“Köyde rahatım, çünkü alternatifim çok. Sütümüzü topluyoruz, arıcılık yapıyorum, çiçek yetiştiriyorum. En önemlisi burada çocuklarımı okutabiliyorum. Şehirde olsam çocuklar tekstilde olacaklardı.”
Bu sözler geçen ay Hüsnü Özyeğin Vakfı ve DAKA (Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı) işbirliği ile Tatvan’da düzenlenen “Kırsalda Umut Var” çalıştayı için gittiğimiz Tatvan Kavar Havzası Kolbaşı köyünden Ayşe’nin sözleri.
6 köy ve 5 mezradan oluşan Kavar Havzası 1993 yılında boşaltılıyor, bir kısmı yakılıyor, bir kısmı da koruculuğu kabul etmek zorunda kalıyor. 15 yıl boyunca büyükşehirlerin varoşlarında yaşama tutunmaya çalışan Kavarlılar 2000’lerin başında köylerine dönmeye başlıyorlar, tekrar yaşamı kurma çabasına girişiyorlar. 2008 yılı sonlarında Hüsnü Özyeğin Vakfı Kavar’da entegre bir kırsal kalkınma programı başlatıyor. Vakıf bir anlamda Kavarlıların yaşamlarını yeniden kurmalarında yanlarında oluyor, onlara omuz veriyor.
5 yıl yürütülen ve benim de daha önce program direktörü olarak çalıştığım bu proje bitme aşamasına geldi. Tam da bu noktada DAKA, Özyeğin Vakfı ve proje sırasında köylüler tarafından kurulan Kavar Kalkınma Kooperatifi bir araya gelerek projeyi modelleyip bölgenin benzer havzalarına yaygınlaşması için girişimler başlatıyorlar. Bu amaçla kalkınma konusunda çalışan Türkiye’deki ilgili kamu kuruluşları ve sivil toplum örgütlerini Tatvan’da köylülerle bir araya getirdiler.
Boğaziçi Üniversitesinden Prof. Şemsa Özar’ın moderatörlüğünde iki gün süren çalıştay birçok açıdan kıymetliydi. Öncelikle bir katılımcının dediği gibi “çalıştay boyunca kendimizi kamudan gelenler, köylülerle eşit hissettik”.
Kavar projesi iyi yönetişim, iyi ekip, halkın proje ve planlamalara aktif katılımı, esnek yaklaşım ve sosyal konulara ekonomik konular kadar ağırlık vermesiyle ön plana çıkıyor, aslında bir anlamda başarısının sırrı da buralarda yatıyor. Hal böyle olunca “programın kamu öncülüğünde yaygınlaşması sağlanabilir mi, ya da nasıl sağlanabilir” sorusu iki gün boyunca tartışılan ana konulardan biriydi.
Küçük de güzeldir
Devletin şu anki tarım politikalarının küçük çiftçileri korumaktan ziyade büyük ve orta çiftçilere yönelik olması toplantıya katılan çiftçilerin özellikle dile getirdiği bir konuydu.
Küçük çiftçiler nasıl yaşayacaklar? Kavar gibi yaşamlarını yeniden kurmak isteyen bölgedeki milyonlarca insan nasıl ayakta kalacak? Her şey “büyük” olmak zorunda mı? Bölgesel geçimlik ekonomileri nasıl güçlendireceğiz? “Küçük de güzeldir”i bu işin politikasını yapanlara nasıl anlatmalıyız? … gibi sorulara toplantı boyunca cevap arandı.
Kars’tan toplantıya katılan, Boğatepe köyünde küçük çiftçilik yapan İlhan Koçulu “Küçük üretici olarak biz fillerin arasında yok oluyoruz” diyerek küçük üreticilerin durumunu özetliyordu. Bu yok oluşun en temel nedenlerinden biri bugün devlet politikalarında birçok şeyin verimlilik üzerinden değerlendirilmesi. Oysa ki sosyal devlette, devlet verimlilik üzerine politika oluşturamaz, devlet bir şirket gibi yönetilemez. Politikanı verimliliğe dayandırdığın zaman, bugün olduğu gibi bazıları zengin, bazıları yoksul olur. Daha da ötesi yoksulluk da kalıcı olur.
“Koyun yetiştiriciliği bile politik ortama bağlı”
Hakkari’den programa katılan kamu temsilcileri devletin köye dönüşler çerçevesinde Hakkari’ye 200 milyon kaynak ayırdığını, ancak bu kaynağın kalkınma çalışmalarına yansımadığını, Özyeğin Vakfı’nın uyguladığı gibi beş proje Hakkari’de uygulansa bugün Hakkari’nin başka bir noktada olabileceğini dile getiriyor.
Meselenin özü tam da burada yatıyor. Kamu elindeki geniş imkanlara rağmen neden sivil toplum gibi projeleri uygulayamıyor? Ya da uygulayabilmesi için neler yapmalı? Burada öne çıkan temel sorunlar kamunun personel yapısı, esnek olmaması, çalışma biçimi ve çok daha önemlisi hizmet götürdüğü insanlara bakış açısı oldu.
Bölgenin politik ortamı da kamunun bölgedeki kaynak transferi ve projelerde yanlı davranmasına yol açabiliyor. Nitekim toplantıya katılan bir köylü bunu açıkça dile getiriyor: “Yıllardır SODES’e başvuruyoruz, ama bize değil korucu köylerine gidiyor kaynaklar”.
Toplantıya katılan bir tarım uzmanı da bu görüşü destekliyor: “Koyun yetiştiriciliğini bile buradaki politik ortamdan soyutlamak mümkün değil. Hayvancılık, arıcılık, yol, su durumu her şey göbekten politik ortama bağlı. Bugün bu odada konuşabiliyoruz, bir aradayız, çünkü şu an sıcak bir çatışmanın içinde değiliz.”
Özyeğin Vakfı çatışmalı bir bölgede, korucu ve yakılmış köylerde geniş çaplı kalkınma programı uygulayan tek aktör konumunda. Batılı bir vakfın bu köylerde yaşamın yeniden kurulmasına uzun yıllardır destek veriyor olması, aynen Kolbaşı köyünden Ayşe’nin şehirdense köyde daha iyi yaşam ve eğitim imkanı bulduğuna dair söyledikleri gibi kafamızdaki kalıpları yerle bir ediyor.
DAKA gibi bir devlet kurumunun da Özyeğin Vakfı ile birlikte boşaltılmış, yakılmış, korucu olmuş bu köylerin yaşama tutunma çabalarını destekleyerek bu projeleri yaygınlaştırmaya çalışması gelecek için, bu ülke için “bir umut” dedirtiyor. Kırsalda Umut Var!