O uzun yürüyüşü, yani 1968’i Paris’te yaşadı Tülay German. Bedeni özgürlük için çığlık atan, soran, sorgulayan, eğitim sisteminden sekse her şeye kendi adını yazmak isteyen Fransız gençlerinin arasındaydı; aklı bağımsızlık isteyen, hak arayan, dövülen, öldürülen, işkence gören, asılan Türkiyeli gençlerde… Bu yüzden iki 68 yaşadı. German’ı Fransa’ya götüren de Türkiye’de sosyalistin ‘s’sine tahammül edemeyen iktidarlar ile onlara sadakatte beis görmeyen, sağ partilerde muhafazakârlığının teminatını gören toplumdu. Sevgilisi Erdem Buri, Selahattin Hilav’la birlikte Plehanov’dan Marksist Düşüncenin Temel Meseleleri ile Hegel’den Diyalektik ve Mantık’ı çevirdikleri için 15 yıl hapis istemiyle yargılanınca, Fransa’ya gitmekten başka çareleri kalmamıştı.
1964’te doldurduğu “Burçak Tarlası”yla Türkiye’de müziğe yeni bir pencere açan German, Fransa’da da müziğini sürdürdü. Festivallere katıldı, ödüller aldı… Erdem Buri’nin bestelediği Nazım Hikmet şiirlerini, saz çalmayı öğrenen saksafon sanatçısı François Rabbath’ın eşliğinde yorumladı. Zülfü Livaneli’ye “Günlerimiz” albümünde aynı adlı şarkıyla “Yiğidim Aslanım Burada Yatıyor”da eşlik etti… 1993’te Erdem Buri’nin ölümünden sonra yalnızlığına çekildi German. Kalan Müzik’in yayınladığı “Yunus’tan Nazım’a”, “Burçak Tarlası” ve “Sound of Love” albümleriyle müzikle bağını sürdüren sanatçı, 68 Paris’inin, kadınların kazanımlarını anlattı. Elbette Buri’yi de…
68 Mayıs’ında Paris’teydiniz. Sokağı kullanmakta ve öğrenci gençlikle temas kurmakta zorlandınız mı? İlk teması kimlerle, nasıl kurdunuz?
Mayıs 1968’i söz yazarım şair Eddy Marnay, yazar Louis Nucera ve gazeteci Andre Serve vasıtasıyla öğrencilerle beraber dolu dolu yaşadım. Önünde “Giriş Serbesttir” yazılı koca bir pankart olan Odeon Tiyatrosu’nda, herkese açık Sorbonne Üniversitesi amfilerinde, “Sosyalizm ile özgürlük birbirinden ayrılmaz” diyen Jean-Paul Sartre’ı dinleyerek; Saint Michel Bulvarı’nda, Saint Germain-des-Pres sokaklarında elimde broşürler, atılan göz yaşartıcı bombalardan gözlerim kan çanağına dönmüş, öğrencilerle birlikte “Otoriter Topluma Hayır”, “Yasaklamak Yasaktır” diye bağırarak.
Şimdi düşünüyorum da… Ne korkusuzluk! Elinde sadece oturma ve müzik yapma izni olan bir yabancıyım. Olaylara karıştım diye her an sınırdışı edilebilirdim.
Türkiye’den Erdem Buri komünistlikle suçlandığı için ayrılmak zorunda kalmıştınız, Paris ve 68 baharı özgürlük talebinize ne kadar karşılık verebildi?
Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) ilk yazılanlardan biri olan Erdem Buri, Plehanov’un Marksist Düşüncenin Temel Meseleleri kitabını Selahattin Hilav’la birlikte birlikte Türkçe’ye çevirmişti. Zor bir çalışma. Ve bir kuruş beklemeden. Normal şartlarda Milli Eğitim Bakanlığı’nın ona teşekkür etmesi gerekirken, Buri mahkemeye verildi ve savcı Buri’nin 15 yıl hapsini istedi. Sebep: Kitap, Adnan Menderes başbakanken, Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanmışmış meğer! Bence bardağı taşıran damla bu oldu. Yıllar boyunca sabahın köründe sivil polislerce çalınan kapılar, Emniyet’e götürmeler, TİP’in Beyazsaray’daki parti toplantısından çıkarken TİP’lilerin az daha linç edilmeleri, İmam Hatip Okulu talebelerinin Ruhi Su’yla beraber çalıştığımız As Kulüp’e baskın yapacağız, yakacağız, yıkacağız diye yolladıkları haberler, tehdit mektupları, vs.vs.vs.
Derken Paris… Nisan 1966. Ve iki günün başı grev olan, asansörlerin durduğu, metronun çalışmadığı, De Gaulle’ün küplere bindiği, Mitterrand’ın televizyonda toplumculuğu savunduğu Fransa’da düşünce ve ifade özgürlüğü başta olmak üzere her konuda alışık olmadığım bir özgürlükle karşılaştım demek zorundayım. ABD’den ithal edilen yasakların gitgide yaygınlaştığı 2008’deki haliyle ilgisi olmayan bir Fransa.
Aynı yıllarda Türkiye’de de gençlik hareketi vardı, bu hareketi ne kadar izleyebildiniz?
Aynı yıllarda dediğiniz gibi Türkiye’de de, dünyanın birçok ülkesinde de gençlik hareketleri oldu. Tümünü, özellikle Türkiye’deki olayları büyük bir heyecan ve umutla çok yakından izledim. Ayrıca Türkiye’de Amerikancı faşist darbeler serisinin başlangıcı olan 12 Mart askeri darbesine kadar olan yıllarda eşitlik, özgürlük isteyen yurtsever üniversite öğrencilerinin arasında, 60’lı yılların başında TİP’in gençlik kollarında yer almış tanıdıklarımız da vardı. Bu yiğit gençler sırtından vuruldu, bombalandı, asıldı.
Fransızların türkülerinizi kabulünde, dinlemesinde 68 rüzgarının bir payı olduğunu düşünüyor musunuz?
Fransızlar, 1966 yılında doldurduğum dört parçayı içeren ilk 45’liğimden itibaren beni el üstünde tuttular diyebilirim. Yaptığım müziğe bakışları hep olumlu oldu. Sevgi dolu ve saygılı. En belalı dedikleri eleştirmenler bile yıllar boyunca yüreğimi mutlulukla dolduran yazılar yazdılar. Bu konuda 68 rüzgârının bir payı olup olmadığına gelince… Mutlaka olmuştur.
Sizce 68 dünyanın rotasını ne kadar ve nasıl değiştirebildi?
Bence 68 olaylarının getirdiği en büyük değişiklik, kadınların en nihayet uyanması oldu diyeceğim. Tarih boyunca ezilen emekçiler başkaldırdılar. Kadınlarsa toplu olarak ancak 68 olaylarından sonra, yalnız ve yalnız çocuk doğuran, kocasına hizmet ve itaat eden eş (!) olma rolüne en nihayet ‘hayır’ dediler.
Simone de Beauvoir’ın 1949’dan beri anlattığı, yazdığı öğrenimin, ekonomik özgürlüğün bir kadın açısından ne denli önemli olduğunu kavradılar. Her kadının ille de evlenmeye, çocuk yapmaya mecbur olmadığının bilincine vardılar.
70’li yıllardan itibaren, örneğin daha az vergi vermek için isteyen istediğiyle evleniyor. İsteyenler, istedikleri yani maddi ve manevi bakımdan hazır oldukları zaman sorumlu olarak çocuk yapıyorlar. En önemlisi, çalışıyorlar. Koca parasına muhtaç değiller. Ve kendilerini kolay kolay ezdirmiyorlar. Kadınların bu tutumu karşısında erkekler de çok değişti ve ilerledi tabii.
Sizin siyasal tercihinizde, türkülere yönelmenizde Erdem Buri’nin etkisinden söz ediliyor. Buna birlikte öğrenmek ve yaşamak diyebilir miyiz? Bilginin kullanımında kadın ile erkek arasındaki eşitsiz ilişkiyi kırmakta 68 hareketinin payı var mıdır? Siz kendinizi ve Buri’yle ilişkinizi bilgiye ulaşmak ve kullanmakta nasıl tanımlıyorsunuz?
1962-1966 arası, İstanbul’da içinde bulunduğum çevrenin hem toplumsal bilinçlenmeme, hem de yaptığım müziğe çok büyük etkisi oldu. “Emek sadece ekonomik bir değer değil, aynı zamanda ahlâki bir değerdir,” diyen; sosyal ilişkilerden, insan saygısından, güzel ürünler vererek burjuva kültürüne de katkıda bulunmaktan söz eden TİP genel başkanı Mehmet Ali Aybar, Sadun Aren, Fethi Naci, Aziz Nesin ve tabii daha 1962’de, “Neden kendi halkının müziğini kendi dilinde söylemiyorsun?” diye beni uyaran Erdem Buri. Sonra diğer ‘hoca’larım İhsan Umsanbaş, Ruhi Su, Âşık Veysel, Âşık Ali İzzet… Birlikte unutulmaz günler, aylar, yıllar geçirdiğim bu çok değerli ustalardan çok şey öğrendim. Yani, birlikte öğrenmek değil. Onlar öğretti, ben öğrendim.
Kadın ile erkek arasındaki eşitsiz ilişkiyi kırma konusuna gelince… Ben şahsen genç kızlığımdan, hatta çocukluğumdan beri kadının ‘ikinci sınıf’ insan olmasına isyan etmiş; bir insan doğuştan birinci veya ikinci sınıf insan olamaz diye hayatı boyunca savaşmış bir insanım. Ama, genel olarak, kadın ile erkek arasındaki eşitsiz ilişkiyi kırmakta, az önce söylediğim gibi 68 hareketinin payı çok büyük. Özgürlük, eşitlik verilmez, alınır. Aklı başında kadınlar, özellikle Kuzey Afrika kökenli kadınlar hâlâ savaş vermekteler.
Buri’yle ilişkime gelince… Erdem Buri çok değer verdiğim ve çok değer verdiğim için de sevdiğim gerçek bir aydındı. Bana çok şey öğretti. Otuz yıl süren gerek meslek gerek özel hayatımızdaki beraberliğimizde Buri de, ben de yüzde yüz özgür olarak çalıştık, yaşadık. En önemlisi, aynı fikirleri paylaşan iki ‘Dost’tuk. 68 olayından çok ama çok önce kadın-erkek eşitliğine inanmış olan iki dost.
Ne yazık ki Buri’yi çok erken yitirdim. 66 yaşındaydı. Ama bana ve çok kişiye verdiği bilgiler taptaze yaşıyor. (NZ)