Bir gece uzun tartışmalardan hepimiz yorgun düşmüşüz... Arkadaşlardan biri öneriyor: "Moral tazelemek için haydi Şişli'deki As Kulüp'e gidip Tülay German'ı dinleyelim..."
İleri yaşta geçirdiğim bir dizi ameliyatın sarsıntılarıyla boğuşurken Brüksel'in Josaphat Parkı'nı ıhlamur çiçeklerinin baş döndürücü kokusunu içime çekerek binbir güçlükle arşınladığım günleri hayli geride bıraktım...
Ihlamur ağaçları tüm görkemiyle hep yerli yerinde... Ama artık mevsim yaz... Kokulu çiçekleri tohuma kaçtı... Atkestaneleri parkın ilk yaprak dökenlerinden... Söğütler, gürgenler, meşeler, kayınlar, kavaklar, çınarlar sıralarını beklemekte...
Bilgisayar başında dört, beş saat aralıksız süren sabah mesaisini tamamladıktan sonra kendimi Schaerbeek'in sokaklarına atıyorum... Teselli ararcasına yanı başımızda uzanan Voltaire Caddesi'ne dalıyorum... “Düşüncelerinizi paylaşmıyorum, ama onIarı savunabiImeniz için hayatımı feda etmeye hazırım” diyen Voltaire'i düşünüyorum...
Ardından yine Josaphat Parkı... Belçikalı, Türk, Kürt, Ermeni, Faslı, Cezayirli, Arnavut emekli işçi dostlarım... Ayaküstü hal hatır sormalar... Geldiğimiz ülkelerin de, Belçika'nın da sorunları üzerine dertleşmeler... Parkın iki eşeğine, Camille ve Gribouille'a birer havuç ikram ediyorum... Şelaleciğin olduğu geçidi aşar aşmaz hiç beklenmedik bir sürpriz... Yerler pıtrak pıtrak kızılcık meyveleri...
Gördüklerim beni birden 75 yıl önce Anadolu bozkırındaki çocukluk günlerime götürüyor... Cılız dereciklerin kenarlarında birer güzellik abidesi gibi yükselen kızılcık ağaçları... Dökülen kızıl meyvelerini yerden avuç avuç toplayıp hazların en güzelini tattığımız o savaş yoksulluğu yıllarına...
Josaphat Parkı'ndakileri de toplayıp o hazzı 75 yıl sonra bir daha tatmaya niyetleniyorum... Ne mümkün? En yorgun zamanlarımda dahi sabahlara kadar uyutmayan kramplar yüzünden bitkin düşmüş, dizbağları tutmayan bacaklarımı kıvırarak o güzelim kızılcıkları yerden toplayıp ya da ağacın dallarından kopartıp tadına bakamadan uzaklaşıyorum. İçimde tarifsiz bir burukluk...
Ve de birden 53 yıl öncesi geliyor gözlerimin önüne...
İstanbul... Türkiye İşçi Partisi'nin sosyalist düşünceyi ve sosyalist örgütlenmeyi kitlelere kabul ettirmek için büyük uğraş verdiği dönem... Bir yandan ardı arkası gelmez saldırılara karşı direniş... Öte yanda Genel Başkan Mehmet Ali Aybar’ın da sürekli katıldığı ilk büyük kongrenin onayına sunulacak parti programını hazırlama çalışmaları...
Ve bir gece uzun tartışmalardan hepimiz yorgun düşmüşüz... Arkadaşlardan biri öneriyor: "Moral tazelemek için haydi Şişli'deki As Kulüp'e gidip Tülay German'ı dinleyelim..."
As Kulüp Türkiye'nin seçkin aydınlarından ve Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) ilk üyelerinden Erdem Buri'nin halk müziğini değerlendirmek için Tülay German'la birlikte kurduğu bir gece kulübü...
Enfes sesi ve ajitatif ritmiyle o gece Tülay German bizlere bütün yorgunluğumuzu gerçekten unutturuyor, önümüzdeki günlerde kavgayı daha kararlı sürdürmemiz için moral veriyor.
Burçak Tarlası... Dere geliyor dere... Ve kavgamızın rengini dile getiren o güzelim Keşan türküsü:
Kızılcıklar oldu mu, selelere doldu mu hey. Gönderdiğim çoraplar, ayağına oldu mu?
Tülay o güzel sesiyle daha sonraki sürgün yıllarında Türkiye devrimcilerinin direnişini tüm dünyaya tanıtacaktı… Onun büyük aşkı ve yaratıcı eşi Erdem'i ise 1993 yılında kaybedecektik.
Türkiye’deki TİP döneminden bir kızılcık anısı daha var ki unutmak mümkün değil… Hemen her yıl kızılcıklar manavların tezgahlarını renklendirdiğinde İnci (Tuğsavul), mutlaka birkaç kilo alır, önemli bir kısmını Tekel votkasıyla karıştırarak birkaç şişe “kızılcık votkası” yapardı. Sonbahar kış aylarında Kazancı Yokuşu’ndaki evimize gelen dostlarımızı mutlaka bir kadeh kızılcık votkasıyla ağırlardık.
Sürgüne çıkmadan önceki son kışımızdı İstanbul’da… Efsanevi 15-16 Haziran direnişinin artçı sarsıntıları sürüp gitmekte… Kısa süre önce yapılan Türkiye İşçi Partisi 4. Kongresi partinin fiilen bölünmesiyle sonuçlandığı için, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Kemal Türkler ve arkadaşları birleştirici yeni bir sosyalist örgütlenmenin yoklamalarını yapmakta…
Türkler bir akşam Türkiye Maden İşçileri Sendikası (Maden İş) yöneticilerinden Şinasi Kaya ile birlikte yeni gelişmeleri görüşmek üzere bize geliyor… Saatlerce süren siyasal görüşmeleri “kızılcık votkası”yla noktalıyoruz. 1962’den beri yakından tanıdığım, dostlarıyla özel görüşmelerinde dahi "başkan ağırlığı”nı hep koruyan Türkler, o gece ilk kez tattığı kızılcık votkasından öylesine hoşlanmış ki bir kadehle yetinmiyor, görüşmemiz tam bir yakın dostlar sohbetine, dertleşmesine dönüşüyor...
O uzak ve bir daha tekrar yaşanamayacak günleri neredeyse gözlerim yaşlı anarak parktan çıkıp tekrar Voltaire Caddesi'ne dönerken ilk dizeyi hüzün içinde kendi kendime tekrarlıyorum:
Kızılcıklar oldu mu?
Evet, kızılcıklar her yıl Ağustos-Eylül aylarında olmakta, selelere dolmakta…
Kızılcıkların rengini verdiği sosyalizm mücadelemizin olgunlaşması ise her daim yeni bir darbeyle engellenir, sosyalizm ağacımız kırağı yemiş tüm meyve ağaçları gibi büyük bir sabır ve özveriyle kendini toparlamaya çalışarak büyük umutlarla yeni baharlara hazırlanır.
Voltaire Caddesi'nden çıkarken tekrar tekrar soruyorum kendi kendime:
İslamcı faşizmin büyük bir azgınlıkla Türkiye'nin üstüne çöreklendiği bu karanlık dönemde yeni bahar ne zamana?
Evet, yeni bahar ne zaman? Kızılcıkların olacağı yeni bahar ne zaman?
Sadece Türkiye’de mi?
Birden kendimi epey uzaktaki Jean Jaures Caddesi’ne atmak geliyor içimden…
Enternasyonal dayanışmaya, savaş karşıtlığına adanmış yaşamına bir kahpe kurşunla son verilen bu büyük sosyalist lidere, saygı duymamın bir başka özel nedeni de var… Osmanlı’daki 1915 Ermeni Soykırımı’nı ilerici örgüt ve şahsiyetlerin büyük çoğunluğu sessizlikle geçiştirirken, Fransa Millet Meclisi’nde geçen yüzyılın bu ilk büyük insanlık suçuna karşı sesini yükselten lider o…
Ama bacaklarımın dermansızlığı Jean Jaures Caddesi’ne gitmeme elvermiyor… Voltaire Caddesi üzerinden hızla eve dönüp bilgisayarın başına çöküyorum.
Sağlığım konusunda kendisininkileri unutacak kadar endişeli İnci soruyor: “Neyin var?”
“Hiç” diyorum… "Biraz nostalji… Tülay’dan 'Kızılcıklar Oldu mu?'yu dinlemek istemez misin? Josaphat Park’ındaki kızılcıklar olmuş da…" (DÖ/HK)
Doğan Özgüden 1952 yılında gazeteciliğe Ege Güneşi Gazetesi'nde başladı. 1962'den sonra Türkiye İsçi Partisi (TIP) saflarında mücadele verdi ve 1964 yılında bu partinin Merkez Yürütme...
Doğan Özgüden 1952 yılında gazeteciliğe Ege Güneşi Gazetesi'nde başladı. 1962'den sonra Türkiye İsçi Partisi (TIP) saflarında mücadele verdi ve 1964 yılında bu partinin Merkez Yürütme Kurulu'na seçildi. 1964-66 yıllarında Öncü ve Milliyet gazetelerinde temsilcilik, Sabah Postası ve Gece Postası gazetelerinde yazı işleri müdürlüğü, Akşam gazetesinde genel yayın müdürlüğü yaptı. 1967'de sosyalist haftalık dergi Ant'ı ve Ant Yayınları’nı eşi İnci Tuğsavul ile birlikte kurdu. 1971'de sıkıyönetimce kapatılana kadar yönettiler. Yazdıkları ve yayınladıkları yazılardan dolayı haklarında 50'den fazla dava açıldı. Haklarında 300 yılı aşkın hapis cezası istendi; 1971 askeri darbesi sonrası Türkiye'den ayrıldılar. 1974'ten beri Brüksel çeşitli dillerde Türkiye üzerine yayın yapan Info-Türk Ajansı’nı yönetiyor.
Akademisyen Özge Öner'e İsveç'ten 'İnsani Çiçeklenme Ödülü’
Ülkenin önde gelen düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü'nün verdiği ödüle, ‘insan refahını teşvik eden’ entelektüel çalışmaların sahipleri layık görülüyor.
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
Cambridge Üniversitesi Ekonomi Doçenti ve Oksijen yazarı Dr. Özge Öner, İsveç'in saygın düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü tarafından verilen "İnsani Çiçeklenme Ödülü"ne layık görüldü.
Ratio Enstitüsü’nün, insan refahını artırmaya yönelik entelektüel katkıları onurlandırmak amacıyla verdiği bu prestijli ödül, bu yıl Öner’e takdim edildi.Ödülü, 2022 yılında bu ödülü ilk kez alan kurumsal iktisat profesörü Niclas Berggren’in elinden alan Öner için Berggren şöyle dedi:
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
2008 yılında Marmara Üniversitesi’nden iktisat lisans diplomasıyla mezun olan Öner, yüksek lisans ve doktora eğitimini İsveç’teki Jönköping Uluslararası İşletme Okulu’nda tamamladı. 2014 yılında "Retail Location" başlıklı doktora tezini sundu. Mekânsal iktisat alanındaki bu çalışması, akademik kariyerinin temel taşlarından biri oldu.
Bu alanda Jönköping’de çeşitli akademik kurumlarda görev alan Öner, 2018 yılından bu yana Cambridge Üniversitesi’nde araştırmalarına devam ediyor. Uzun yıllar İsveç’in önde gelen gazetelerinden Svenska Dagbladet’te köşe yazarlığı yapan Öner, Mart 2024’ten bu yana Oksijen gazetesinde yazıyor.
Ne kahraman ne kurtarıcı: Bir hekim, bir aydın, bir hak savunucusu
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak.
Özen B. Demir ve Onur Erden’in “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım” söyleşisi, Dr. Selim Ölçer’in mütevazı, renkli, samimi, içten ve sahici kişiliğiyle bizi tanıştırıyor. Biyografi kitabı, akıcı ve sohbet havasında, nehir söyleşisi tarzında hazırlanmış; sürükleyici ve bir çırpıda okunacak bir kitap.
Kitapta ayrıca Şükrü Hatun ve Selçuk Mızraklı’nın sunuş yazıları ile Vecdi Erbay’ın İMC TV’de Diyarbakır Söyleşileri kapsamında 2013 yılında yaptığı söyleşi de yer alıyor.
Aile geçmişi ve politik bilincin oluşumu
Selim Ölçer, varlıklı bir aileden gelir. Annesinin ailesi bir tarafı toprak ağası, diğer tarafı şıh kökenlidir. Babası Adalet Partisi taraftarı; eve giren tek gazete Tercüman. Dindar bir ailede büyüyen Ölçer, ilkokul ve ortaokul yıllarında sağlam bir dini eğitim alır; Kur’an ve hadis okur, Ayet-el Kürsi’yi ezbere okuduğunu dile getirir.
Mehmet Ali Aybar Aybar’lı tarihi Türkiye İşçi Partisi (TİP), Mehdi Zana, Tarık Ziya Ekinci sayesinde Diyarbakır’da örgütlüdür. Selim Ölçer’in politik bilinci de TİP sayesinde şekillenir. İlk Doğu mitingi Silvan’da yapılır. Mehmet Ali Aybar’ın “Siz Kürt’sünüz, onun için eziliyorsunuz” sözü, Kürt kimliğinin oluşmasında etkili olur.
Anadili kişinin onurudur. “Kürtçe bilim dili değildir” savlarına karşın, anadilini tanıma, anadilde sağlık hizmeti sunma gibi gerekçelerle Mezopotamya Vakfı’nın kurulmasında ve Mezopotamya Tıp Kongresi’nin düzenlenmesinde aktif yer alır. Kürtlerin, “Başın sıkışırsa sırtını ya sağlam bir arkadaşa ver ya da dağlara,” deyişine uygun bir yaşam sürer. Gerek hekimlik pratiğinde, gerek insan hakları mücadelesinde…
Selim Ölçer’in akrabası olan Yusuf Azizoğlu (1917-1970) Silvan Belediye Başkanlığı, milletvekili, Sağlık Bakanlığı yapmıştır. Silvan’ın yetiştirdiği ilk hekimdir. Sonrasında Selim Ölçer gelir. Pek bilinmez ama sosyalizasyonun uygulayıcılarındandır. Onun Sağlık Bakanlığı (1962-1963) döneminde uygulanmıştır. Azizoğlu’nun müsteşarı olarak çalışan Nusret Hoca (Fişek), anılarında onu dürüst bir devlet adamı olarak anlatır.
Silvan, Ermeni yoğunluğunun olduğu bir ilçe. Bölgede birçok Ermeni köyü vardır. Orada bir şekilde kalmayı başaran, koruma altına alınanlar, yıllarca kimliklerini gizlerler. Nüfus cüzdanlarından İslam yazar. Silvan’da uzun yıllar kent sineması olarak kullanılan yapı, Ermeni cemaatine ait bir kilisedir. 1988 yılında camiye dönüştürülmüş. Bölgede birçok zanaat (dokumacılık, şalcılık), ticaret ve bağcılıkla uğraşırlar. Selim Ölçer’in annesinden dinlediği anekdot, 1915 olaylarını tüm çıplaklığıyla göstermesi açısından önemlidir: “1915’de Ali amcan Muş bölgesinde askerlik yaptı. Oradaki Ermeni köylerini yakarken, ertesi gün askerliği bitiyor. Son akşam gelmiş artık. Saat beşte askerlik bitecek. Son köyü yakarken orada bir kız çocuğuna rastlıyor, bir kız çocuğuna. Komutanına gidip diyor ki, ‘Benim kızım yok, izin verirsen ben bunu öldürmeyeyim, alıp götüreyim kendimle.’ Kimseye anlatmamak kaydıyla onaylıyor komutan…”
Özen B. Demir ve Onur Erden, Dr. Selim Ölçer: “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2025, 272 sayfa.
Eğitim ve meslek yolculuğu
Selim Ölçer henüz 14 yaşında (1962) ayrılır Silvan’dan. Lise, tıbbiye ve uzmanlık eğitimi Ankara’da. Diyarbakırlı olduğu kadar Ankaralı. Dostluğa, barışa, demokrasiye inanan bir Kürt aydınıdır. Siyasi, mesleki mücadelesi Ankara’da. 68 kuşağından. Tıbbiye’de 1970’lerde Fikir Kulübü Başkanlığı yapar. Faşistlerin, dönemin Ülkü Ocakları Başkanı ve Osman Durmuş’un (1999-2002 Sağlık Bakanı) içinde olduğu bir grubun, Ankara Tıp Fakültesi Morfoloji binasına basarak Selim Ölçer’i bir kamyonete bindirip kaçırma hikâyesi var. 60’lardan 2000’lere kadar Ankara. 2000 sonrası tekrar Diyarbakır.
“Sempatizanlık ve aidiyet” olarak kendisini 68 kuşağı içinde 68’in devrimcisi olarak tanımlar. “Öyle yüksek teorik donanımı olan, militanlık yapan bir sosyalist olmadım,” diyerek de ilave eder. Kendisini sosyalizme hayranlık duyan, yönelimi olan, sol değerlere bağlı birisi olarak ifade eder. 68 kuşağı içinde yer almıştır ama 12 Eylül öncesi 78’in militan, örgütlü mücadelesi içinde yer almamıştır. 1977-80 KBB ihtisas dönemi, 1980-84 aynı klinikte şef muavini olduğu, mesleki konularda yetkinleşmeye yoğunlaştığı dönemdir.
Mesleğinde başarılı bir hekimdir. Açık rinoplasti denilen ameliyatı ilk kez kendisinin getirdiğini söyler. 1987 yılında Yugoslavya Zagreb’de bu ameliyatı öğrendiğini, sonra Türkiye’ye getirdiğini ifade eder. Meslek yaşamında hekim olarak yoksulun yanında yer almıştır. 2000’li yıllardan sonra döndüğü Diyarbakır’da açlık sınırında yaşayan yoksul insanlara yardım için kurulan Sarmaşık Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği kurucuları arasında yer alır. Dernek 2016 yılında kapatılır. “Terör örgütüne yardım ve yataklık” suçlaması ile yargılandığı dava şu an Yargıtay’dadır.
Genellemelerden kaçınmak gerektiğini bilerek yazıyorum. Doğu toplumlarında duygusallığın öne çıktığını, peşinden sürüklendikleri “kahramanları, liderleri, önderleri” olduğunu söylesek çok da hatalı yargıda bulunmuş olmayız. Bu anlamda Batı toplumları daha rasyoneldir. Bir Kürt aydını olarak Selim Ölçer de, “Ben ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanırım kardeşim. İnanmam. Bizler belki toplumun şöyle veya böyle önderleri olabiliriz, ufak tefek liderleri olabiliriz. Ama toplumun kahramanı, kurtarıcısı, bilmem nesi değiliz,” derken Batılı bir zihin dünyasını görüyoruz. Her ne kadar kendisi abiliği kabul etmese de, o Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarihinde saygın bir yeri olan abilerimizdendir.
Öbür yandan memleketi olan, çok kültürlü, çok kimlikli kadim şehir Diyarbekir’ın kültürel kodlarında da abilik vardır. Şair-yazar Veysel Öngören (1931-98), eski Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana (1940-…), yazar, siyasetçi, hekim Tarık Ziya Ekinci (1934-2024) hekim Mahmut Ortakaya (1938-…), gazeteci, şair Ahmet Arif (1923-91) bunlardan sadece birkaçıdır. O, klasik sol jargondaki şeflik, abilik kültürüne uzaktır. Başkanlık kültürüne, kurtarıcılık anlayışına yatkın değildir. Bu nedenle ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanır. Ama şurası bir gerçektir ki hekim hareketinde; 1986-90 Ankara Tabip Odası (ATO) Başkanı, 1990-95 TTB-MK Başkanı olarak yönetsel sorumluluklar üstlenmiş, TTB tarihinde bir döneme (1980-2000) damgasını vurmuştur. Övgüye ihtiyacı olmasa da, isminin anılması yakın tarih açısından önemlidir. Bu anlamda Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun son dönem genel kurul konuşmalarıyla ilgili bir anekdotu kendisinden dinleyelim: “Her kongrede kalkar, Nusret Hoca’yı (Fişek) över, ‘Erdal Atabek şöyle yaptı’ der. Ata Soyer’leri zikreder… Bir tek defa bile ağzına almaz ismimi… Bu niye zor mesele?”
TTB ve ATO’da iz bırakan dönem
Ortak aklı öne çıkartan, katılımcılığı önemseyen, ortak üretme kültürüne yatkın birisi olarak, bir başkandan çok orkestra şefi gibi ATO’da ve TTB’de yönetsel görevler üstlenmiştir. Dostluğu, yoldaşlığı, birlikte bir şeyleri kurtarmayı önemser. Muhabbet adamıdır. Döneminde hekim mücadelesinde büyük işler başarılmıştır. Ama o, mütevazılığı elden bırakmaz.
80 sonrası ilk memur eylemi, 12 Eylül darbesine karşı ilk çıkış, hekimlerde ilk uyanış, ilk hekim hareketi, beyaz eylemler; onun ATO Başkanlığı döneminde hekimlerin oda çevresinde örgütlenmesiyle olmuştur. Muayene hekimleri bile bu eylemlere katılmıştır. Bakanlık önünde beyaz önlük atmalar, hastanelerde toplu nöbetler, sessiz yürüyüşler (1988)… 90 yıllarda eylem otobüsü ile Numune Hastanesi’nin önüne girmeleri, o dönemi yaşayanlar için hâlâ hafızalardadır. Dinamik, etiğe, sendikalaşmaya, demokrasiye ve insan haklarına sıcak bakan bir TTB’yi güçlü bir ekip olarak birlikte yaratmışlardır.
İskender Sayek’in katkılarıyla ilk kredilendirme kurulu kurulmuştur. Toplum ve Hekim daha canlı hale getirilmiş, Tıp Dünyası yayına başlamış, STED (Sürekli Tıp Eğitim Dergisi) çıkarılmıştır. UDEK (Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu) kurulmuştur. Katılımcılık ve kitleselleşme adına GYK, kol ve komisyonların kurulması, var olan komisyonların aktifleştirilmesi bu dönemdedir. Hekim mücadelesini insan hakları mücadelesinden ayrı düşünmemiştir. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) kuruluş süreçlerinde yer almıştır.
*Dr. Selim Ölçer (Fotoğraf: TTB/X)
O, meslek odası çalışmalarında dinamik siyaset ile meslek aktivizmini dengelemiştir. Politik ama politize olmayan bir TTB’nin yaratılmasında katkıları büyüktür. Her olayda “hekimler bu işe ne der?” sorusunu aklından çıkarmamıştır. Nusret Hoca’ya olan saygısını, sevgisini her daim ifade eder. Selim Abi ve o döneme damgasını vuran herkesin söylediği “Nusret Hoca TTB’nin çok önünde bir insan” olmasıdır. Bir generalin oğludur ama gerek 12 Mart’ta gerek 12 Eylül’de darbecilere karşı durmuştur. Sosyalizasyonun mimarı, duayen bir hekim olarak idam cezasına ve işkenceye karşı tutumundan dolayı yargılanmıştır (1985).
Selim Ölçer; mecburi hizmet, uzmanlık ve meslek yaşamında onun öğretileriyle hekimlik yaptığını söyleyerek ona olan saygısında kusur etmez. 1986-90 yıllarında ATO çevresinde “çağdaş hekimler” olarak örgütlenen, daha mücadeleci, dinamik bir ekip ED-TTB’nin (Etkin Demokratik TTB / 1990) nüvesini oluştururlar. Ata Soyer’in mizahi anlatımıyla ekip; 68’den arta kalan, 78’den ucuz yırtan, 80 sonrası mezun olup hekimlik yapmak isteyenlerdir. “Nasıl bir TTB tartışmasına giriş” başlığı altında bir metinle ilkelerini, çizgilerini, yaklaşımlarını ortaya koyarlar. Nusret Hoca başkanlığındaki mevcut yönetim “Gerçekler bilinmeden hayal bile kurulamaz” adlı bir metinle tartışmaya katılır. Daha genç ve dinamik olan Selim Ölçer ekibi bir heyet oluşturarak (Selim Ölçer, Şükrü Hatun, Okan Akhan, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Recep Akdur) “Sensiz bir şey yapmak istemiyoruz, lütfen beraber girelim listeye” diyerek hocanın evine kadar gidip ikna etmek için çaba gösterirler. Nusret Hoca “Ben sizinle ortak programa girmem, ben sokak politikacılarıyla çalışmam” diyerek ayrı listeyle seçime girer. Sonuçta 7 kişilik TTB-MK’ye; Nusret Hoca’nın listesinden kendisi ve oğlu Gürhan Fişek, diğer listeden Selim Ölçer, Recep Akdur, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Ata Soyer girer.
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak. Yakın tarihi yazmak, bir noktada yakın gelecekle konuşmaktır. Bu hafızayı ortaya çıkardıkları ve akıcı bir nehir söyleşisi gerçekleştirdikleri için Özen Demir ve Onur Erden’e teşekkürler. Kaleminize sağlık.
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek...
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek Lisansı, 2018 yılı Okan Üniversitesi Sağlık Yönetimi Yüksek Lisansı mezunu. 2020 yılında Mersin Barosundan avukatlık ruhsatı aldı. Aktif avukatlık yapmadı. 1998-2008 yılları arasında Mersin Tabip Odasında 4 dönem yönetim kurullarında yönetsel sorumluluklar aldı. 2020-24 TTB-Yüksek Onur Kurulu üyesidir. “TTB’ye Adanmış Bir Ömür: Dr Mahmut Ortakaya” kitabının yazarı.