Fotoğraf: Sosyal medya
Herhalde cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürtlerin, sakin ve az buçuk huzur içinde yaşadığı yıllar 2010 ve 2014 yılları olsa gerek.
Bu az buçuk huzur döneminde sivil toplum kuruluşları, Kürtler, demokratlar, hakkın ve hakkaniyetin yanında olan solcular, özgürlükçüler, kadınlar ve anarşistlerin dayanışma ve direnişiyle ırkçı ve gerici “ öğrenci and”ı tarihin çöplüğüne yollanmasıyla içimiz biraz şenlendi, biraz ısındı diyebiliriz.
AKP’nin 19 yıllık iktidarında yaptığı en iyi iş “and”ın okutulmasına son vermiş olması. Yüzyıllık cumhuriyet tarihi, diğer halkların -özellikle de Kürtlerin asimile edilmesi, diline ve kültürüne karşı örtülü ve açıktan yürütülen savaş, öz bilincinden soyutlanıp teslim alınması…
Ulus devlet
Plan ve projelerle tüm değerlerin ortadan kaldırılması üzerine varlığını inşa eden Türkiye’nin yakın ve uzak tarihi facialarla, sürgünlerle, cezalandırmakla, yok saymakla; ulus-devletler içinde ibretlik bir yere sahip olduğu gerçeği de gün gibi ortada duruyor.
Modern devlet, hukuk devleti, çağdaş ve bilimsel devlet, halkçı devlet, demokrasi gibi çağımıza uygun kavramlar “adı altında” üstümüzden silindir gibi geçen, gerici ve yobaz kurumlarıyla varlığını hala sürdürüyor olması, gelecek olan savaşların, sindirmenin, baskı altına almanın hep habercisi oldu. Anayasasını bile gerektiğinde ayakları altına alıp çiğneyen bir zihin dünyası yüzyıldır durmadan işleniyor; gece yarılarında kanun hükmünde kararnamelerle yaptıklarını ettiklerini de meşrulaştırıp, minarelerine kılıflarda giydirmeleri…
Dümeni yürütmeyi iyi biliyorlar, kendine Müslüman olmanın en net görüntüsünü ve pratiğini sergilediler, kendine demokrat olmanın, özgürlükçü olmanın, kendine münhasır yasalar çıkarmanın adı, ulus-devlettir.
Devletin olduğu yerde kim bana huzur ve barışı gösterebilir? Kim bana adalet ve özgürlüklerin olduğunu söyleyebilir?
Avrupa devletlerini göstermeye kalkmayın, gerektiğinde tüm dünyayı ateşe vermeye çekinmeyen; silah tüccarı, sosyal-kapitalist, sömürgeci temellerle inşa edilmiş bir anlayışın uygulayıcılarından kurtuluş beklemek Mars’ta yağmuru beklemek kadar gerçekçidir. Zulümlere karşı “kınıyoruz”, “kabul edilemez”, “tepki koyuyoruz”, “böyle bir şey olabilir mi?”, “endişeliyiz” gibi yuvarlak çıkışlarla ellerinde tutukları pazarı korumanın derdinde olduklarını yüzyıldır görüyoruz.
Kürdistan Bağımsızlık referandumunda dünya devletlerinin tavrını biliyoruz. Özgürlük ve pazar arasındaki seçimlerini pazardan yana kullanarak, realitelerini, anlayışlarını gösterdiler. Çin’in, Rusya’nın yaptıklarını saymıyorum bile.
Irkçı ve gerici zihniyetin oluşumunda eğitim başat rolü üstlendi, -bakınız devletin yetiştirdiği yeni nesil öğretmenlere- eğitime verilen süs yine çağdaşlık ve bilimsellik “adı altında” milyonlarca tuhaf insan yetiştirip ortalığa salındı.
Hiçbir medeni, çağdaş, modern toplumda, hukuk ve adaleti temel prensip edinmiş ve bu disiplinle inşa edilen toplumlarda bırakın böyle ırkçı bir and’ı okutmayı, bunu yazanı, savunanı afişe ederler. Anca diktatörler tarafından yönetilen devletlerde bu tür and’lar yazılıp çizilmiştir. Bakınız: Nazi ve sevdalıları, bir dönemin faşist İtalyası, İspanyası, Japonyası, cuntacı Latin Amerika ülkeleri, Kuzey Kore vb.
Sabah akşam haftanın beş günü Türk olmayanlara, Türk dedirtmek, varlığı(nı)mızı armağan ettirmenin manasını bilmeyenler için bir kez daha belirtelim; yok saymak, yok etmek ve benliğin işgalidir amaçlanan.
80 yıl
Alışkanlıkları terk etmek cesaret ister, düzeni sorgulamak yürek ve bilinç ister, empati ise ırak kalmış bu topraklara. Milliyetçi, ırkçı, merkez sağ, orta sağ, geride duran sağ ve kıyılarına ara ara solculuk vuran partiler, dernekler, kurumların hep bir ağızdan “and”larının geri dönüşü için kamuoyu oluşturma çabası içinde olması boşuna değildir.
Gördüğümüz, gelecek olan faşizan uygulamaların ara renkleridir. Eski-köhne uygulamayı tekrar getirmek için sağıyla-ulusolcusuyla, ilerisiyle-berisiyle gericisiyle-moderniyle küçüğünden büyüğüne kadar and’ı gündemde tutma çabalarını nasıl okumalı Şair?
Evet, evet sana sordum şair, çünkü yazdığın dizelerin aslında birer yalan olduğu, inanmadığın değerleri pazarlayarak bir tüccar olduğunun kanıtlarını sunuyorsun bizlere. Irkçı şairlerin de dolaylı yoldan destek vermeleri, imalarda bulunmaları ülkedeki ırkçı şairlerin de bolluğu bize gösteriyor. Yani şairi buysa varın siz düşünün geri kalanını...
"And" 1933 yılında birkaç saat içinde yazılıp, bu ülke de sabah akşam tamı tamına 80 yıl boyunca okutuldu.
1933'te dünyada ve özellikle Avrupa’da faşizmin yükselişe geçtiği dönemdir. And’ı yazan kişinin en belirgin özelliği bir Hitler ve Nazi hayranı olmasıdır, zaten bıraktığı Hitler bıyığından da net bir şekilde anlıyoruz. Tutulan tutanaklardan, yazılan anılardan, belgelerden biliyoruz.
"And"ın yazılmasının amacı ise ulusal değerleri yücelten ve "her şey devlet ve rejim için" ülküsünü aşılayan eğitim anlayışının bir parçası olarak, açıklanıyor. Her şey devlet içindir diyenlerin, rejim içindir diyenlerin arkalarında nasıl bir enkaz bıraktıklarının göstergeleri de ortada. Bu and Türk çocuklarına yazılmış bir "and" değildir. Kürt çocuklarına, Laz çocuklarına, Rum çocuklarına, Arap çocuklarına, Ermeni çocuklarına, Çerkez çocuklarına, Arnavut çocuklarına; Türk olmayan ve ülkede yaşayan tüm diğer halklara karşı hazırlanan bir "and"tır.
And’ın dönüşü için görev üstlenmiş olan, buna öncülük edenler Perinçek’ler, İyi Partililer, İsmet Özel’ler, Oda Tv’ciler, TGB’liler, Sözcü vb.'nin her fırsatta, her alanda, grup toplantılarında, boşluk buldukları her yerde ırkçılığı ve şovenizmi birlikte yürüterek, örtülü bir ittifak içinde olduklarını da anlıyoruz. Meydanlarda siyah önlüklü yaşını başını almış insanlar and’larını bağıra çağıra okumaları hangi halka karşı bir meydan okumadır? Kime karşı yüksek sesle okuyorlar, kimi tehdit ediyorlar?
Bir Kürt atasözü der ki, siwar hatin peya çûn.*
Çok okumak istiyorlarsa and’larını okusunlar, her gün okusunlar, her saat okusunlar, tüm toplantı ve gösteri yürüyüşlerine başlamadan önce okusunlar, yemeğe oturmadan ve yatmadan önce okusunlar. Hep okuyabilirler, okusunlar! Ama 30 milyondan fazla Kürt’ün yaşadığı bir ülkede; varlığımızı ne size ne de başka bir halka armağan etmeyi bekliyorsanız, hâlâ aynı yerde kalmışsınız demektir. Bir insan nasıl varlığını başka bir insana armağan edebilir ki!
5-6 yaşlarımdayken rahmetli dedeme şöyle bir soru sormuştum: “Em kî ne (biz kimiz)?” Dedemin bana verdiği cevap hâlâ kulaklarımda çınlıyor: Em pêşî mirov in paşiye bi çand û zimanê xwe Kurd in û di dawiye de jî baweriya te li ser çi be tu ê wî”.**
Sizleri önce insan olmaya davet ediyoruz!
(ÇO/EMK)
*Atla geldiler yaya döndüler.
* Biz önce insanız, sonra kültürümüzle ve dilimizle Kürt ve son olarak da inandığın her neyse o’sun.