”
Bugün Diyarbakır’ın sokaklarında binlerce çocuk açlıkla mücadele etmekte. Azize(10), Aziz(7) ve Mahmut(5) Diyarbakır’da bir çöp evde bulunduklarında, günlerce aç kalmış olmanın sonucu olarak vücutları şişmiş, gelişim bozukluğu başlamış, konuşamıyorlardı.
Bu çocuklar açlar, çünkü Kürtler.
Kürtlere düşen çocukluk neydi?
Kendinden, dilinden utanmaktı.
Henüz daha birkaç ay önce gazetelere düşmüştü Bemâl’in haberi. Bemâl anadil sorunu nedeniyle “zeka özürlü” denerek bir rehabilitasyon merkezine kapatılmıştı. Bemâl şöyle anlatıyordu:
“Kürtçe pis ve kötü bir dildir. Kürtçe konuştum diye bana ‘deli’ deyip buraya gönderdiler.”
Çoğumuz belki rehabilitasyon merkezine kapatılmadık, ama Türklüğün ve Türkçe’nin bütün kurumlarıyla yüceltildiği bir dönemde kaçımız utanmadık Kürtçe konuşmaktan?
Anamızın konuştuğu dilden utanmamız sağlandı, çocuk başımız eğik gezdik, çünkü dilimiz Kürtçeydi.
Kürtlere düşen çocukluk neydi?
Şiddetti, korkuydu, cezaeviydi.
Helikopter sesleriyle uyanıp, tankların arasında sakız satıp, “Apoculuk” oynayarak geçmişti Kürtlerin çocukluğu. Çocukluğumuzdaki helikopter ve bomba seslerinin şiddetini, bugün sokaklarda gösterilerde en ön sıralarda olan çocuklarımızın ellerindeki taşın, yüzlerindeki maskelerin şiddetinde bulabilirsiniz. 2012 yazında çalıştığım bir köyde, bomba seslerinin korkusundan kendini odaya kapatan 3 yaşındaki Havin bebeği hatırlıyorum. Havin bir daha çıkmadı o odadan.
Kürt çocuklar Roj TV, Nûçe TV izlerler, cezaevlerini tanırlar, kimyasal silah nedir iyi bilirler. Onlar öldürülen babalarının, analarının anıları, yakılan köylerinin hikayeleri ile büyüdüler. Kürt çocuklar öfkeliler, onlardan esirgenen şeyler için kızgınlar. Kaybettiklerini, köylerini, evlerini, ağabeylerini, babalarını geri istiyorlar. Hiç sahip olamadıkları “çocukluk haklarını” istiyorlar. Onlara bu yaşamı reva görenler hesap versin istiyorlar. Geçmişin ağır yüküyle taşı olanca şiddetiyle fırlatıyorlar.
Kürt çocukların ellerinde taş var, çünkü hayat gerçeğidir bu şiddet.
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü'ydü. Biz Kürtler kutlamadık. (NB/HK)